07 May 2017

27 Mayıs darbesi öncesi Ankara’da 555 k gösterisi

SAKLI TARİHTEN SAYFALAR

Bugün; 27 Mayıs 1960  Darbesi öncesi 5 Mayıs günü Ankara'da öğrenci olduğu söylenen kişiler tarafından 555K (beşinci ayın beşinde, saat 17.00'de, Kızılay'da) koduyla yapılan gösterinin aslında kimler tarafından ne amaçla tertip edildiğini sizlerle paylaşacağız.

5 Mayıs günü yapılan gösteriyi anlayabilmek için Türkiye'nin o günlere nasıl gittiğini analiz etmekte fayda var.

Bir Klinik Vaka Olarak Darbecilik

9 Mart 1971'de bir kısım gazeteci ve siyasi ile birlikte bir darbe planlayan ancak başarılı olamayan Orgeneral Muhsin Batur, darbeciliği ‘bir klinik vakıa' olarak niteler. Avrupa toplumları için klinik vakıa teşkil eden bir olayın ülkemizde sıradan bir olay olarak algılanması kayda değer bir sosyolojik olgudur. İşte bu çerçeveden hareketle, 22 Şubat 1962 gecesi gerçekleştirilen darbe girişimi öncesi ülkemizdeki siyasi atmosferi, CHP'nin bu kalkışmaya karşı tavır ve tepkilerini gazeteci Metin Toker'in notlarından izleyelim. (…)"Türk Silahlı Kuvvetleri gırtlağına kadar siyasete batmıştı. Hemen herkes, normal hukuk kuralları açısından suç işlemişti. Kaç kişi ihtilal protokolünün altına imzasını basmıştı ve başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere kaç generalin başkanlık ettiği toplantıda bir ihtilalin kararı alınmıştı.” (Toker,1992:90)

(…)"Bir örgüt kurulmuş, bir mekanizma işletilebilecek duruma ulaşmış, adamlar, birlikler ayarlanmış, ordu içinde bir hava yaratılmış, hatta bu cunta ihtilalinin bir ordu ihtilali olarak yapılacağı inancı verilmişti." (Toker,1992:71)

(…) "Cunta, ülkede yaşanan bir kısmı doğal, bir kısmı uydurma olayları, orduyu tekrar ihtilal ortamına götürmek için kışkırtma nedeni olarak kullanmıştı." (Toker,1992:55)

(…)"Gece kendi aralarında toplanmışlar,müdahale kararı almışlardı. Bunu tabii ki 'Atatürk ilkeleri' adına yapacaklardı."  (Toker,1992:57)

CHP'li gazeteci Metin Toker'in buraya kadar olan notlarını kısaca özetleyelim: TSK, gırtlağına kadar siyasete batmıştır. Ordu'da içine Genelkurmay Başkanı'nın da dahil olduğu bir cunta kurulmuştur. Darbe kararını peşin olarak vermiş cuntacılar, ülkedeki bazı gelişmeleri ve ordu içindeki bazı memnuniyetsizlikleri malzeme olarak kullanmaktadırlar.

Her zamanki gibi darbeciler her şeyi ‘Atatürkçülük' adına yapmaktadırlar. Darbeciler İsmet Paşa'yı da bu girişimin içinde göstermeye çalışmaktadırlar.Dört kuvvetten biri olan Jandarma Genel Komutanı cuntanın tehlikeli adamlarından biridir.

Yukarıdaki satırlar; 27 Mayıs 1960 öncesi bir darbe kararı alan, bu kararı adım adım hayata geçiren, basın, ordu, üniversite gibi zinde güçleri usta politikalarla darbe teşebbüsüne alet eden CHP ve onun İsmet Paşa'sının çok değil, 2-3 yıl sonra bir başka darbe girişimi karşısındaki manidar tavır ve tepkilerini göstermektedir.

27 Mayıs Darbesi öncesi iktidarda bulunan siyasileri 'Şartlar tamam olursa ihtilal meşru olur. O zaman sizi ben bile kurtaramam' (Gökdemir ve Öztuna,1987:55-56) ifadeleriyle tehdit eden Paşa, şimdi darbeye kalkışan askerleri 'Kan dökülmek icap ederse dökülecektir. Hem de olukla'  (Toker,1992:81) sözleriyle tehdit ediyorsa bunun açıklaması nedir?

Bunun en yalın açıklaması; CHP'nin girişilen birinci darbede muhalefette olması, ikincisinde iktidarda olmasıdır. İsmet Paşa'nın muhalefette olduğu bir ülkede darbe meşru olabilmektedir. Ancak onun iktidarda olduğu bir ülkede darbe girişiminin bedeli, gerekirse oluk oluk subay kanı akıtmaktır.

Peki cuntacı subaylarla birlikte hareket eden masum (!) darbeci subayların durumu nedir? İnönü'nün damadı Metin Toker onların suçunu tarif eder. "Aldatılmışlardı, çünkü kendilerine yeni bir 27 Mayıs yapacakları inancı verilmişti." (Toker,1992:86)

İfadeden de anlaşılacağı üzere ülkenin meşru rejimini yıkan asker eğer bunu İnönü muhalefetteyken yapmışsa kahraman bir devrimcidir. Ordu, İsmet Paşa iktidardayken böyle bir girişime kalkışmışsa tabii olarak aldatılmıştır(!)

CHP ve İnönü'nün Bitmek Bilmeyen İktidar Hırsı

Yaşanılanların sosyolojik özeti şuydu: CHP ve İnönü 1950 de bir seçimle iktidarı kaybetmiş olmayı bir an bile hazmedememişti. İşte bundan dolayı DP ile halka rağmen hareket eden iktidar seçkinleri arasında  yeni bir mücadele başlamıştı.1950 de iktidarı elinden kaçırmış bulunan asker sivil bürokrasinin iktidarı tekrar ele geçirmek için yürüttüğü amansız bir mücadeleydi bu.

O günkü CHP'nin ve onun liderinin psikolojisini en güzel şekilde Dönemin yakın şahidi Nimet Arzık şöyle ifade eder. "Altında küt burunlu makam otomobili, arkasında heykelleşmiş emir subayıyla Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Meclise geldi. Yetkilerini yeni Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a devredecekti. CHP, seçimi kaybetmişti. Biraz sonra muhalefet lideri İsmet İnönü Meclis'ten çıktı. Arkasında heykelleşmiş emir subayı yoktu. Bir taksiye bindi, araba meçhul bir yöne doğru hızlandı. Bir devir kapandı zannetmiştik! Halbuki Bitmeyen Kavga yeniden başlamıştı. Sarayla halkın kavgası... (…) İnönü'nün çevresi, 1950'de iktidarı kaybetmeyi bir gün, bir saat, bir dakika hazmetmedi. Seçimin ertesi günü kalkan kılıç saldırıya geçti. CHP, Babamızın çiftliğine yabancılar girdi diye hep dövünmüştür. (Arzık,1966:19-32-46)

Ülkede silahlı bürokrasiyi oluşturan ve kendilerini Atatürk'e en çok bağlı gören elit grup ise Atatürk her ne kadar 'köylü milletin efendisidir' demiş olsa da, Türk seçmenini kalitesiz olarak nitelemekteydi. Orgeneral Muhsin Batur şöyle düşünüyordu: "Memleketimizde seçmenler kalitesizdir. Seçimler ve sonuçları da kalitesiz olmaktadır. Seçmenlerin büyük çoğunluğu okuryazar bile değildir. Hatta vergi de vermemektedir. Bunların seçtiği kimselerden de hayır gelmemektedir." O kadar ki; bu zihniyete sahip insanlar darbenin ardından yapılan yeni düzenlemeler sırasında bir ara okuma yazma bilmeyen halka oy kullandırmama fikrini dahi telaffuz ederler.(Turgut,1991:590-591)

İşte bu sosyolojik ve psikolojik şartlarda gelişen ülkemiz demokrasisinin tabii olarak ömrü uzun olmamış, birinci kesinti 10 yılın ardından gelivermiştir. Bugün de demokrasiyi katlanılması gereken bir oldubitti olarak gören seçkinci elit tabakanın başvurduğu ilk yöntem, demokrasiyi koruma adına demokrasiye son verme düşüncesidir.

27 mayıs darbesi ile ilgili görsel sonucu

CHP, 27 Mayıs Darbesini Nasıl Tezgahladı?

Zaman içerisinde sadece bazı yöntemler değişmiş, darbe yöntemleri ilkel-modern-postmodern bir evrime uğramıştır. Değişmeyen şey; ordu, üniversite, basın gibi seçkinci kurumların daima bu sürecin başını çekmesidir.

Ortaya çıkan belgeler, şahitlerin beyanları ortaya koymaktadır ki CHP bütün hücreleriyle 27 Mayıs Darbesi'nin içindedir. Darbe, İnönü'nün gayri meşru olarak sahip olduğu, sonra da cami kapısına bıraktırdığı çocuğu gibidir. Darbenin maddi ve manevi babası İnönü'dür açıkçası.

İnönü'yü darbeye iten etkenlerin başında Demokrat Parti'nin halktan gördüğü yoğun teveccühten dolayı bir daha iktidarı kaybetmeyeceği endişesidir. Yapılan birkaç seçim de bunu net bir şekilde ortaya çıkarmıştır.

 27 mayıs darbesi inönü ile ilgili görsel sonucu

1950'de uğradığı ağır yenilginin ardından yaptığı durum değerlendirmesinde yukarıda bahsi geçen kanaate varan İnönü, işte bundan sonra iktidarı gayri meşru yoldan elde etmek için yeni bir süreç başlatır. Artık sahnede iki İnönü vardır. Biri gayri meşru yollardan darbe planlayan Milli Şef, diğeri göstermelik olarak muhalefet manevraları yapan İsmet İnönü.

1954 yılına gelindiğinde İnönü'nün sabrı iyice tükenmiş evinde yaptığı bir gizli toplantıda darbenin düğmesine resmen basmıştır. Olayın şahidi Dr. Lütfi Kırdar bu gelişme karşısında donar kalır. "Konu önümüzdeki seçimlerdi. Cevat Dursunoğlu, DP'nin milletin içine iyice yerleştiğini, özellikle köylerde Halk Partisi'nin 1950'den bu yana güç kaybettiğini, seçimle DP'yi yenmenin hayal olduğunu, ancak ihtilal yolu ile yıkılabilineceğini anlattıktan sonra 'Paşam' dedi: 'Bunları süngüden başka hiçbir şey koltuktan indiremez.' İsmet Paşa cevap vermedi ve yüzünü Faik Ahmet Barutçu'ya çevirdi. Belli ki onun da konuşmasını istiyordu. Barutçu, Dursunoğlu'nun fikirlerine katılmak istemediğini fakat gerçeğin maalesef bu olduğunu, bir hükümet darbesinden veya ihtilalden başka hiçbir surette Demokrat iktidarın devrilmesinin mümkün görünmediğini söyleyerek konuşmasını bağladı. İsmet Paşa bize döndü. Biz susmayı tercih ettik. Ben merakla İsmet Paşa'nın ne diyeceğini bekliyordum. Paşa 'Önümüzde seçim var' dedi. 'Bütün gücümüzle saldıracağız ve boş yerlerini kollayacağız. Eğer yine de deviremezsek o zaman (Barutçu ve Dursunoğlu'na baktı) sizin dediğiniz yolu deneyeceğiz. Fakat tutumlarına bakıyorum da ben de size katılma ihtiyacını duyuyorum. Ama kararı seçimden sonra vereceğiz.' Ben dondum kaldım." (Aktaran,Apuhan,1993:110)

CHP'nin son umudu olan 1957 seçimleri de başarısızlıkla sonuçlanır. Halk, yıllarca eli kırbaçlı zalim bir gardiyan sıfatıyla başında bulunan CHP iktidarını artık bir daha istememektedir. Teveccüh, 1950'de 'Yeter! Söz Milletin' diyen partiyedir.

Ancak halkın teveccühü ülkenin başta CHP olmak üzere zinde odaklarına mensup seçkinlerini açıkça rahatsız etmektedir. CHP ise 1954'de başlattığı çalışmalarına o kadar hızla ve açıkça devam etmektedir ki, 1957 seçimlerinin hemen ardından ilk darbe duyumları gelmeye başlar. DP'li Necmeddin Önder bunun şahitlerinden biridir. "DP 1957 erken genel seçimlerini de 416 milletvekili ile kazandı ve üçüncü defa iktidar oldu. Ancak bu seçimler vesilesiyle bazı gerçekler ortaya çıktı. Örneğin bazı garnizonlarda subayların el altından CHP seçim propagandası yürüttükleri anlaşılmıştı. CHP'nin ihtilal hazırlığı içine girdiği anlaşılıyordu.1957'de seçimi kazanarak Nevşehir Milletvekili oldum. Henüz Nevşehir'deydim. Yakın akrabamdan bir bayanın CHP taraftarı kocası da CHP Nevşehir İl Teşkilatı'nda görevliydi. Akrabam olan bayandan şu haberi aldım: Ankara'dan partiye gizli bir yazı gelmiş. Yazıda 'Seçimin DP tarafından kazanılmasına bakmayın. CHP çok yakında iktidara gelecektir' deniyormuş. Bu nasıl olabilirdi? Tabii meşru olmayan bir yolla." 

Gün gelir İsmet Paşa TSK içinde kendisiyle aynı hedefe yürüyen darbecilerle gizli görüşmeler yapmaya başlar. "İsmet İnönü'den emir aldıkları ve örgüt çalışmaları hakkında kendisine bilgi aktardıkları halde bazı örgüt üyeleri hakkında şüpheler vardı.İhtilal örgütü içinde bazı subaylar İsmet İnönü'den emir alıyorlar ve kendisine ihtilal çalışmalarıyla ilgili bilgi aktarıyorlar. Bu subaya göre Demokrat Parti iktidarı ihtilalle alaşağı edildikten sonra İsmet İnönü bütün kadrosuyla beraber iktidara getirilmelidir." (Aktaran, Apuhan,1993:114)

1952 yılında kan içerek darbe kararı alan Yüzbaşı Muzaffer Özdağ da darbe gerekçesini CHP'nin bu hazırlığına ve mevcut gelişmelere dayandırıyordu. (Gökdemir ve Yılmaz,1987:46)

Darbeden sonra yazdığı eserde yaptıkları işin meşruiyetini ispatlamak için çok sayıda deliller ortaya koymaya çalışan Binbaşı Orhan Erkanlı, bir tarihi hatırayı kitabına almaz.

Bu tarihi olayın şahidi darbeci Yüzbaşı Ahmet Er, olayı naklederken CHP'nin darbenin neresinde olduğunu da gözler önüne sermiş olur:"İhtilal öncesi bir gün Orhan Erkanlı'yı ziyarete gitmiştim. Kendisi Davutpaşa'da Tank Tabur Komutanı idi. Odasına girdiğimde iki siville görüşür haldeydi. Onlara döndü ve dedi ki: 'Yüzbaşım yabancı değil devam edin.'

O iki sivil şahıs şunları söylediler: 'Binbaşım. Saraçhane'de iki grubu birbiriyle çatıştırdık, kavga bütün şiddetiyle devam ediyor, başka bir emriniz var mıdır?'

Erkanlı: 'Teşekkür ederim, çalışmalarınıza devam edin', dedi.

O iki sivil şahıs ayrılıp gittiler, Erkanlı ile yalnız kalmıştık.

'Binbaşım bu adamlar kimdir?' diye sordum.

'Bunlar Halk Partisi milletvekilleridir.' diye cevap verdi.'

‘Memleketin genç evlatlarını birbirine kırdırıyorlar, bu ne haince bir iştir' dedim.

Erkanlı: 'Olaya öyle bakma. Onlar ihtilale zemin hazırlıyorlar' dedi.(Er,10.11.1999)

Kadim CHP'li, İnönü'yü Atatürk'ten sonra 2. adam olarak gören Yakup Kadri Karaosmanoğlu darbeyi değerlendirirken İnönü'den“'İhtilalin manevi babası İsmet Paşa idi' ”(Karaosmanoğlu,1984,260) şeklinde bahseder. Darbeci Yüzbaşı Ahmet Er'e göre de “CHP, 27 Mayıs'ın tam içindedir.” (Er,10.11.1999)

CHP Grup Başkanvekili, eski bakan Avni Doğan,Bu tarihi gerçeği gizlemekte daha fazla fayda görmez ve bir CHP kongresinde açıklar. (Dilligil,1988:41)

28 Nisan Öğrenci Olayları ile ilgili görsel sonucu

28 Nisan Öğrenci Olayları

Darbeye giden yolun önemli kilometre taşlarından biri İstanbul'da gerçekleşen 28 Nisan öğrenci olaylarıdır. 28 Nisan'da İstanbul Üniversitesi'nde bazı olayların gerçekleşeceği en yetkili şahıslar tarafından önceden bilinmektedir. Bilenlerin başında da İ.Ü. Öğretim görevlileri gelmektedir. Onlar üniversitede bazı olayların gerçekleşmesini, bazı gençlerin polis tarafından tartaklanmasını özellikle istemektedirler.

O günlerde İ.Ü.'de görevli bulunan Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer, uzun yıllar sonra yazdığı '27 Mayıs'a Giden Yol ve 28 Nisan Olayları' başlıklı makalesinde "28 Nisan Olaylarının teşvik, tahrik ve destekleyicileri ile iyice bilinmesinin zamanı gelmiştir" temennisinden sonra 28 Nisan gününü anlatır. "27 Nisan günü fakültede bir komisyona başkanlık etmekte idim. O tarihte dekanlık görevini yapan rahmetli Prof. Naci Şensoy'un beni acele görmek istediği bildirildi. Odasına giderken koridorda bir profesör arkadaşa rastladım. Yüzünde açık bir telaş ve teessür ifadesi vardı. Bana 'Sulhi Bey, çok şeyler olacak, çok üzülüyorum' dedi. Doğrusu kötü şeylerden maksadın ne olduğunu o zaman sormak aklıma gelmedi.

Naci Şensoy bana ertesi günü (28 Nisan) öğleye kadar fakülteye gelmeyeceğini söyledi ve dekanlık görevine vekâlet etmemi istedi. 28 Nisan günü sabah erkenden fakülteye geldiğimde olağanüstü bir durum müşahede etmedim. Misafir Alman profesörünü alarak ikinci sınıfa gittim ve ilim adamını öğrencilere takdim ettikten sonra konferansı dinlemeye başladım. Aradan belki de 15 dakika kadar bir zaman geçmişti ki dışarıdan silah sesleri gelmeye başladı. Hemen yerimden fırlayarak yan kapıdan bahçeye çıktığımda bir kısım sivil ve resmi polislerin havaya ateş etmekte bulunduklarını ve gençlerin de kaçışarak merkez binasına sığındıklarını gördüm. Takip eden saatlerde bir kurşun bahtsız bir gencin ölümüne, diğer birisinin yaralanmasına sebebiyet verdi. Olaylar büsbütün çığırından çıkmış ve 27 Mayıs'la düğümlenmiştir.' (Gökdemir ve Öztuna,1987:72)

İşte İstanbul'daki bu CHP tezgahının ardından bu kez Ankara'da 555 K eylemi tertip edilir. İsminden de anlaşılacağı gibi eylem, tam teşekküllü örgütlü bir çalışmadan ibarettir.

Kızılay Meydanı'na gelen Başbakan Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında bulmuş, o zamanlar öğrenci olan, CHP eski lideri Deniz Baykal, Menderes'in “Ne istiyorsunuz” sorusu üzerine Başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz” demişti. Menderes ise bu söze şu soruyla cevap vermişti: “Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?

HAFTAYA: 14 MAYIS 1950'de DEMOKRAT PARTİ'NİN İKTİDARA GELMESİ

 

                                                                                           

                                                     KAYNAKLAR

 

Arzık Nimet,(1966),Bitmeyen Kavga, Ankara: Kurtuluş Matb.

 

Apuhan Recep,(1993),Öteki Menderes, İstanbul: Timaş Yay.

 

Dilligil Turhan,(1988) İmralı'da Üç Mezar, İstanbul:Dem Yay.

 

Er Ahmet, (1999),Gündüz Gazetesi,10.11.1999

 

Gökdemir Ayvaz, Öztuna Yılmaz,(1987),Türkiye'de Askeri Müdahaleler, İstanbul, Tercüman Yay.

 

Karaosmanoğlu, Y. Kadri, (1984), Politikada 45 Yıl, İstanbul: İletişim Yay.

 

Toker Metin,(1992), İsmet Paşalı Yıllar,1961-1965, Ankara: Bilgi Yay.

 

Turgut Mehmet, (1991),Siyasetten Portreler, İstanbul: Boğaziçi Yay.