İsrail Mahkemesi, Müslüman çocuk kaçırmayı onaylıyor

İsrail Mahkemesi, Müslüman çocuk kaçırmayı onaylıyor
Haber Tarihi : 21 Ekim 2015 08:34:11
Son Güncelleme Tarihi : 00 00 0000 00:00:00

Richard Silverstein yazdığı bir yazıda İsrail Yüksek Mahkemesi'nin, Müslüman çocuk kaçırmayı onayladığını belirtiyor.

Lütfen bana demokrasiden bahsetmeyin. Bana dini çoğulculuktan da bahsetmeyin. Çünkü İsrail Yüksek Mahkemesi, hayal edebileceğim en ırkçı çocuk sosyal güvenliği uygulamasını tasdik etti.

'Gaddar İsrail'

Kısa bir açıklama yerinde olur: İsrail'deki çocuk sosyal güvenliği sistemi gaddar, keyfi, değişken ve mutlak geçerliliğe sahip. Bu sistem devlet düzenini, normatif kültürel ve ailesel değerlerden yola çıkan köhneleşmiş bir düşünce doğrultusunda tanzim ediyor. Eğer genel kabuldeki uygun aile tanımına uymuyorsan çocuğunu kaybedebilirsin. Ve bunun hakkında yapabileceğin hiçbir şey olmaz. Sistem sana karşı kararlılıkla hareket ederse, kelimenin tam manasıyla yapabileceğin hiçbir şey yok. Ebeveyn hakları, devletin gücüne kıyasla hiçbir değere sahip değil.

Bu gece anlatacağımız hadisede bir Yahudi kadın ile evlenen ve 2010'da ikiz sahibi olan bir Filistinli adamdan bahsediyoruz. Kadın zihinsel olarak hasta olduğu için, çocuk koruma kurumu yetkilileri, çocukları ondan alıp koruyucu aileye verdi. Koruyucu ebeveynler ise Ortodoks Yahudi idi. Hannah Beit Halachmi'ye göre elbette çocuk koruma düzenlemelerinin ihlaliydi çünkü çocuğun kendi etnik kimliğinden ebeveynlere verilmesi gerekirdi. Akat eğer devlet için iyi bir mevkiye sahip şekilde çalışıyorsanız, kuralların geçerliliği kalmıyor.

Koruyucu aile başlangıçta çocuğun babası ile eğitim, sağlık vb. konuları içeren önemli konularda danışma halindeydi. Sonra ise çocuğu evlatlık almak için başvurdular. Baba ise itiraz etti ve velayetin kendine verilmesini istedi.

İlk aşamada alt mahkeme, babanın haklarının hileyle çiğnediğine kanaat getirerek tamamen babanın iddiaları lehine hüküm verdi. Yetkililer babayı hiçbir zaman uygun bir ebeveyn olarak düşünmemişti, ona hiçbir yardım teklifinde bulunmamış ve tek başına ebeveynlik yapması için gerekli eğitimi alması hususunda hiçbir adım atmamıştı. Ayrıca koruyucu aileye çocuğu kalıcı olarak bırakmaya niyetli olduklarını söyledikleri halde babayı, çocuğunun geçici bir süre elinden alınacağı doğrultusunda kandırmışlardı. Çocuk koruma yetkilileri, çocuğu babasının gözetiminden illegal şekilde alma eylemlerini meşrulaştırmak için iki aileye de yanlış bir beyanda bulunmuştu.

Ortodoks Yahudi olan koruyucu ebeveynler kararı üst mahkemede temyize taşıdı. Yüksek mahkeme ise son derece tuhaf bir düzenleme doğrultusunda ebeveyn haklarına dair yeni bir teori ile çıkageldi. Çocukların babalarından sökülmesini ve evlat edindikleri çocukları Ortodoks Yahudiliğe çevirip orijinal babasının etnik kimliğine dair her türlü izi silen yeni ebeveynlerin ödüllendirilmesini mümkün hale getirdi. Adaleti kılıfına uydurmak için de babanın velayeti elde tutabileceğini söyleyip (Ynet'teki bir makaledeki ırkçı ifadeye bakılırsa “babanın onurunu korumak” için) sadece çocuğun bakımı ve terbiyesi hakkında herhangi bir önemli karar verme yetkisine sahip olmayacağı belirtildi.

Yüksek Mahkeme, koruyucu ebeveynlerin eğitim, beslenme, sağlık gibi yaşamsal konularda karar verebileceğini ancak ameliyat olma gibi göze çarpan konularda biyolojik babasına danışması gerektiğini söyledi. Bir başka deyişle, biyolojik baba çocuğun “şerefinin” bekçisi olacak ancak onun büyütülmesi işi tamamen koruyucu ailenin görüşüne göre olacaktı.

Eminim ki baba da böyle bir “şerefi” gözetmede yapamazdı. Bu, tamamen sonradan icat edilmiş hukuki bir kavram; Hristiyanlıktaki “vaftiz babalık” gibi bir şey. Özü olmayan bir şeref. Bu düzenleme, babanın gerçek ve doğal haklarını gasp etmeye yarayan bir hukuku dolanma yöntemi. Yukarıda saydığım hakların kaybının da yanında hakimler babanın çocuğu görme haklarını da iki haftada bir defaya düşürdüler.

Ana hükmü yazan hakim, Elyakim Rubinstein, bir Ortodoks Yahudi. Şüphem yok ki bir Yahudi ve Müslüman evliliğinin ortaya çıkardığı “melezleşmeden” ötürü gücenmiş haldedir. Bir Yahudi annenin çocuğunun bir Müslüman babanın büyütmesi fikri onun için kesinlikle kabul edilemez olmalıdır. Ancak yasal düzenlemeyi bu şekilde telaffuz edemedi çünkü böyle yapsaydı haklı olarak bir faşist damgası yiyerek alaya maruz kalacaktı. Bu yüzden yasal bir kılıf yaratıp bunu geri planda yatan motivasyonunu perdelemek için kullandı.

İsrailli aile uzmanı, Yossi Nakar, İsrail hukukunun açıkça belirttiği şekilde çocuğun dininin ancak ailesi tarafından ve kendi rızasıyla belirlenebileceğini ekliyor. Annesinin yokluğunda ise bu görev babasına düşecektir. Mahkeme koruyucu aileye ikizlerin tam bakımının yetkisini teslim etmediği için, İsrail hukukuna göre o çocukların hangi dine mensup olacağına dair bir belirleme hakları da olmamalı.

Mahkemenin kararını destekleyen İsrailliler, İsrail hukukuna göre Yahudi bir annenin çocuklarının Yahudi sayılması kuralını da oldukça tartışılır yaptılar. Bu yanlıştır. İsrail medeni hukuku, bu meselede halachaya (Yahudi şeriatı) bağlı kalmıyor. Ama İsrail taraftarları İsrail'in aslında katı bir şekilde halachaya bağlı olan bir teokrasi olduğunu varsayıyor.

Yerde sürünen herhangi bir şeyin tüketimini yasaklayan Yahudi perhiz kuralları göz ününde bulundurulduğunda, Nakar; Rubinstein'nın kararını “böcekli koşer (Yahudi kurallarına uygun yemek)” yapmaya benzetiyor. Bu dosyada avukat, alt mahkeme hakiminin davayı idare edilemez hale getirmesinden ötürü sert bir şekilde eleştirdiği İsrail çocuk koruma sistemine işaret ediyor. Rubinstein'ın kararı, yenmesi haram olan bir böceğin bir şekilde koşer porsiyonuna dönüştürülmesi gibi.

Aynı durum kendini insan haklarının ve demokratik değerlerin şampiyonuymuş gibi gören Yüksek Mahkeme'deki liberal Siyonistler için de mevcut. Elbette, Yargıç Aharon Barak'ın 10 yıl veya daha süredir mahkeme başkanı olmadığını unutuyorlar. Şu an yerleşimcilerin mahkemede oturuyor olmasından dahi gurur duyar haldeler.

İnanmıyorum ki Batı'daki herhangi bir çocuk koruma otoritesi böyle ırkçı bir karara imza atsın. Onlar böyle çocuklar için öncelikle Müslüman bir aile bulmayı gözetirdi. Çocuklarla ebeveynlerinin birbirine yabancılaşmasına yol açacak böyle bir şeye müsaade etmezlerdi.

Devlet onaylı çocuk kaçakcılığı

Beit Halachmi, Facebook'ta bu davaya dair yazdığı kınamada; durumu “devlet onaylı çocuk kaçakçılığı” olarak tanımlıyor. Diğer İsrailli çocuk koruma hakları aktivistleri, sosyal güvenlik yetkililerini çocukları evlatlık etmeyi gözeten Yahudi ebeveynlerle işbirliği içinde olmakla suçluyor. Hem aile nezaretinden çocuğun çıkarılmasına hem de onun evlatlık verilmesi önerisini yapmaya karar veren tek bir devlet dairesinin olması çıkar çatışmasına sebep oluyor. Böyle bir otorite, eğer Yahudi ebeveynler almaya hazırsa, çocuğu aile nezaretinden çıkarmaya daha meyilli hale geliyor.

Bu örnekte olan tam da budur. Bu aktivist internet sitesi, Filistinli babanın başına geleni “evlatlık alma adı altında kaçakçılık” olarak adlandırıyor. Hatta bazı söylentilere göre evlatlık edinmek isteyen aileler, kendilerine çocuk bulmaları için yetkililere ödeme yapmakta. İsrail devlet departmanlarında dönen rüşvetin seviyesini göz önünde bulundurursak, bu pek muhtemel bir senaryo.

Bu acımasız karardaki ironi, Avrupa Yahudilerinin tarihindeki önemli bir örnekten haberdar olması: İtalyan bir Yahudi çift, Edgaro Mortara isimli bir çocuk sahibi oldu. Aile bir Hristiyan kadını hizmetçi olarak işe aldı. Çocuk hayatını riske atan bir hastalıkla boğuşurken, hizmetçi çocuğu acil müdahale olarak, ailesine haber vermeksizin, vaftiz etti. Elbette, bunun çocuğun hayatını kurtaracağını düşünüyordu. Vaftizden doğan bir hak olarak Kilise, çocuğu bir Katolik olarak tanıdı. Hukuk sistemi ise bir Hristiyan bebeğin herhangi bir Yahudi aile tarafından yetiştirilmesine izin vermiyordu. Bu yüzden çocuk, İtalyan polisi tarafından zorla ailesinden alındı.

Kilise, çocuğun ailesinin yetimhanede ziyarette bulunmasına izin verdi. Ancak çocuklarını almak için ancak Katolikliğe dönmeleri gerekiyordu ki bunu reddediyorlardı. Neticede Papa, Edgaro'yu bizzat kendi hanesine aldı ve çocuk daha sonra rahip oldu. Hayatının çoğunu insanları Yahudiliğe döndürmek için dünyanın farklı yerlerine seyahat ederek harcadı. Çabasının büyük kısmı başarısızlıkla sonuçlandı. New York'taki St. Patrick Katedrali'ne vaaz vermek için gelip yerel kardinallerden kendi Evangelistleştirme çabasına destek olmalarını istediğinde piskopos reddetti. Kardinal, arasını iyi tutmak istediği yerel Yahudi topluluğu ile olan ilişkilerin aleyhine döneceğini inanıyordu.

Bu hadisede Yahudi ailenin hakları çiğnenmişti. Birkaç hakka sahip bir azınlık olarak Yahudiler protestodan daha fazlasını yapabildi. Böyle bir eylem dahi Katolik dogmalarına göre yönetilen bir ülkede önemsendi. İsrail'in kararı ise bundan farklı değil. Hâkimler, aslında Ortodoks Yahudilerin babaların çocuklarını onlardan, dinlerinden ve etnik topluluklarından çalabileceklerini belirtmeyi üstüne vazife edinmiş oldu.

Çocuk koruma yetkililerin mutlak gücüne dönersek: Geçen yıl bir Kanadalı kadın, 2014'te İsrail'e göçen Hana Gan, 5 aylık hamile iken iki çocuğuyla beraber evine dönmeye karar verdi. İsrail'de yaşamakta olan ailesi ise onun gitmesine izin vermedi ve 2 çocuğunun velayetini almasına engel olmaya çalıştı. Hana'ya göre ailesi çocukların Ortodoks Yahudi olarak yetişmesini istiyor ve kendisinin itaat etmemesine karşı çıkıyorlardı.

Ben Gurion'da bir uçak bileti ayırtmak istediğinde, bu hakkının olmadığı gerekçesiyle reddedildi. Akabinde kendini ve çocuklarını güvenli bir evde saklayabilecek arkadaşlarına döndü. Polis bulunduğu yeri keşfetti ve çocuklarını onun elinden zorla almak üzere bir mahkeme emri getirdi. Şimdi hem çocuklarını kaybetti hem de İsrail'den ayrılamadığından ötürü özgürlüğünü.  (Mütercim: Dünyabülteni için Deniz Baran)