17 Aralık 2016

1. Dünya Savaşı’nda Sarıkamış faciası

Bugün; önce, bundan 102 yıl önce 18 Aralık 1914 tarihinde başlatılmış Sarıkamış Harekatı Faciasını, daha sonra 75 yıl önce 17 Aralık 1941 tarihinde yaşanmış Ekmek Karnesi uygulamasını sizlerle paylaşacağız.

Sarıkamış Harekatı Faciası

Osmanlı Devleti'nin 1.Dünya Harbine Almanlara yardım olsun diye İttihatçı yöneticiler tarafından nasıl sokulduğunu daha önce anlatmıştık.(Bakınız:Yenisöz Gazetesi, 23.10.2016)

Doğu Avrupa'da Ruslarla harp halinde olan Almanlara yardım etmek, kazanılacak bir zaferle Kafkaslar ve Orta-Asya'daki Türk illerinin kapısını açmak maksatlarıyla, Türk bayrağı çekilip, Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman zırhlısı, Karadeniz'deki Rus limanlarını bombardıman etti.

Böylece son derece zayıf durumdaki Osmanlı Devleti, güçlü ve donanımlı Rusya'ya karşı savaşa sokulmuş oldu.Rusya buna karşılık olarak 30 Ekim 1914 tarihinde Türkiye'ye taarruz etti. Rus-Kafkas ordusu, Karadeniz'den Ağrı Dağındaki hudut üzerinden yedi kol halindeki saldırısıyla Pasinler'e kadar ilerledi. Rus ordusunun taarruzu, Köprüköy'de durduruldu.

Enver Paşa, bu olayın ardından Erzurum'a kadar gelmiş, birkaç askeri birliği teftiş etmiş, şimdi düşman Ordusunu bir karşı harekat yapmayı planlıyordu.

‘Dağ şartlarında ve üstelik soğuk ve karlı havada yapılacak hazırlıksız bir savaşın' başarılı olamayacağı uyarılarını ciddiye almayan ve “Katıksız bir Alman hayranı” olarak tanınan Enver Paşa, Almanya'nın ısrarlarına dayanamayarak ve harekâtı başlatıp, ordumuzu, düşmana değil, kara ve soğuğa mağlup etmişti. Eksi 40 derecedeki soğuğa dayanamayan erler, düşmanla ciddi bir çatışmaya girmeden kötü iklim şartlarına mağlup oldular.

Enver Paşa, ordu kumandanı Hasan İzzet Paşanın, bu mevsimde harekat yapılamayacağı, taarruzun bahara bırakılması tavsiyesine karşılık, onu vazifesinden azletti ve taarruza karar verdi. Üçüncü Ordu Komutanlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa, 18 Aralık 1914 tarihinde, kıtalara, taarruz emrini verdi.

Sarıkamış Harekâtı'nın tam bir faciaya dönüşmesi, Allahüekber Dağları üzerinden 26 Aralık 1914 gecesi verilen taarruz emri sonucu oldu.

Tarihçi yazar Süleyman Kocabaş bu vakıayı şöyle anlatır:“Büyük bir kolordu, düşmana değil, kara ve soğuğa mağlup oldu. 40 – 100 cm üzerindeki kar ve eksi 40 derecedeki soğuğa dayanamayan erler, düşmanla ciddi bir çatışmaya girmeden kötü iklim şartlarına mağlup oldular. Asker, soğuktan ve üstelik de çıkan tipiden kurtulmak için darmadağın oldu. Nerede bir ışık ve yanan ateş gördülerse oraya koştu. Bunlar sınırlı olduğu için kolordunun tamamına yakını soğuktan dondu. Başarısız harekât sonucu 90 bin kişi tamamen erimişti. Ordu çökünce Ruslar, Doğu Anadolu'yu rahatlıkla işgal ettiler. Görülüyor ki Sarıkamış Faciasının baş sebebi, Almanlar ve onlara kayıtsız-şartsız itaat eden Enver Paşa olmuştu.(Kocabaş,2014)

Onbinlerce asker donma, dizanteri ve tifo gibi hastaliklar yuzunden sehit oldu

Taarruza iştirak eden birliklerin büyük bir kısmı, özellikle Arabistan'dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu'dan sevk edilenler, sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış şartlarına hazırlıksızdı. Üçüncü Ordunun üç kolordusu (9, 10, 11. Kolordular), 24 Aralık 1914 günü -39 derece soğukta Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma (İhata) Harekatına başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de, Ardahan'a hareket etti. Üçüncü Ordudan bazı kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış'a ulaşmayı başardı.Ancak, Allahü Ekber Dağlarını aşarken çetin zorluklar ve kış şartları sebebiyle gerek miktar, gerekse mevcut silahları yönünden çok zayiat ve kayıp verdiler.

Kış, 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan kar, yolları tıkayıp, çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu soğuklar bastırınca, 150 000 kişilik ordunun 90 000'i (veya 60 000'i) donma, dizanteri ve tifo gibi hastalıklarla mahvoldu. Sarıkamış İstasyonuna giren Enver Paşa, bu felaket karşısında, Üçüncü Orduyu yüzüstü bırakıp, İstanbul'a döndü.

Ordunun kış şartlarına hazır olmaması ve olumsuz iklim şartları sebebiyle ikmal ve iaşe hizmetlerinin yapılmayışı, kıtalarda açlığa, hayvanların telef olmasına, dolayısıyla birliklerin dağılmasına sebep oldu. Enver Paşanın şuursuzca verdiği gece taarruzu emirleri, kayıpları daha da arttırdı.

Harbin başında bu cephede elde bulunan kuvvetli, canlı bir ordu, o zaman henüz otuz beş yaşını süren Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa'nın adına Sarıkamış Hareketi denilen macerasıyla, birkaç gün içinde tamamen mahvolunca Doğu Anadolu, düşman istilâsına açık kalmıştı.

Sarıkamış Harekatı sonunda, Doğu Anadolu kapıları, Ruslara açıldı. 13 Mayıs 1915'te Ermenilerin işbirliği yaptığı Rus kuvvetleri, önce Van'a, bilahare Muş ve Bitlis'e girdi.

Hal böyle iken millet,Enver Paşa tarafından resmen kandırılıyordu.Enver Paşa, Meclisi Mebusan'da “Rus Ordusunu yendik” şeklinde bir açıklama yapmış ve bu açıklama alkışlanmıştı.

Enver Paşa'nın yaptığı açıklamalarda özellikle “Rus Ordusu'nu artık bizim için bir tehlike teşkil edemeyecek hale soktuk” demesi uzun ve sürekli alkışlarla karşılanırken, Mehmetçik de kutlanmıştır. Bu söz, 70.000 insanın yitirilmesiyle sonuçlanan Sarıkamış bozgunundan sonra söylenmişti. (Tunaya,1989:502)

Ahmet Hamdi Tanpınar,bu bölgede Sarıkamış Harekatı münasebetiyle yaşananları şöyle dile getirmektedir:

“Hiç bir yerde memleketin Birinci Cihan Harbi'nde getirdiği tecrübenin acılığı burada olduğu kadar vuzuhla görülemezdi. Bu, eski ressamların tasvir etmekten hoşlandıkları şekilde ölümün zaferi idi. Dört yıl bu dağlarda kurtlara insan etinden ziyafetler çekilmişti. Ölüm, her yana dolu - dizgin saldırmış, seçmeden avlamıştı. Uğursuz tırpan durmadan bir saat rakkası gibi işlemiş, rast geldiği her şeyi biçmişti. Ölüm, bu kadar yakından kokladığı insanların peşini kolay kolay bırakmıyordu. Er geç bir tarafta karşılarına çıkıyor, sofrasını açıyor, buyurun diyordu. Başka bir şey yapmadığı için sadece hatırlatıyordu. Her mecliste, yol üstünde bırakılmış ihtiyarların, süt emen çocuğunun ayakaltında ezilen parçalarını kundaklayarak ninni söyleye söyleye yola koyulan annelerin, başını sahibinin göğsüne dayayıp ölen cins atların hatırası diriliyor, kaybolan çarşı, yıkılan şehir, bozulan ev, birden bire suyu çekilen bir nehir gibi ortadan silinen bütün bir hayat, dinmeyen yaralar gibi kanıyordu.(Tanpınar,1969:26)

Sarıkamış Faciası'nın Rakamları

Şevket Süreyya Aydemir'e göre bu büyük facianın rakamı 90 bindir:Savaşa katılan subaylardan biri olan Aydemir Sarıkamış Faciasını şöyle anlatır:

Bu Sarıkamış dramı oynanırken ben, henüz asker değildim. Fakat sonra asker olup da cepheye varınca, katıldığım bu muharebenin hikâyeleri henüz canlı olarak yaşıyordu. Çünkü bu katıldığım birlikler, o harekete katılan alaylar ve tümenlerdi. Sarıkamış faciası, 90.000 kişilik bütün bir orduyu hemen tamamen yutmuş olmakla beraber, bu alaylarda hâlâ, bu savaşın döküntülerinden birkaç kişi bulunuyordu. Sarıkamış öyküleri, bizim cephe sohbetlerinin, daima kanlı ve karanlık bir konusu olarak kaldı. Bir Allah-u Ekber dağından, bir Allah-u Ekber gecesinden bahsederlerdi. Sarıkamış çukurunun kuzeybatısına düşen bu yolsuz, izsiz dağlarda, bir adım ilerisinin görülmediği kar tipileri ve fırtınalar arasında bir türlü sabahı gelmeyen zifirî bir gecede, hatta bir tek düşman görmeden, bir tek düşman öldürmeden olduğu yerde donan, eriyen binlerce yaralı ve yarasız askerin hikâyesini anlatırlardı. (Aydemir, 1974:99)

Tarık Zafer Tunaya'ya göre; Osmanlı İmparatorluğu'nun 1914'te silah altına aldığı asker sayısı 2.850.000'dir. Şehit sayısı 550.000 kadardır. 2.059.000 yaralıdan 891.634 asker köylerine sakat kalarak dönmüşlerdir. Yalnızca, Sarıkamış seferine katılmış olan 90.000 Türk askerinin 70.000'i soğuk, hastalık ve kötü yönetimden ölmüştür.(Tunaya,1989:522)

Mütareke günlerinde Turhal'a gelen Binbaşı Hüsrev Gerede burada bir Sarıkamış Şehidinin yakınıyla karşılaşır:

Turhal'da zavallı köylü kadınların kimisinin Sarı Osman'ını, kimisinin Karayağız Mehmed'ini sormaları bizi cok üzmüştü.Biri “Efendi, torunum dört sene evvel Sarıkamış Muharebesine gitmişti.Haber yok.” Diyordu.Bahçesindeki ağaçları göstererek “Ahmed'im gittiği zaman bu ağaçları kendisi dikmişti.Şimdi meyve veriyor.Acaba gelip bu meyvelerden yiyecek mi? diyerek ağlayan bir yürekle soruyordu. (Gerede-Önal-2003:41)

2.DÜNYA SAVAŞINDA EKMEK KARNESİ UYGULAMASI

Milli Şeflik Devri denilince Türk Halkının belirli bir yaş grubuna girenlerin hatırladıkları bir kaç sembol hadise vardır. Bunların başında 2.Dünya Savaşı günlerinde uygulanan kötü politikalardan dolayı Türk halkının açlığa ve yoksulluğa mahkum edilmiş olması gelmektedir.

Ekmeğin Karne ile Alındığı Günler:

1941 yılının 17 Aralık günü halkın yegâne tüketim ve ihtiyaç maddelerinden olan ekmeğin ülke genelinde karne ile dağıtılacağı ilan edilmiş, Ocak ayından itibaren aile reislerine ekmek karneleri dağıtılmaya başlanmıştı.

Dönemin şahitlerinden Prof. Dr. Orhan Okay yaşadıklarını şöyle anlatır:“Kişi başına bir günlük sarfiyat yarım ekmekle sınırlandırılmıştı. Ağır işçi sayılanlara tam ekmek yiyebilme izni veriliyordu.” (Okay,2003:98)

Tarihçi yazar Kadir Mısıroğlu da dönemin şahitlerinden biridir.Mısıroğlu, yaşadıklarına hatıralarında şöimagesyle yer verir:
“Karnesi olanlara pul gibi küçük kuponlar verilmişti. Kuponlar çocuk, işçi ve ağır işçi olmak üzere üç gruptu.” (Mısıroğlu,1998:29)

Halkın en temel ihtiyaç malzemesi ekmeğin dışında gazyağı, şeker, çay, tuz gibi maddeler de aynı şekilde karneyle alınabiliyordu. Esasen bunların karneyle dahi bulunabilmesi ayrı bir maharet konusuydu. Bu yüzden dolayı muhallebilerde şeker yerine pekmez kullanıyorlardı.

Karne ile dağıtılan ekmeğin gramı ve rengi de yaşanan zaman içersinde değişikliğe uğramış, “ekmek iyice küçülmüş ve kararmıştı.” (Okay,2003:97)

Mihri Belli, kuponla satılan ekmeğin ekmek kalitesinden çok uzak olduğunu anlatır:

“Kuponla satılan adam başına 300 gr ekmek çamurdan yoğrulmuş gibiydi. Yiyenin midesine oturuyordu. Bir süre sonra o da azaltıldı.” (Belli,1989:211)

Diğer mamuller gibi ekmeğin bulunması da artık bir problem olmuştu. Çeşitli vesilelerle ülke için geziler yapan bürokratlar dahi “ilçe merkezlerinde ekmek bulamıyorlardı.” (Kayra,1995:100)

Ekmek Yokluğundan Doğan Karaborsa

Temel gıda maddelerinin piyasada serbestçe satılamaması bir süre sonra karaborsa ve vurgunculuğu ortaya çıkarmıştı.
“Gazetelerde sahte kepek ve un fişi tanzim etmekten suçlu odacıya 2 yıl, değirmen bekçisine 1 yıl hapis cezası verildiği belirtilirken; pahalı üzüm ve diş macunu satan şahısların da cezalandırıldığı belirtiliyordu.” (Bila,1999:97)

Piyasadaki yokluğun bir sebebi de, devletin halkın ürettiği mahsule tarlada el koymasıydı.İnsanlar açlıktan ölme safahatına girmişlerdi. Trakya gibi münbit toprakların insanları dahi uygulanan ağır besleme politikalarından dolayı açlıktan ölüyorlardı.
Dönemin şahitleri o korkunç günleri şöyle anlatırlar:

“Tek Parti Rejimi Hükümeti köylüden yüzbinlerce ton buğdayı topluyor, nemli ambarlarda çürütüyor, köylü ise açlıktan ölüyordu.” (Belli,1989:53)

“Resmî müesseseler halka ölmeyecek kadar mısır, fasulye ve tahıl dağıtıyorlardı ama bunların hepsi kurtlu çıkıyordu.” (Mısıroğlu,1998:29)

“Tarlasındaki ürün devlet vazifelilerince kaydedilen vatandaşlar, bir kaç kilo mısır bulmak için komşu vilayete yolculuk yapmak zorunda kalıyordu.” (Kopuz,2003)

Ülke halkının üzerine çöken bu büyük karabasan çok geçmeden neticelerini vermeye başlamıştı.Sonraki dönemin Bakanlarından Cahit Kayra bu vakıayı şöyle anlatır:“Verem ve frengi korkutucu ölçülerde yaygınlaşmıştı.” (Kayra,1995:100)