14 Temmuz 2017

15 Temmuz’dan ders çıkardık mı?

“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır” Ali İmran 54 ve Enfal 30

15 Temmuz gecesi bizzat Fatih Saraçhane'deki direniş içinde bulunma imkânına kavuştuğum ve milletimizin, belki de tarihte hiçbir benzeri olmayan cehdinin kaleme dökülmesi elbette namümkün.

Evet, kalplerin sahibi olan Allah-ü Teâlâ hazretleri zındıkların, fâcirlerin, İslam ve millet düşmanlarının kalbine korku salarken, milletin kalbindeki korkuyu alıp, ceht/cihad aşkıyla doldurmuştu.

CIA'ı, BND'si, MOSSAD'ı, MI6'sı, BAE'si ve dahi bilumum terörist, NATO şemsiyesi altında bir araya gelerek FETÖ diye teşekkül ettirdikleri şeytanî yapılarına; narkozdan uyanan, aslına rücuya çalışan, dünyaya nizam veren eski günlerine doğru adım adım ilerleyen Yeni Türkiye'ye, 20'nci asrın başında Osmanlı'ya yapılanın aynını yaptırmak istemişlerdi.

Yeni Söz olarak 16 Temmuz 2016 tarihli nüshamızdan bu yana sürekli vurguladığımız gibi, bu bir ‘darbe' değil; İSYAN, İÇ SAVAŞ VE İŞGAL GİRİŞİMİYDİ.

Devlet ricalinin çok azı, bu teşhisimizin bir bölümünü hâlâ dil ucuyla kullansa da, bir türlü yürekten söyleyemedi.

Oysa o gün bu girişim ‘isyan, iç savaş ve işgal' olarak tanımlansaydı, rol alan şerefsizler terörle değil, SAVAŞ SUÇU ile yargılanırdı. Zira silahlı bir güç, Türkiye Cumhuriyeti'ne savaş ilan etmiş ve soykırım yapmıştı. Bu faaliyet savaş suçu sayılsaydı muhtemelen hem iç, hem de uluslararası hukuk açısından neticesi farklı olurdu.

ABD'nin kendi ülkesinde değil, başka memleketlerden yakalayıp getirdiği, tamamına yakını ceza almadan kurtulan Guantanamo tutuklularına yapılan muamele ve giydirilen elbiseye bakın, bir de 15 Temmuz'un faillerine gösterilen hoşgörüye…

‘Devlet' denilen, ancak önemli ölçüde devletin varlığı pahasına koruduğu bürokrasi; hantallığı, yakınlarını korumacı aymazlığı bir yana soğukkanlı hareket edemeyen, kendi fikrinden başka hiçbir fikre itibar etmeyen işgale yol açmış durumda.

Çeşitli hesaplar uğruna siyaset, siyasetçi yakını ve devletin bütün nimetlerini kendi geleceği için israf ve talan etmekten imtina etmeyen ve gerçekte de DEVLETİN FİİLİ SAHİBİ BÜROKRASİ henüz hesap vermedi.

FETÖ'yü koruyan, FETÖ'cü siyasetçi ve bürokratları koruyucu açıklamalar konusunda ısrar eden Başbakan yardımcılarından aşağı doğru kim varsa milletle alay etmekte, 15 Temmuz ruhuna zarar vermekte, kendi gelecekleri için milletin vicdanına hançer saplamaya devam etmekteler.

CHP ve HDP ile bunların yönetim kadroları, küresel yönetmenin kendileri için biçtiği rolü başarılı ya da başarısız bir şekilde oynuyorlar. Bu nedenle onlara ‘Allah önünüzü tıkasın, ülke ve millet aleyhine olan her icraatınızda hüsran şerbetinden kana kana için' demekten başka ne diyebiliriz?

Amma gelin gerçek muhakemeyi kendi mahallemiz üzerinden yapalım.

Bizim yazarımız Hüseyin Adalan FETÖ mücadelesine devletten yaklaşık 5 yıl önce başlamış bir gazeteci. FETÖ tarafından hakkında 2 bine yakın dava açılmış. Bunlardan birini kaybedip para cezası almış, parayı ödeyemediği için de ‘hâkim' cezasını tuvalet temizliğine çevirdi.

O da ibreti âlem için, ‘FETÖ'yü temizlemek için mücadelemde bana desteğini esirgemeyen devlet, elime bir fırça bir de deterjan verdi, ‘FETÖ'nün devlette ne işi olabilir, yanlış yerde arıyorsun, işte FETÖ'ün olduğu yer, al burada temizle' dedi, bende onu yapıyorum'  diyerek teselli buluyor.

Son olarak da hiç davetiye almadığı davada, mahkeme Gülen'e terörist dediği için 50 bin lira tazminat ödemeye mahkûm ediyor, sahte imza ile kendisine güya tebligat yapılıyor, davanın hâkimi terfi ettiriliyor, konu gazetemizde manşet, köşe yazıları ve sosyal medyaya konu oluyor, ama bu Türk devletinin kıdemli sahiplerini harekete geçirmeye yetmiyor. Hüseyin'e halini hatırını bile sormuyor, ‘ne oldu bize bir anlat' bile denmiyor. Yani umuruna bile almıyor.

Adalet Bakanı sessiz, HSK (HSYK) sessiz, yani 15 Temmuz'dan sonra FETÖ Türkiye'de dava kazanıyor ve bir gazeteci FETÖ tarafından devlet eliyle mağdur ediliyor, devletin ilgisini çekmiyor. Sadece devletin mi muhafazakâr medyanın bile umurunda değil. Bunun aynının bir solcuya yapıldığını düşünün. Yok yok düşünmeyin. İşte o zaman görürsünüz dünya nasıl tersine dönermiş de başınız döner…

Ama lafa geldi mi, herkes mücadele etmek yerine başkalarını suçluyor. Demek ki siyasetçiler, bürokratlar masum, başka herkes hatalı. Onların hiçbir zaafı yok. Onlar yakınlarını korumuyor. Onlar… Onlar… Onlar hep haklı biz hep haksız.

1982 yılında Abdullah Aymaz adlı pisliğin, Erbakan hoca için “münafık” dediğini ve tepkimi daha önceleri yazmıştım. Bu fakir, o günden bu yana bunların alçak olduğunu, hain olduğunu, İslam ve Müslümanlara düşmanlık ettiklerini, devleti işgal ettiklerini söyleye geldi. Yazılar yazdı, haberler yaptı. Kitap bile yazdı…

Allah muhafaza başımıza bir şey gelse, FETÖ belası ile mücadele ettiğini iddia eden devletin bizi koruyacağından emin değilim. FETÖ ile mücadele kurullarının hâlâ FETÖ'cü çıktığı, 5 kişilik kurulun 4'nün, 5 kişilik kurulun 3'nün FETÖ'den tutuklandığı bir ülkede, Bakanlar Kurulu ile MKYK'da temizlik yapılmadan ve mücadeleyi adam gibi yapar hâle gelmeden riskli işlere imza atacağıma ben de inanmıyorum. Zira 15 Temmuz gecesi tankları durdurmak için iş makinesi vermeyen CHP'li belediye ile ilgili AK Parti yöneticisinin attığı twiti yayınladığımız için gazetemize para cezası kesti mahkeme. Bilmem şimdi derdimi anlatabildim mi?

Şükürler olsun biz hiçbir şeyimizi dünyalık için yapıyor değiliz. ‘Muhafazakâr medya' içinde bile ayırımcılık yapıldığına göre buyursunlar ‘zamane dostları' ile birlikte yapsınlar ne yapacaklarsa. Başka mahalleden buraya iltica edenlerin itibar gördüğü, asli çocukların hâlâ itilip kakıldığı bir dünya var önümüzde.

Diyebilirsiniz ki 15 Temmuz'un sene-i devriyesinde bunları yazmanın sırası mı? İyi de onların yaptıklarının sırası mı? Allah aşkına bakanların açıklamalarına bir bakın… Mesela 15 Temmuz'da Sağlık Bakanı'nın işi, dünyanın en zehirli maddelerinden glikozu aklamak mıdır?

Buyursunlar zeytinlikleri talan edip, hem bir yandan 15 Temmuz köprüsünün yanındaki AVM'sine ibneleri (LGBT'ci) davet edip ifsad eğlencesi yapan, diğer yandan Aydın'da kanunu hiçe sayarak, tarım Bakanının gözünün içine baka baka on binlerce zeytini kökleyip jeotermal tesisi kuran; iki de bir FETÖ'cüleri koruyucu, sıkışınca FETÖ'cülerin aleyhinde açıklama yapan Balıkesir de, Çanakkale'de turistik tesis inşa eden kabine üyesinin inşaat şirketinin zeytinlik talanlarını aklamak ve yenilerini eklemek için yeni kanun hazırlığı yapanlarla birlikte mücadele etsinler.

Bunları yazmam ne mücadeleden vazgeçtiğimiz ne de 15 Temmuz zaferinin kutlanmasına katılmayacağımız anlamına gelemez. Aksine meydanı FETÖ aklayıcılarına bırakmamalı ve meydanları doldurmalı, gündemi onların belirlemesine izin vermemeliyiz.

Bu yıl da yine milletle beraber meydanlarda olacağız. Siz de olmalısınız!

Bu vesileyle diyoruz ki, bu olup bitenler, bu yazdıklarım sizin de bildiğiniz ama ‘birileri yazsa' diye beklediğiniz şeyler. Bunu bile bile herkes meydana koşmalı, herkes bu mübarek zaferi kutlamalı.

Yarın: FETÖ'nün gerçek amacı neydi, 15 Temmuz'u neden yaşadık, zafer kimin eseri?