31 Ağustos 2023

----- Değerlerin boşluğu: Kültürel mirasımızın yitirilişi -----

Son 10 yılda dünya genelinde gördüğümüz LGBT saldırganlığı çok açık bazı gerçeklere işaret etmektedir. Karanlık niyetlerini korkusuzca ortaya serip, insanları etkilemek için abartılı örneklerle oynayarak ve hedef göstererek, istedikleri konuların toplumsal zihinlerde yeşermesine kapı aralıyorlar. Peki biz bizi biz yapan çoğu değerlerimizi hurafe kıskacında eritirken ne yaptık? Hakikaten, saldırdığımız şeyin ve ortadan kaldırdığımız değerlerin mahiyetini, toplumsal dokuda ne rolleri olduğunu, ne görevleri ve anlamları taşıdığını kaçımız düşünüyoruz, kaçımız bu hususta merak sarıyoruz?

Hurafe diyerek yıktıklarımızdan geri kalan boşlukların asla boş kalmayacağı ve her seferinde daha derinlemesine ve üstün bir biçimde doldurulması gerektiği gerçeğini içselleştirmiş değiliz. Sadece niyetimizin temiz olduğunu idrak ediyoruz. İşte bu yüzden bu boşlukların, ilahi bir el tarafından doldurulacağı ümidiyle avunuyoruz. Fakat acı bir şekilde, beklediğimiz gibi bu işlem gerçekleşmiyor.

Gerçekte, bu boşlukları, onları meydana getirmemiz için sürüklenenler dolduruyor. Örneğin, cami, tekke, dergah ve zaviyeleri hurafe ve sapkınlık yatakları olarak tasvir ediyorlar. Biz de bu tasvirleri kabul ediyor ve dergahları, tekkeyi terk ediyoruz. Lakin neden insanların bu mekanlara yöneldiklerine dair pek az kavrayışımız vardı ve terk ettiğimiz bu değerleri nasıl tekrar canlandırabileceğimize dair hiçbir fikrimiz yoktu. Şu anki dönemde ise, televizyonları, alışveriş merkezlerini, sinemaları, stadyumları, bilardo salonlarını ve barları öneriyorlar... Televizyon izlemek, oyun oynamak, sosyal medya kullanmak, spor yapmak, alışveriş merkezlerinde dolaşmak gibi eylemler, hurafe ya da günah olmadığını kabul ederken, neden tekkelerde gerçekleştirilen zikirleri hurafe ve sapkınlık olarak nitelendiriyoruz? Bu iki yüzlülüğü sorgulayamıyoruz.

Mesela, 30-40 yıl önce anlatılan menkıbelerde Hz. Ali'nin kılıçtan etkilenmediği, okların ona isabet etmediği ifade edilirdi. Yalnızca namaz kıldığı sırada cildinin yumuşadığı rivayet edilirdi. Hz. Ali'nin Hayber Kalesi'nin demir kapısını tek bir tekmeyle yerle bir ettiği ve hatta bu kapıyı bir kalkan olarak kullanabildiği hikayeleri anlatılırdı. Bu hikayeleri hurafe olarak kabul edip reddettik. Aynı şekilde süper kahramanların da kılıçlardan etkilenmediği, kurşunlara karşı dayanıklı olduğu ve binlerce düşmanı yenebileceği anlatılır. Lakin bu tür hikayelere hurafe gözüyle bakmıyoruz. İronik olan, Hz. Ali'nin kahramanlıklarını sorgularken, süper kahramanların olağanüstü yeteneklerine kuşkuyla yaklaşmamızdır.

Bu tür hikayelerin gerçekte çocukların kahramanlık arzularını tatmin ettiğini, bu kahramanların vasıtasıyla ahlaki değerlerin, erdemlerin ve manevi rehberliğin aktarıldığını görmeliyiz. Bu yüzden çocuklarımız artık farklı kahramanlar yerine süper kahramanların dünyasında büyüyorlar. Geleneksel aile düzenini eleştirerek, kadının ezildiğini, sömürüldüğünü ve mahvolduğunu öne sürdüler. Erkeklik özellikleri kötü örneklerle ilişkilendirilerek aşağılandı. Erkek, ailenin reisi olmaktan çıkarılıp yalnızca maddi destek sağlayan bir araç haline getirildi. Babalarının evden kovulduğu durumda çocuklar annelerine emanet edildi. Anne, rahminin esirgeme ve koruma amaçlı olduğu, terbiyeye uygun olmadığı iddiası da  değerini yitirdi. 

Ulema, hocalar, şeyhler ve melekler hakkındaki saygımız azaldı. Kullandığı kelimelerin anlamını dahi bilmeyen gençler tarafından aşağılandılar, dinleri küçümsendi. Artık toplumun dinleyeceği, öğüt alacağı mümin liderleri kalmadı. Yeni öğretmenlere alan açmak için önde gelen düşünürlerimizin prestiji sarsıldı, etkileri zayıflatıldı ve görüşleri göz ardı edildi. Gazali, Arabi, Teymiye, Mevdudi, Geylani, Ebu Hanife… tüm bu büyük isimler değersizleştirildi ve taşıdıkları değerlerle birlikte boşluğa sürüklendiler. Sonrasında ise başka birileri geldi ve boş kalan yerleri doldurdu. Sayıları giderek artan "uzman elit" sınıfı, bize rehberlik etmek üzere gönderildi. Fakat bu uzmanlar genellikle sığ bilgiler sunmaktan öteye geçemediler. Ahlaki erdemleri, edebi zarafeti, haya duygusunu, merhameti ve manevi değerleri fazla anlatmadılar.

Sonuç olarak, geleneksel değerlere yönelik saldırılar sonucunda, Batı kültürünün tesiri altına girdik. Sünnet, hadis ve menkıbeler gibi önemli unsurlar da hedef alındı ve tahrip edildi. Geleneksel giyim tarzları ve müzik türleri yerine Batı tarzı giyim ve müzik tercih edildi.

Bu süre zarfında, ahlaki değerlerimizi ve kültürel mirasımızı yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Şimdi Batı’nın hurafelerini de sorguluyoruz hamdolsun ancak daha değerli ve anlam yüklü unsurlarla doldurmadıkça, toplumsal daha derin bir kopuş kaçınılmaz olabilir.