‘İngiliz Derviş’ bizim neyimiz olur?

‘İngiliz Derviş’ bizim neyimiz olur?
Haber Tarihi : 27 Ocak 2016 04:50:35
Son Güncelleme Tarihi : 00 00 0000 00:00:00

 “Bir gün, tüm tarih yazıldığında - kâfi vesikayla makûl tarih – zavallı romantikler işi gücü bırakıp inzivada Miss Austen okumaya başlayacaklar.” İngiliz diplomat ve casus John Buchan’a ait bu sözler, “İngiliz Derviş: Yeni Türkiye’nin Doğuşu ve Aubrey Herbert” adlı kitabın takdiminde yer alıyor. Araştırmacı yazar Mehmet Hasan Bulut’un kaleme aldığı ve yakın tarihimizi çok farklı bir açıdan sunan bu kitap, Türkiye’nin yakın tarihindeki birçok her hadisede rol almasına rağmen adına kitaplarda pek rastlamadığımız İngiliz casus Aubrey Herbert’ın hayatını anlatıyor.

Zahid Beha / Yeni Söz

İngiliz Derviş, iki kısımdan oluşuyor. Yazar, ilk kısımda Haşhaşileri, Tapınak Şövalyelerini, Cizvitleri, İlluminati'yi ve İngiltere İmparatorluğu'nu anlatarak, ikinci kısmın arka planını oluşturmuş. İkinci kısımda, Aubrey Herbert'ın ailesi ve Herbert'ın 1908 İhtilali, Arnavut isyanı, Balkan Harpleri, Cihan Harbi ve İstiklal Harbindeki çalışmaları gözler önüne serilmiş. İngiliz Derviş'i okurken sadece Herbert'ın hayatını değil; komünizm, kapitalizm, Siyonizm gibi hareketlerin, Ortadoğu'da süregelen Arap-Yahudi çatışmalarının, milliyetçilik akımlarının, dinde reform ve dinler arası diyalog çalışmalarının arkasında hep aynı güç odaklarının olduğunu öğreniyorsunuz.

İngiliz Derviş'in yazarı Mehmet Hasan Bulut ile eserini Yeni Söz okurlarına anlattı.

İngiliz Derviş'i Haşhaşiler ve Tapınak Şövalyeleri ile başlıyor. Aralarında nasıl bir münasebet var?

Haşhaşiler, Şiîliğin bir şubesi olan Nizârî İsmâilî ekolüne mensuptu. Bâtınî idiler. Yani, İslam'ın namaz, oruç, hac gibi şeriata dair zâhirî, görünen yüzünü reddediyorlar, sadece tasavvuf olarak bilinen batınî, görünmeyen yüzünün doğru olduğunu kabul ediyorlardı. Haşhaşilerin reisi Hasan Sabbah, Antik Teoloji olarak da bilinen kadim felsefeye inanıyordu. Bu inanca göre, dünyadaki bütün dinler bu felsefeden doğmuştu ve Hristiyanlık ve İslamiyet gibi ilahî dinler, bu felsefenin üstünü örterek insanları aldatıyordu. Hiçbir dine mahsus olmayan bir Hakikat vardı ve insanın bu Hakikat'ı bulmak için bir aydınlanma, yani Illuminati yaşaması lazımdı.

Haçlı seferleri esnasında Hristiyanlar, Kudüs'te bir krallık kurdu. Bu krallık yaklaşık iki yüz yıl sürdü. Bu zaman zarfında Hristiyan şövalyeler, İran ve Suriye'de faaliyet gösteren bu Haşhaşiler ile tanıştılar. Onların felsefesini sahiplendiler ve onların teşkilat yapısını alarak Tapınak Şövalyeleri tarikatını kurdular. Kadim Felsefe inancını Avrupa'ya taşıdılar. Ayrıca Avrupa ile Kudüs arasında bir bankacılık ağı kurdular ve çok zengin oldular.

Selahaddin Eyyübî Kudüs'ü alınca Tapınakçılar Avrupa'ya döndüler. Fakat Haşhaşilerin inancı nasıl İslam'a tersse Tapınakçılarınki de aynı şekilde Hristiyanlığa tersti. Ayrıca krallardan bile daha zengin olmuşlardı. Bu yüzden, krallar da onlardan haz etmiyordu. Nitekim Papa, 1312'de tarikatı fesh etti. Üstatları da dâhil Tapınakçıların bir kısmı Fransa'da idam edildiler. Kaçabilenler, İskoçya'ya kaçtı ve burada mason localarına girerek farmasonluğu kurdular.

Peki, Cizvitler ile Tapınakçılar arasında nasıl bir benzerlik var?

Cizvit tarikatı, yani İsa Cemiyeti, Ignatius Loyola adında İspanyalı bir şövalye tarafından kuruldu. Loyola, ‘Los Alumbrados', yani ‘Aydınlanmışlar' adında bir tarikata mensuptu. Bu tarikatın mensupları, Haşhaşiler ve Tapınakçılar gibi Bâtınî idiler. Loyola, Cizvit tarikatını, Tapınakçıların savaşçı-keşiş modelini ihya etmek için kurmuştu. İsa Cemiyeti'nin kuruluş maksadı kâğıt üzerinde Katolikliği yaymak olarak görüldüğü için Papa, Cizvit tarikatını 1540'da tasdik etti. Fakat Bâtınîlerin zâhirleri aldatıcıdır.

Loyola'nın arkadaşı ve İsa Cemiyeti'nin ikinci generali Francisco de Borja, meşhur Borgia ailesindendi. Machiavelli meşhur ‘Prens' kitabını, bu ailenin çevirdiği oyunlara bakarak yazmıştı. Yani, Cizvitler Machiavelli taktiklerini çok iyi biliyorlar. Machiavelli, insanlar zahire bakarak hüküm verdiği için onları aldatmak çok kolaydır, der. Cizvitler de bir yandan Katolik Kilisesini reformlara karşı müdafaa eder görünüp, diğer yandan Katolikliği reforme etmişlerdir ve etmeye devam etmektedirler. Ayrıca dinler arası diyalog sahasında çok aktiftirler.

Cizvitler eğitime çok ehemmiyet verirler. Misyonerleri vasıtasıyla dünyanın her yerinde mektep ve üniversiteler açtılar. Kendi fikirlerini aşıladıkları binlerce genç yetiştirdiler. Bu mektepleri aynı zamanda birer ticarethane olarak kullandılar ve modern manada dünyanın ilk global şirketini kurdular. Hatta kendilerine ‘Şirket' dediler. Tapınakçılardan bile daha zengin oldular.

Maarif sahasında iyi oldukları için Cizvit rahipleri, kralların çocuklarına ders verirdi. Fakat çocuklardan ve saraylardan aldıkları bilgileri, kendi aralarında kurdukları istihbarat ağı sayesinde kullandılar ve sattılar.

Cizvitler, 1605'te Kral ve aristokratların da bulunduğu sırada İngiltere Parlamentosunu havaya uçurmak için bir plan yaptılar. Fakat içlerinden biri, bir dostunun hayatını kurtarmak için parlamentoya gitmemesi için ikaz edince suikast açığa çıktı. ‘V for Vendetta' filminde geçen "Remember, remember! The fifth of November" şiiri, Cizvitlerin bu teşebbüsünü anlatmaktadır. Bu suikastta muvaffak olamadılar ama Oliver Cromwell vasıtasıyla 1649'da kralı idam ederek İngiltere'de iktidarı ele geçirdiler ve cumhuriyet kurdular.

Çok fazla güçlenip devlet içinde paralel bir devlet olunca, selefleri Tapınakçıların başına gelen şey, Cizvitlerin de başına geldi. Gizli inançları ve zenginlikleri, Katolik kralların ve Kilise'nin nefretini çekti. Katolik memleketlerden kovuldular ve 1773'te Papa, İsa Cemiyeti'ni fesh etti.

Bunun üzerine Cizvitler, sermayelerini Prusya'ya kaçırdı ve burada Illuminati tarikatını kurdular. Tarikatın kurucularından biri Mayer Amschel Rothschild adında Yahudi bir bankerdi. İlluminaticiler, kısa zamanda Fransız mason localarında organize oldular. Fransız İhtilalini tertip ettiler ve 1793'te Fransa kralını idam ederek Tapınakçıların intikamını aldılar. Napolyon vasıtasıyla Roma'ya girdiler ve Papa'yı esir aldılar. Yeni Papa, İsa Cemiyeti'nin tekrar faaliyete geçmesine mecburen izin verdi.

Biraz da kitabın kahramanı Aubrey Herbert'tan bahsedelim. Arabistanlı Lawrence ve yakınlarda filmi çekilen Çöl Kraliçesi Gertrude Bell'i biliyoruz, fakat bir casus Aubrey Herbert pek bilinen bir karakter değil, sahi kimdir bu Aubrey Herbert?

Aubrey Herbert, aslında Lawrence ve Gertrude Bell'den daha mühim roller oynamış bir casus, fakat Rosita Forbes adında İngiliz kadın bir casusun kitabını okuyana kadar ben de kendisini duymamıştım. Kitaptan, Mustafa Kemal'in Aubrey Herbert'ın evinde yemek yediğini öğrendim. Forbes, o sırada Mustafa Kemal'in Sofya'ya yeni ataşe tayin edildiğini ve yemekte Lord Allenby'in de olduğunu söylüyordu. Bunun üzerine Aubrey Herbert'ın kim olduğunu araştırdım ve bu kitap ortaya çıktı.

Aubrey, İngiltere'nin en eski ailelerinden birine mensup. Dedeleri, İngiltere farmasonlarının üstâd-ı âzâmlığını yapmış Pembroke Kontlarıydı. Dedelerinden IV. Pembroke Kontu Philip, İngiltere'de cumhuriyet kuran Cromwell'in dostlarındandı. Sekizinci Pembroke Kontu, aynı zamanda Birinci Carnarvon Kontuydu. Üçüncü Carnarvon Kontu ise Aubrey'in dedesiydi.

Dedesinin hayatı ihtilallerle geçmişti; İtalya'nın meşhur ihtilalci masonları Mazzini ve Garibaldi onun için çalışıyordu. Aubrey'in babası ise İngiltere'nin koloniler nazırlığını yapmış bir devlet adamı. Aynı zamanda İngiltere İngiltere Birleşik Büyük Mason Locası'nın üstâd-ı âzâm vekili ve Lord Rothschild'in dostlarından. Aubrey'in ağabeyi George ise İngiltere Bankası'nın müdürü Alfred de Rothschild'in damadı ve Mısır Firavunu Tutankhamun'un mezarını keşfeden kişi.

O halde şimdi ‘Aubrey Herbert'ın Türkiye'nin yakın tarihinde nasıl bir rolü var' sorusunu sormak gerekiyor.

Lawrence'ın yazdığına göre Aubrey Herbert, İttihat ve Terakki Komitesi'nin reisiydi. Sanırım bu, kendisinin yakın tarihimizde nasıl bir rolü olduğunu gayet iyi izah eder. Kendisi için 1908 İhtilali'nin arkasındaki isim diyebiliriz. Dedesi İtalyan masonlarına patronluk yaptığı ve İttihatçıların büyük bir kısmı da İtalya Büyük Doğu mason locasına bağlı olduğu için Aubrey, ihtilalde büyük bir rol oynadı.

Tabii Aubrey'in sadece İttihat ve Terakki Komitesi ile değil, bütün ihtilalci komitelerle bağlantısı var. Ermeni İhtilâlci Federasyon, yani Daşnaksutyun Komitesi, Dâhili Makedonya İhtilâlci Komitesi, Arnavut İhtilâl Komitesi, Siyonistler vs. Malum, 1908 İhtilali için bütün bu komiteler işbirliği yapmış ve Sultan Abdülhamid'i devirmişlerdi. İhtilalin ardından da yollarını ayırdılar ve imparatorluğu parçaladılar.

Aubrey, aynı zamanda milletvekiliydi ve İngiliz parlamentosunda Türk dostu olarak biliniyordu. Belki de bu yüzden, İstiklal Harbinde Ankara'yı destekledi. Yunanları tutan hükumeti devirmek için elinden geleni yaptı. Neticede istediği oldu ve Türk-Yunan Harbi sonunda Lloyd George hükumeti düştü. Hatta Mustafa Kemal bu hususta, “İngilizler beni severler. Benim için Lloyd George'u bile attılar” demiştir.

Aubrey, modern Arnavutluk'un da kurucusu kabul edilir. Arnavutluk'un Osmanlı'dan koparılmasında çok hizmeti olmuştur.

Aubrey, Türkiye'de cumhuriyet ilan edilmeden bir ay evvel ölüyor. Sizce bu biraz garip değil mi?

Doğru. Aubrey, Türk İstiklal Harbini müteakip toplanan Lozan görüşmelerine katıldıktan sonra ‘23 Eylül 1923'de öldü' diye biliniyor. Kendisi 1880 doğumludur, yani oldukça genç bir yaşta hayata veda etmiştir. Tabii işin aslı böyle değil. Arkadaşı Lawrence gibi Aubrey de kimlik değiştirmişti. Yeni kimliğini öğrenince, kitabı okuyanlar çok şaşıracaklardır.

Ayasofya Camii'nin müze yapılması ile Tapınakçıların parmağı olduğu ileri sürülüyor. Bu doğru gerçekten parmakları var mı?

Charles R. Crane var, Aubrey'in Amerikalı arkadaşı. Chicagolu bir işadamı. İstanbul'daki Robert Koleji'nin mütevelli heyeti reisiydi. Halide Edip'in yakın dostudur. Zaten Halide Edib'in İstiklal Harbi'ne katılmasını o sağladı. Ayasofya'yı restore eden arkeolog Thomas Whittemore, Crane için çalışıyordu. Ayasofya'nın müze yapılmasını Atatürk'ten onlar istedi. Whittemore, bu maksatla 1930'da Bizans Enstitüsü'nü kurdu ve restorasyona, daha doğrusu kilise fresklerini ortaya çıkarmaya başladı. Crane de bu enstitünün finansörlerinden oldu. Whittemore, 1932'de Ankara'ya giderek Mustafa Kemal ile görüştü ve iki yıl sonra Ayasofya müzeye çevrildi. Restorasyon ise yıllarca devam etti.