Moriskolar, oran fetvası ve Müslüman Endülüs’ün sonu

Moriskolar, oran fetvası ve Müslüman Endülüs’ün sonu
Haber Tarihi : 10 Ocak 2016 14:51:08
Son Güncelleme Tarihi : 00 00 0000 00:00:00

İbrahim Kalın'ın kaleme aldığı Moriskolar, oran fetvası ve Müslüman Endülüs’ün sonu başlıklı yazı kadim İslam tarihinden bugüne ulaşan İslam medeniyetine ışık tutuyor.

1492 yılı, İslam ve Avrupa tarihinin önemli –ve trajik- kesişme noktalarından biridir. Bu tarihte İspanya'da yaşayan Müslüman ve Yahudiler, Avrupa'dan kovuldular. İspanyol kralı Ferdinand ve Kraliçe İsabella'nın orduları, reconquista olarak bilinen güney Avrupa'nın “yeniden fethi” harekâtını tamamladığında, sadece İslam'ın Avrupa'daki tarihi sona ermedi.

Aynı zamanda Avrupa tarihinin gördüğü en kapsamlı bir arada yaşama tecrübesi olan convivencia da trajik bir şekilde tarihe gömüldü (1). Yahudi, Müslüman ve Hıristiyanların beş asırdan fazla süren ortak bir medeniyet İnşa etme çabası, reconquista ile sona erdi. Avrupa'nın çok dinli ve çok -kültürlü bir medeniyet havzası olma şansını bu tarihte yitirdiğini söylersek sanırım abartmış olmayız. Bünyesinde 20 milyona yakın Müslüman azınlığı barındırmasına rağmen, Avrupa kökenli çok-kültürlülük kavramı, bugün hala Yahudi-Hıristiyan geleneği ile sınırlı olmaya devam ediyor. İslam, batı medeniyetinin din haritasında hala belirsiz bir yere sahip. Endülüs'ün sonu, bu tarihi sürecin önemli safhalarından birini temsil ediyor.

Fakat her şey 1492 yılında birden son bulmadı. Güney İspanya'da yoğunlaşan Müslümanların var olma mücadelesi, 1609 yılına kadar devam etti. Avrupalı Müslümanlar, 1492 yılında üç tercihle karşı karşıyaydılar: Hicret, Hıristiyanlığa cebren İhtida ve ölüm. Bu alternatiflerin hepsi, 1609 yılına kadar çeşitli biçimlerde tahakkuk etti. Göç edebilenler, bütün varlıklarını geride bırakarak, Fas, Cezayir, Tunus, İstanbul ve Fransa olmak üzere, çeşitli bölgelere göç ettiler. 1609 İla 1614 yılları arasında sadece Tunus ve Cezayir'e 100 bin civarında Morisko'nun hicret ettiği tahmin ediliyor. Fakat İspanyol yöneticiler, yarım milyonu aşan Müslüman nüfusun güney Avrupa'yı bir anda boşaltmasının ekonomik ve dini maliyetini tahdit etmek için, göçü alabildiğine zorlaştırdılar. Göç eden Müslüman ailelerin önemli bir kısmı, göç yollarında haydutların saldırısına uğradı ve telef oldu. 1492'den sonra asırlardır yaşadıkları topraklarda kalmaya karar veren Müslümanların iki alternatifi vardı. Direnmek yahut din değiştirmek. Bu Müslümanlar, tarihe “morisko” adıyla geçtiler (2) ve İslam tarihinin en uzun ve zorlu varoluş mücadelelerinden birini verdiler.

Moriskolar'ın İlk olarak 1496 yılında Granada kadısı İbnu'l-ezrak'i Memluk Sultanına elçi olarak gönderdiklerini ve yardım talebinde bulunduklarını biliyoruz. 1517 yılında, yani Granada'lı elçinin Mısır'a gelişinden yaklaşık 20 yıl sonra Memluk devletinin yıkıldığını hesaba katarsak, Memlukluların, tüm sempati ve yardım niyetlerine rağmen, neden bu talebe olumlu cevap veremediklerini anlamamız nisbeten kolay hale gelir.

İlginç olan, Moriskoların Mısır'a elçi gönderdiğini haber alan İspanyol krallığı, Memluklülerle olan İlişkilerini tehlikeye atmamak İçin Peter Martyr adında Katolik bir elçi gönderirler. Martyr, İspanya'daki hadiseleri kendi zaviyesinden İzah eder ve Moriskoların “kendi İradeleriyle Hıristiyan olduklarını” ve “İsyan edip anarşi yaratanların uygun bir şekilde cezalandırıldığını” söyler.

Dahası Martyr, İspanya krallığının ve müttefiklerinin o dönemde Akdeniz'de sağladığı askeri üstünlüğe atıfta bulunur ve zımnen Memluk sultanını tehdit eder. Memluklerin Moriskoların taleplerine olumsuz cevap vermelerinde bu İzahat ve tehditlerin rolü ne oldu? Bu soruya tatmin edici bir cevap vermek zor. Fakat Moriskolar açısından sebepten Ziyade sonuç önemliydi: 16. yüzyılın başında Moriskolar Mısır'dan artık umutlarını keserler.

Aynı dönemde Moriskoların, İstanbul'a da pek çok elçi gönderdiklerini biliyoruz. Aslında Moriskoların daru'l-İslam'dan İlk yardım talepleri, 1487 yılına geri gider. Granada'nın İspanyol ordularına kaybedilmesinden 5 yıl önce Sultan Bayezid'in huzuruna çıkan İlk Morisko elçisi İspanya'daki Müslüman tebaanın yaşadığı zorluk ve sıkıntıları sultana arz eder. İstanbul İle Moriskolar arasındaki elçi ve mektup alışverişi Kanuni dönemi de dâhil olmak üzere 17. yüzyılın başına kadar devam eder. 1492'den sonra İstanbul'a gelen Moriskolar, Memluklulere gönderilen Peter Martyr'in İddialarına cevap verirler. “Bizim bilerek ve İsteyerek dinimizden vazgeçip Hıristiyan olduğumuzu söylüyorlar” der elçi. “Allah'a yemin olsun ki biz dinimizden dönmedik; söylediğimiz şeyleri, ölüm korkusundan söyledik. Hz. Peygamber bizim peygamberimiz, dini bizim dinimizdir”(3).

Morisko elçisi son çare olarak sultandan, daha önce örneğine rastlanmamış bir talepte bulunur ve İspanyol krallığı üzerinde diplomatik baskı oluşturmak İçin kendilerine yapılan muamelenin, Osmanlı İdaresindeki Hıristiyanlara yapılmasını İster. Ümid edilen, Hıristiyanlar üzerindeki baskının İspanya…

…, zecri politikalarından vazgeçirmesidir. Fakat bu çaba da bir sonuç vermez. Zira Osmanlı millet sistemi ve zımmî hukuku, böyle bir uygulamaya İmkân tanımıyordu. Dahası Osmanlılar Akdeniz'de h3akim bir güç olabilmek için bir asır daha beklemek zorundaydılar. Neticede Moriskolar daru'l-İslam'dan gelecek yardımdan ümitlerini keserler. Göç İle din değiştirmek arasında sıkışıp kalan Moriskoların bir kısmı, 1568 yılında ayaklanır. Ayaklanma kısa sürede bastırılır; Moriskoların önemli bir kısmı bu çatışmalarda hayatını kaybeder.

Bu dönemin en kayda değer hadiselerinden biri, Oran fetvası olarak ün salan ve Cezayirli Maliki fakih Ubeydullah Ahmed el-Magravi'nin verdiği cevaptır. Din değiştirme tehdidiyle karşı karşıya bulunan Moriskolar, Oran müftüsüne, İçinde bulundukları şartlarda dinen ne yapmaları gerektiğini sorarlar. Magravi'nin 1504 tarihli cevabi fetvası, hem Endülüs tarihi, hem de fıkıh tarihi açısından İlginç bir metin. Dini İnanç ve İbadetlerini yerine getiremeyen Müslümanların daru'l-harb olarak tanımlanan bölgelerden, dinlerini özgürce yaşayabilecekleri daru'l-İslam'a hicret etmeleri, fukahanın umumiyetle tercih edilen görüşüdür.

Moriskolardan önce Aragon, Kastilya, Valensiya ve Sicilya gibi şehirlerde Hıristiyan idaresi altında yaşayan ve Mudejar (mudehar) (4) olarak bilinen Arap-İspanyol Müslümanlara, bazı fakihlerin menfi gözle baktıklarını biliyoruz. Geniş ve özgürdaru'l-İslam toprakları dururken, Hıristiyan İdaresinde İkinci sınıf vatandaş olarak yaşamanın ve gayr-i Müslim İdaresine boyun eğmenin nasıl bir İzahı olabilir?

Mamafih bu geleneğin hilafına, el-Magravi Moriskolara, hicret edememeleri halinde, takiyye yapmalarını tavsiye eder. Buna göre Moriskolar zahirde Hıristiyan İnancını kabul edebilir, “putlar” yani Hıristiyan İmajları önünde eğilebilir, namazlarını gizlice kılabilir; zaruret halinde abdestlerini, sadece kıble tarafına bakarak alabilir; haram olduğunu kalben teslim ettikleri müddetçe domuz eti yiyebilir, şarap İçebilir; geliri fakirlere dağıtılmak şartıyla faiz alabilirler. Aynı şekilde ölüme zorlanmaları halinde, dinlerini açıkça yani kavlen reddedebilirler fakat kalben bu İkrarı derhal reddetmeleri gerekir. Son olarak –ki bu Oran fetvasının en ilginç kısımlarından biri- Hz. Peygamber'e açıkça sövmeye zorlanmaları halinde, Moriskolar “Muhammed” yerine “Memed” ismini kullanmalıdırlar. Zira “Memed” (ya da Latincedeki yaygın yazılışıyla “Mahomet”), İsmen Hz. Peygamber'e değil, “Memed” adında birine atıfta bulunmuş olur ki bu bir Müslümanın Peygamberine açıkça küfretmekten kurtaran bir çözümdür.

Oran fetvası, güney İspanya'ya ulaşınca ne oldu? Moriskolar fetvayı nasıl karşıladılar? Takiyye yapmayı hemen kabul ettiler mi? Aralarında ne tür tartışmalar oldu? Takiyye yapmaya başladıklarında neler hissettiler? Çevrelerindeki Hıristiyanları ve yöneticileri inandırabildiler mi? Kendilerine has ne tür takiyye stratejileri geliştirdiler? Bu soruların cevabının çoğunu bilmiyoruz. Fakat tarihini bildiğimiz birkaç neticeden bahsetmek mümkün. Öncelikle takiyye İzninin, Moriskoların kamu alanındaki hayatlarını kolaylaştırmış olduğunu söyleyebiliriz. Zahirde Hıristiyan, gerçekte (ve evinde) Müslüman olan Moriskoların, hayatta kalabilmek ve ailelerini korumak İçin, bu ruhsatı yaygın bir şekilde kullanmış olmaları çok tabi.

Fakat takiyye stratejisinin Hıristiyan din adamlarını İkna etmediği anlaşılıyor. 16. yüzyılın ortalarından İtibaren, İspanya'daki Hıristiyan teologlar arasında Moriskoların vaftiz edilip Hıristiyanlığı zahiren benimsemelerine rağmen, gerçekten Hıristiyan olup olmadıkları konusunda ciddi tartışmaların başladığını görüyoruz. Temel teolojik soru şu: Vaftiz edildiği halde bir İnsan gizlice başka bir dine –İslam'a- mensup olabilir mi? Böyle bir kişinin Hıristiyanlığı makbul müdür? Bu soruya olumsuz cevap verenlerin tartışmaya hâkim olduklarını söylemek mümkün. Zira 1609 yılına gelindiğinde, İspanyol kardinali bütün Moriskoların “şüpheli bir grup” olarak öldürülmesi yahut İspanya'dan sürülmesi İçin son fetvasını verir. Moriskoların Avrupa'daki fiili varlığı da aynı yıl resmi olarak sona erer.

Fakat Oran fetvasının irad edilip İspanya'ya gelişinden 1609 yılına kadar Moriskoların gittikçe zayıfladıklarını, 17. yüzyılın başından İtibaren ise dini-kültürel manada bütünüyle asimile olduklarına şahit oluyoruz. Moriskolara geçici bir çözüm olarak takiyye yapmalarını tavsiye ettiğinde Cezayirli fakih el-Magravi'nin niyeti şüphesiz onların hayatlarını ve dinlerini korumaktı. Fakat bu kılıç zoruyla din değiştirme, hicret ve asimilasyon sürecinin bir asırdan fazla devam edeceğini kim tahmin edebilirdi? Neticede Moriskoların Avrupalı bir Müslüman topluluk olarak tarih sahnesinden silinişinde, İspanyol krallığının ve Hıristiyan din adamlarının politikaları kadar, Oran fetvasının da –paradoksal bir şekilde- etkili olduğunu söylemek mümkün. Zira evlerin alt katlarına, çatı aralarına, Arapça harflerle fakat Romanca ve İspanyolca olarak yazılmış –ki bu tür eserleri literatura aljamiada ya da kısaca al-jamia başlığı altında topluyoruz- birkaç İlmihal ve tarih kitabına İndirgenen İslam, birkaç nesil sonra bütünüyle ortadan kalkmıştır.

Burada sözü Morisko bir Müslüman'a bırakalım ve bu hazin tarihin bazı kesitlerini ondan dinleyelim. Aşağıdaki metin Mancebo de Arevalo adlı bir İspanyol Müslümana ait. 17. yüzyıl İspanya'sını ve reconquista'nin sonuçlarını tasvir eder. Yazarımız, Ziyaret ettiği bir hanımefendinin tavsiyesi üzerine Granada'lı aristokrat bir Müslüman'ın Ziyaretine gider. Hesapta olmayan bu Ziyaret –Zira yazarımız hac hazırlıkları yapmaktadır- yaklaşık İki ay sürer. Bu süre zarfında Mancebo ile Granadalı ev sahibi arasında pek çok konuşma geçer. Beraber okuyalım:

“Bayramı kutlamak için gittiğim Granada'da, Zilhicce ayının başında, veda etmek için (hanım) Mora de Ubeda'nın yanına gittim. Bana dedi ki: “Şimdi bize veda ediyorsun; birbirimizi bir daha haşir gününe kadar göremeyeceğiz. O yüzden bu levhayı [muhtemelen Kur'an-ı Kerim'i kastediyor] al ve onu kalbinde muhafaza et çünkü onu bereketli kılan ve Muhammed'e (selam ve salavat O'nun üzerine olsun) veren Cebrail'dir. Eğer Allah'ın İzniyle Mekke'ye varırsan, orada Peygamber Efendimizin kabrinde benim İçin dua et [Burada yer olarak Kâbe'nin mi yoksa şehir olarak Medine'nin mi kastedildiği açık değil].

Burada son günlerini geçirdiğini biliyorum ama senden bir ricam var: Gidip Yüce Benegas'i Ziyaret et, zira kendisi sıra dışı bir İnsandır. Benegas, Ali Sarmiento gibi bir dil uzmanı değildir ama büyük bir Arap âlimidir [bu, etnik kimlikten Ziyade, dini İlimlerdeki bilgisine bir atıf olsa gerek]. Onun ziyaretine o kadar çok İnsan gider ki şaşırırsın. Hayal kırıklığına uğramayacağından emin olabilirsin: tersine sana söylediğimden daha fazlasını göreceksin. Kendisi Granada'nın dışında Cuesta de la Higuera'da yaşar ve orada Vega civarında muhteşem bir çiftliği var. Ona benim selamlarımı ilet; Zira o hem bir dost hem de akrabamızdır.

Orada daha fazla vakit geçirmeyi düşünmediğim halde Mora'nın dediğini yaptım. Zilhicce ayının son günü, Yüce Benegas'ın evine vardım. Beni ancak asil bir İnsandan beklenecek şekilde karşıladı. Karşılıklı selam alışverişinde bulunduk. Üçüncü gün, bana bir Kur'an verdi ve Kur'an'dan İki cüz okuttu. Cüzleri bitirince Kur'an-ı aldı ve bana şöyle dedi: “Yüce Mevla seni muhafaza etsin ve seni felaha ulaştırsın”. Fakat benim hatalarımı düzeltmekten de geri durmadı Zira [Kur'an tilaveti konusunda] çok disiplinli İdi. Ben de bu tashihleri memnuniyetle kabul ettim. Birkaç gün sonra, birbirimizi bira daha yakından tanıyınca, bir Cuma günü beni çiftliğine götürdü. Küçük bir derenin kenarına oturduk ve bana şöyle dedi: “Evladım; senin Granada'da olup bitenlerden haberdar olmadığını biliyorum. Şimdi bazı şeyleri hatırlayıp sana anlatırsam, şaşırma. Bunlar her saniye benim yüreğimde yankılanıp duruyor. Olanların sancısını kalbimde hissetmediğim tek bir an, saat yok.

Ben Yahudilerin Timola'sını, putperestlerin Faraida'sını ve yıkım ve acıyla dolu daha başka hikâyeleri okudum. Bunların hepsi çok ağırdı ve herkes kendi kaybı için gözyaşı döktü. Fakat benim kanaatime göre Granada'nın evlatlarının çektiği acılar İçin kimse gözyaşı dökmedi. Söylediklerimden şüphen olmasın Zira ben onlardan biriyim ve olanların şahidiyim. Evli yahut bekâr, asil Müslüman kadınların aşağılandığını ve üç yüzden fazla bakirenin pazarda açık arttırma İle satıldığını bizzat gözlerimle gördüm(5). Sana daha fazlasını söylemek İstemiyorum çünkü yüreğim dayanmıyor. Dinlerini kurtarmak için mücadele ederken üç oğlumu, iki kızımı ve eşimi kaybettim. Hayatta kalan kızım, benim tek tesellim. O zaman bu kızım dört aylıktı. İşte ailemi böyle kaybettim. Her şey Allah'ın İradesiyle olur. Allah beni affetsin.

Evladım; ben geçmişe ağlamıyorum zira artık geriye dönüş yok. Ben asıl bundan sonrası İçin ağlıyorum; tabi eğer sana hayatını bağışlarlar da İspanya yarımadasında olanları görebilirsen. Kur'an'ın yüzü suyu hürmetine duam o ki bu sözlerim boşa çıksın. Hiç birisi benim tahmin ettiğim gibi olmasın. Buna rağmen, dinimiz öylesine zayıflayacak ki İnsanlar “müezzinin sesine ne oldu?” diye soracaklar. Atalarımızın dini nereye gitti diyecekler. Kalbinde acıma hissi olan İnsanlar İçin bu o kadar ağır ve acımasız bir şey ki. Beni en çok endişelendiren şey, bir gün Müslümanlar Hıristiyanlardan ayırt edilemez hale gelecekler; onlar gibi giyinecekler ve onların yediklerinden İçtinap etmeyecekler. Allah'tan niyazım o ki [Müslümanlar] en azından [Hıristiyanların] yaptıklarını yapmasınlar ve onların dinlerini kalplerine taşımasınlar…

Bütün bunları hadiselerden çok etkilendiğim için söylediğimi düşünebilirsin. Cenab-ı Hak, sonsuz rahmet ve sevgisi İle bu söylediklerimi gerçek olmaktan uzak tutsun Zira böylesi bir acıyı bilmek istemem. Eğer İsrailoğulları gözyaşı döktü diyorsak, bizim de gözyaşı dökmemiz büyük bir mesele midir? Fakat eğer biz bu kadar kısa bir sürede ayaklarımızı yere sağlam basamıyorsak, gelecek nesiller ne yapacak? Eğer babalar dinlerini İhmal ederlerse, torunlar o dini tekrar nasıl yükseltebilirler? Eğer fetihler sultanı İmanını muhafaza etmezse, onun haleflerinden ne beklenir? Sana diyorum, evladım, bizim çöküşümüz devam edecek. Yüce Mevla rahmetini bize yöneltsin ve bizi İlahi bereketiyle korusun.”

Akşam namazının vakti gelmemiş olsa, [Benegas] konuşmaya devam edecekti. Onun yanında İki ay kaldım. Yemin ederim bu iki ay bana iki saat gibi geldi, Zira hiç kimse onun kadar İnce bir anlayışına sahip değildi. Zaman zaman beni azarlaması yahut emirler vermesi dışında, söylediklerine yahut yaptıklarına karşı hiçbir itirazım olmadı. Kur'an ve Arapça ve İbranice tefsirleri [İbranice tefsirlerle ne kastedildiği açık değil] onun kadar İyi okuyup açıklayan başka birini görmedim. Sesi de mükemmeldi. Kızı İse biraz farklıydı. Çok eğitimliydi, hafız-ı Kur'an'dı ve muttaki bir hayatı vardı. Böylesi pür bir alicenaplığı görmek, büyük bir teselli İdi. Bu baba ve kıza veda ettiğimde, İki taraf da gözyaşlarını tutamadı. Kızı bana bir yüzük, babası da küçük bir mücevher verdi ve şöyle dedi: “Evladım, sana başka hediyeler vermek İsterdim fakat varlığımız artık tükeniyor. Bu mücevheri al. Ağırlığı 10 bin Maravedi'dir. 100 bin Maravedi de olsa, onu yine sana verirdim.” (6)

Bugünden geriye bakınca, Endülüs karşımıza hem bir “altın çağ”ın, hem de bir trajedinin adı olarak çıkıyor. Granadalı Müslüman asilzadenin bu İki gerçeği de yakinen görüp nasıl bir halet-i ruhiye ile geçmişe ve geleceğe baktığını yukarıdaki satırlar yeterince İzah ediyor. Ne yazık ki Granadalı'nın geleceğe yönelik İfadeleri büyük ölçüde doğru çıktı. Peki, 1609'dan sonra Moriskolara ne oldu? Dilleri, duaları, İsimleri, kıyafetleri, yeme-İçme alışkanlıkları, mimarileri, edebiyatları nasıl ortadan kalktı? Bu süreçte ne tür travmalar yaşandı? İslam ülkelerine göç edenler neler yaşadılar? Muhacir olarak gittikleri yerlere nasıl adapte oldular? Geriye dönüp baktıklarında neler düşündüler? Bu soruları cevaplayabilmek İçin önümüzde keşfedilmeyi bekleyen uzun bir tarih duruyor. “Avrupa İslam'ı” kavramının tekrar gündemimize girdiği şu günlerde Endülüs'ün 1492'den sonraki tarihini belki de yeniden okumamız gerekiyor.

KAYNAKLAR:

1- Bkz. Maria Rosa Menocal, Ornament of the World: How Muslims, Jews, and Christians Created a Culture of Tolerance in Medieval Spain (Boston: Brown. 2002).

2- Bkz. Anwar G. Chejne, Islam and the West: the Moriseos, A Cultural and Social History (Albany: State University of New York Pres. 1983).

3- Sultan BayeZid'e gönderilen bu mektup, Ahmed İbn Muhammed el-Makarri'nin Ezhari'r-riyaz fiahbari'l-İyaz (Kahire, 1939-42) I, s.107-15'te yer almaktadır. Bu mektubun İngilizce tercümesi ve bir değerlendirmesi İçin bkz., James Monroe, “A Curious Morisco Appeal to the Ottoman Empire”, al-Andulus. 31, 1996, s. 281-303. Abdulcelil Temimi, Moriskoların Osmanlı sultanına gönderdiği 18 mektubu Devletu'l-usmaniyye ve kadiyyeti'l-muriskiyyini'l-endelusiyyini Le goavernement otoman et le probleme morisque (Zagvan, 1989) adlı eserinde neşretti. Osmanlı sultanlarının Morisko taleplerine yönelik fermanları İçin de bu çalışmaya bakılabilir. Osmanlı-Morisko ilişkilerinin kısa tarihçesini şimdilik bir başka yazıya bırakmamız gerekiyor.

4- Mudejar ve Hıristiyan idaresi altında yaşayan diğer Müslüman azınlıklar İçin bkz., James M. Powell (ed), Muslims Under Latin Rule 1100-1300 (Princeton: Princeton University Pres, 1990).

5- Sultan Ahmed'in 1614 yılında, Venis valisine gönderdiği ferman, Granadalı'nın verdiği bu bilgiyi teyid ediyor. Temimi'nin yukarıdaki mezkûr eserinde (s. 19-20) yer alan bu fermanın giriş cümlesi şöyle: “Endülüs ahalisine hükm ki sidde-yi saadet-i destgaluma arz-ı hal gönderip küffar-i haksar-i delalet, eşar-ı İslam'larda gözü olup ve Arabi tekellum etmeyi yasak idup ve hamamlara şer-i şerife muhalif bazı teklif eyleyüb zulm ve ta'dilerinin olduğu…”

6- Zikreden L. P. Harvey, “The Political, Social and Cultural Hİstory of the Moriscos”. S. Khadra Jayyusi (ed.), The Legacy of Muslim Spain (Leİden: Brill, 1994). S. 218-9.

MORİSKOLARLA ARJANTİN'E GELEN İSLAM HIZLA YAYILIYOR