VF kat sol
VF kat sağ

İmam-ı Gazali kimdir?

İmam-ı Gazali kimdir?
Haber Tarihi : 29 Kasım 2015 13:19:33
Son Güncelleme Tarihi : 00 00 0000 00:00:00

İmam-ı Gazali, 30 yaşına kadar Nişabur Nizamiye medresesinde eğitim aldı. Medresede başarıları ile kendisini ispatlamış  olduğundan Büyük Selçuklu Devletinin veziri olan Nizamül Mülk’ün dikkatini çekmiş ve 1091 yılında Bağdat ilinde bulunan Nizamiye Medresesinin başöğretmenliğine atanan İmam-ı Gazali büyük müctehidlerdendir.

Bana rahmet okuyun, rahmet olunasınız,

Biz gittik, biliniz ki, sırada siz varsınız.

 Yalvarırım Allaha, kendime rahmet için,

Ve Rabbim dostlarıma çok merhamet eylesin.  

                                                                            Müctehid İmam-ı Gazali

Gazâlî, İslâm âlimlerinin büyüklerinden ve en meşhûrlarından. İsmi, Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed Tûsî, Gazâlî'dir. Künyesi, Ebû Hâmid, lakabı Huccet-ül-İslâm ve Zeynüddîn Tûsî'dir. 450 (m. 1058) senesinde Tûs şehrinin Gazâl kasabasında doğdu. 505 (m. 1111)'de Tûs'da vefât etti. Taberan denilen yere defn edildi. Müctehid idi. İctihâdı şafiî mezhebine yakın olduğu için Şafiî mezhebinde olduğu zannedilir.

İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin babası fakir ve sâlih bir zât idi. Âlimlerin sohbetlerinden hiç ayrılmazdı. Elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eder, onların hizmetinde bulunurdu. Âlimlerin nasihatini dinleyince ağlar ve Allahü teâlâdan kendisine âlim olacak bir evlât vermesini yalvararak isterdi. Yün eğirip, Tûs şehrinde bir dükkânda satardı. Vefâtının yaklaştığını anlayınca, oğlu Muhammed Gazâlî'yi ve diğer oğlu Ahmed Gazâli'yi hayır sahibi ve zamanın sâlihlerinden olan bir arkadaşına bıraktı.

Bir miktar mal vererek vasıyyet etti ve ona dedi ki: “Ben kendim, âlim bir kimse olamadım. Bu yolla kemâle gelemedim. Maksadım, benim kaçırdığım kemâl mertebelerinin, bu oğullarımda hâsıl olması için yardımcı olmanızdır. Bıraktığım bütün para ve erzakı, onların tahsiline sarf edersin!” Arkadaşı vasıyyeti aynen yerine getirdi. Babalarının bıraktığı para ve mal bitinceye kadar, onların yetişmesi ve olgunlaşmaları için çalıştı. Sonra onlara dedi ki: “Babanızın, sizin için bıraktığı parayı tahsil ve terbiyenize harcadım.

Ben fakirim, param yoktur. Size yardım edemeyeceğim. Sizin için en iyi çâreyi, diğer ilim talebeleri gibi medreseye devam etmenizde görüyorum.” Bunun üzerine iki kardeş doğru söze uyup, medreseye gittiler. Sonra ikisi de yüksek âlimlerden olmak saadetine kavuştular.  (Bkz. Ahmed Gazâlî).

Haramilerin ikazı onu derinden sarstı

Îmâmı Gazâlî, çocukluğunda fıkıhtan bir miktarını kendi memleketinde okudu. Sonra Cürcan'a gitti, İmâm Ebû Nasr İsmâilî'den bir müddet ders aldı. Üç sene sonra Tûs'a döndü. Cürcan'dan Tûs'a dönerken başından geçen bir hadiseyi şöyle anlatır: “Bir grup yol kesici karşımıza çıktı. Yanımızda olan her şeyimi alıp gittiler. Benim ders notlarımı da aldılar. Arkalarından gidip kendilerine yalvardım. Ne olur işinize yaramayan ders notlarımı bana verin dedim. Reîsleri, “Onlar nedir? Nasıl şeylerdir?” diye sorunca, “Onları öğrenmek için memleketimi terk ettim, gurbetlere gittim. Filân yerdeki birkaç tomar kâğıtlardır” dedim. Eşkiyaların reîsi güldü: “Sen onları bildiğini nasıl iddia ediyorsun, biz onları senden alınca ilimsiz kalıyorsun” dedi ve onları bana geri verdi.

Sonra düşündüm, Allahü teâlâ yol kesiciyi beni ikaz için o şekilde söyletti dedim. Tûs'a gelince üç yıl bütün gayretimle çalışarak, Cürcan'da tuttuğum notların hepsini ezberledim. O hâle gelmiştim ki, yol kesici önüme çıksa, hepsini alsa, bana zararı dokunmazdı.”

 

Münâzara üstadı

 

“Memleketinde geçirdiği bu üç seneden sonra, tahsilini devam ettirmek için o zamanın büyük bir ilim ve kültür merkezi olan Nişâbûr'a gitti. Zamanın büyük âlimlerinden olan İmâm-ül-Harameyn Ebü'l-Meâlî el-Cüveynî'nin talebesi oldu. Üstün zekâsını ve çalışkanlığını gören hocası ona yakın alâka gösterdi. Burada Usûl-i hadîs, Usûl-i fıkıh, kelâm, mantık, islam hukuku ve münâzara ilimlerini öğrendi. Hocaları arasında Ebû Hâmid er-Razekanî, Ebü'l-Hüseyn el-Mervezî, Ebû Nasr el-İsmâilî, Ebû Sehl el-Mervezî, Ebû Yûsuf en-Nessâc gibi devrin büyük âlimleri vardır. Nişâbûr'da tahsilini tamamlayınca, büyük bir ilim ve edebiyat hâmisi olan Selçuklu veziri üstün devlet adamı Nizâm-ül-mülk'ün da'veti üzerine Bağdad'a gitti. Nizâm-ül-mülk'ün topladığı ilim meclisinde bulunan zamanın âlimleri, İmâm-ı Gazâlî'nin ilminin derinliğine ve mes'eleleri izah etmekdeki üstün kabiliyetine hayran kaldıklarını i'tirâf ettiler. Üstün vasıflarından dolayı hem âlimler, hem de halk tarafından çok sevildi. O zaman ortaya çıkan sapık fırkaların mensûpları, onun yüksek ilmi ve en zor, en ince mevzûları en açık bir şekilde anlatması, hitâbet ve izah etme kabiliyetinin yüksekliği, zekâsının parlaklığı karşısında perişan ve mağlûb oldular. Bu sırada otuzdört yaşında bulunan İmâm-ı Gazâlî'nin İslâmiyete yaptığı büyük hizmetleri gören Selçuklu veziri Nizâm-ül-mülk, onu Nizamiye Medresesi'nin (Üniversite) başmüderrisliğine, şimdiki ta'biriyle rektörlüğüne ta'yin etti. Bu medresenin başına geçen İmâm-ı Gazâlî, üçyüz seçkin talebeye, lüzumlu olan bütün ilimleri öğretti. Bunlardan başka, pekçok talebe yetiştirdi. Ebû Mensûr Muhammed, Muhammed bin Es'ad et-Tûsî, Ebü'l-Hasen el-Belensi, Ebû Abdullah Cümert el-Hüseyni talebelerinin meşhûrlarındandır. Bir taraftan da kıymetli kitaplar yazan İmâm-ı Gazâlî, ilim ehli, devlet adamları ve halk tarafından büyük bir muhabbet ve hürmet gördü. Şöhreti gün geçtikçe arttı. Nizamiye Medresesi'nde bulunduğu yıllarda, Kitâb-ül-basit fil-fürû', Kitâb-ül-vasit, el-Veciz, Meâhiz-ül-hılâf adlı kitaplarını yazdı.

 

İslâm'a bidat fırkalara savaş açtı

 

Ayrıca İsmâiliyye adındaki sapık fırkanın görüşlerini çürütmek için “Kitâbü fedâih-il-Bâtıniyye ve Fedâil-il-Müstehzeriyye” adlı eserini yazdı. Yine bu sırada Rumcayı öğrenerek felsefecilerin sapıklığını ortaya koymak için eski Yunan ve Latin filozoflarının kitaplarının aslı üzerinde üç sene titizlikle incelemeler yaptı. Bu incelemeleri esnasında ve neticesinde felsefecilerin maksatlarını açıklayan “Mekâsid-ül-felâsife” kitabı ile felsefecilerin görüşlerini reddeden “Tehâfüt-ül-felâsife” kitabını yazdı. Avrupalı filozoflar, o asırda dünyânın tepsi gibi düz olduğunu iddia ederek, ilimlerini ve felsefelerini böyle yanlış bilgiler üstüne kurarken, İmâm-ı Gazâlî dünyanın yuvarlak olduğunu delîller ile isbât ediyor ve diğer fen ilimlerinde de Avrupalıların bilmedikleri doğru bilgileri kitaplarında yazıyordu.

 

 

 

Dehriyyûn, tabiiyyûn ve ilahiyyûn

 

İmâm-ı Gazâlî felsefecilerle ilgili bu çalışmalarını “El-Münkızü aniddalâl” kitabında şöyle anlatmaktadır:

“İşte şimdi filozofların ilimlerinin hikâyesini dinle: Onları birkaç sınıf, ilimlerini de birkaç kısım hâlinde gördüm. Onlara, çokluklarına ve eskileri ile yenileri arasında doğruya yakınlık ve uzaklık farkına rağmen, küfür ve ilhad damgasını vurmak lâzımdır. Filozoflar fırkalarının çokluğuna ve çeşitliliğine rağmen, dehriyyûn, tabiiyyûn ve ilahiyyûn olmak üzere üç kısma ayrılırlar. Dehriyyûn sınıfı eski filozoflardan bir zümredir. Yaratıcının varlığını inkar etmişlerdir ki, bunlar zındıktır. Tabiiyyûn; bunlar da âhırete inanmadılar. Cenneti, Cehennemi, kıyâmeti ve hesabı inkâr ettiler. Bunlar da zındıktırlar. Üçüncü sınıf olan ilâhiyyûn, daha sonra gelen filozoflardır. Bunlar ilk iki sınıfı red etmişlerse de, kendileri de bid'atten ve küfürden sıyrılamamışlardır.” (Üçüncü kısımdan olan bu filozoflar, kendilerinden önce gelenlerin yanlışlarını açık seçik göstermek ve bir yaratıcının olduğunu söylemekle beraber peygamberlere inanmadıkları için küfürde kalmışlardır. Çünkü küfürden kurtulmak için peygamberlere ve onların bildirdiklerine inanmak da şarttır.” İmâm-ı Gazâlî'nin, felsefecilerin görüşlerini çürütmek ve i'tikâdlarına, felsefe karıştıran, sapık fırkalara cevap vermek için yaptığı bu çalışmasını işiten bir takım kimseler, onu felsefeci zannetmişlerdir. Bunun sebebi, felsefe ile tefekkür arasındaki mühim farkı bilmemek olabilir. Felsefeciler aklı rehber edinmişlerdir. Mütefekkirler ise aklı kullanmakla beraber, akla da rehber olarak peygamberleri ve onların bildirdiği îmânı almışlardır. Göz için ışık ne ise, akıl için iman da odur. Işık olmayınca göz göremediği gibi, imân olmayınca akıl da doğru yolda yürüyemez.

İmâm-ı Gazâlî, filozof değil müctehiddir. Zâten İslâmiyette felsefe ve filozof olamaz. İslâm âlimi olur. İslâm dininde, felsefenin üstünde İslâm ilimleri, filozofun üstünde de İslâm âlimleri vardır.

Yarın: İmâm-ı Gazâlî, Bağdat'ı terk ediyor.