VF kat sol
VF kat sağ


Kıt

Çaresizlik, aklı büken şarlatan. En rahatsız uyku. İki yolun yanlış olanı. Bir türlü aydınlanamayan tan yerinden önceki keskin soğuk. Bir damla ışığa tahammülsüz.

Dolaştığı hangi kıvrımlar? Akıl mı, kalp mi? Hangisini devre dışı bırakıyor? Düşünceleri mi, merhameti mi?

Bir dostum çaresizlik için, “çırpınarak boğulma” demişti. Çırpınmaktan vazgeçersen su yüzüne çıkabilir ve istediğin yere yüzebilirsin.

Evet, hayat suya benziyordu. Rengi değişiyordu karamsar ve iyimser günlere göre. Felaket anında fırtına kopuyordu ve dev dalgalar oluşuyordu. Fırtınadan batmak istemeyenler, bir kara parçasına ya da zaten batık olan denizaltılarına saklanıyorlardı. Nice büyük gemiler devriliyor, paramparça oluyorlar, mürettebat ve yükleri etrafa saçılıyordu. Bir geminin batışı bazen birilerini boğulmaktan kurtarıyordu. Enkazdan artakalanlara tutunup, dinlenip su üstünde durabilenler çoktu.

Ama nereye kadar su üzerinde kalabilirdik? Her an fırtına çıkmasından, dev dalgaların bizi gömmesinden korkarken, suda ayağımız nelere değiyor ya da bir tehlike var mı bilmeden, ne kadar derin olduğunu göremeden, nasıl yüzebiliriz?

Yüzmekten de yoruluyor insan. Yani yaşamaktan… Kalp yorgunu birine bakın, nefes almak külfet gelir ona. Kıt havayı isteksizce içine çeker, sanki çektiğinden fazlasını dışarıya verir.

Hayatta kalmaktan başka gayesi olmayanlar hiç mi yorulmayacak, hiç mi tutunmak istemeyecek birine, birilerine?

Sadece çaresiz kalma ihtimalinin düşüncesi bile bizi ona bir adım yaklaştırıyor. Varlığını kabullenmek bile... Bu durumda suyun üzerinde kalmak gerçekten kurtuluş mu?

Asıl kurtuluş arşa yaklaşmak olmalı. Akılla ve kalple. Kalp inanacaktır tüm tehlikelerden arınabileceğine ve ait olduğu yere varacağına. Aklı onu inandıracaktır. O zaman su üzerinde yürüseniz de zaten şaşırmazsınız. Çünkü mümkündür.

O zaman hiç kimse çaresiz kalmaya sebep bulamaz. Bizi çaresiz bırakan aklımızdır. Yokluğu zararlı çıkartır. Allah kaderi yaratandır. Nereye kımıldayacağız Yaradan istemeden? Ya da nedir ki yaşadığımız, gördüğümüz onun yarattıklarından başka? O zaman hangi şey huzursuz edebilir bizi? O zaman hayatın ne tarafı su, ne tarafı gök, ne tarafı kara parçası fark eder mi?

Ama bir de şu var:

Çırpınanlardan sıyrıldığı gibi, onların üzerinden geçip gitmeyi de başaran insan, dünyanın hâkimi sanıyor kendini. Sonra o gücünü kaybettiğinde, hazmedemiyor yeniden suyun dibine çekilmeyi. Yüzmeye çabalayanların üzerine abanıp batmamaya çabalıyor. Her geçen gün daha bir ağırlaşıyor, ağırlaştıkça vahşileşiyor.

Gücü kendinde sanmakla ne çok yanılıyor insan. Yanıldıkça geri dönülemez yanlış yolda buluyor kendini, geri dönülemez bir çaresizlikle yaşamaya başlıyor.

Her gün kendini sınamalı insan. Sınırlarını öğrenmeli... Çünkü her gün değişiyor o sınırlar. Çünkü büyümek hiç bitmiyor. İnsan bakışında kirlenen yüz kolay kolay temizlenemez belki. Ama Yaradan, kirlenen kalpler için hep bir ümit bahşetmiştir.

Hep bir af vardır, dilenmesi beklenen.

Hep bir ümit vardır, özümüze dönmek, çaresizliği öldürmek, af dilemek için.

Gelin görün ki hep bir kıtlık mevzusundan söz ediliyor ya son demlerde… bu sevgi, ifşada hakikat, insan gibi insan kıtlığında, dünya gözüyle gördüğümüz bir ramazanın daha son deminde son derece kıt kalan ümidi dileyelim Hz. Allah’tan. Kalbe iyi gelir.

Bu vesile ile mübarek bayramınızı tebrik eder, Hakk’a ve hakikate ulaşmaya, hayırlara, sağlığa ve selamete vesile olmasını dilerim.

***

Künye: Kıt, ihtiyaca yetmeyecek kadar az, yetersiz (TDK Türkçe Sözlük).