04 Mart 2017

28 Şubat darbesinin aktörleri (1)

Bugün; bundan 20 yıl önce 28 Şubat 1997 tarihinde   gerçekleşen 28 Şubat Darbesi'nin aktörlerini anlatacağız.

 Necmettin Erbakan'ın Başbakanlığında kurulan REFAHYOL hükümetiyle, kurulduğu andan itibaren generallerin yıldızı hiçbir zaman barışmadı. Generaller, Erbakan hükümetine sürekli dolaylı müdahalelerde bulundu. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, Sincan'da tankların yürütülmesini 'balans ayarı' olarak nitelendirmişti.

 Generallerle Hükümet arasındaki gerilim 28 Şubat 1997'de yapılan MGK toplantısında zirveye çıktı. Generaller,  Hükümete  meşhur 28 Şubat bildirisi ile ilan edilen maddeleri dayattı.

 REFAHYOL hükümetinin 17 Haziran 1997'de istifa etmesiyle sonuçlanan süreç Kasım 1996'da başladı. Yani 8 aylık bir plan yapıldı ve uygulandı. Bu 8 aylık süreç Genelkurmay Psikolojik Hareket Dairesi'nden yapıldı.

 Ankara'da, 12 Haziranı 13 Hazirana bağlayan gece ve 13 Haziranı 14 Hazirana bağlayan gece darbe rüzgârı esti. Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya'nın sözleriyle, Genelkurmay'da ışıkların sabahlara kadar yakılmasının sebebi, Hükümeti darbeyle korkutarak gitmesini sağlamaktı. Nitekim 12 Haziran 1997 günü Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu Başbakanlık Konutu'nda bir araya geldiğinde Çiller'in ilk sözü, "13 Haziranda darbe hazırlığı var" şeklinde oldu. Beş gün sonra da Necmettin Erbakan hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sundu.

 Şüphesiz bu büyük bir oyundu ve bu oyunun bir çok aktörü vardı. Bu aktörleri yeterince tanımadan 28 Şubat Darbesini, anlamamamız mümkün değildir. Biz bu yazımızda özetle bu aktörlerden bahsetmeye çalışacağız. Şimdi sırayla bu aktörlere göz atalım.

 Darbenin bir kısım aktörü çeşitli kurum ve kuruluşlardı. Bunların başında Türk Silahlı Kuvvetleri olarak tanımlanan ‘ordu' geliyordu.

Ordu

 Sahnede görünen en büyük aktör bizatihi ordunun kendisiydi. Türk Silahlı Kuvvetleri o günlerde vatan savunmasını bırakmış politik bir aktör olarak siyaset sahnesinde yerini almış ve mevcut Hükümeti devirmeye soyunmuştu.

Bir sabah Sincan halkı tank sesleriyle uyandı. Generaller tarafından tankların bir tatbikata gittiği yalanı söyleniyordu. Halbuki generaller Hükümete ‘balans ayarı' verme peşindeydiler. Generaller ilk kez bir motorlu yürüyüşün bir gün önceden Anadolu Ajansına bildirmiş vaziyetteydiler.(Birand ve Yıldız,2012:200)

 Generaller, devleti yönetenleri çeşitli dozlarda uyarıyor veya tehdit ediyorlardı. Uyararak korkuttuklarından biri Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel'di.

Çillerin Danışmanlarından Şükrü Karaca, Genelkurmay Başkanlığı'na çağrılan dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, çıkışta yanında bulunanlara, "Postu ve canımızı zor kurtardık." dediğini nakleder.(Karaca,2011)

 Dönemin Bakanlarından Hasan Ekinci, Necmettin Erbakan'ın Başbakan olmasına dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın başından beri karşı olduğunu belirterek, bu anlamdaki  bir anısını şöyle anlatır: “Seçimden birinci parti çıkmasına rağmen Genelkurmay Başkanı Karadayı, Erbakan Hoca'nın Başbakan olmasını istemiyordu. Karadayı başından beri Refahlı bir Hükümete ve Erbakan'ın Başbakanlığına karşıydı. (Ekinci,2012)

 28 Şubat'ın Darbeci generalleri gözlerini iyice karartmışlardı. Dirençlerine rağmen Erbakan Başbakan olunca bu kez başka yöntemler denemeye başladılar. O kadar ki hızlarını alamayıp Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ı iki kez polis ve jandarmayla kuşattırıp gözaltına almak istediler.

 O dönem Refah Partisi milletvekili olan Şeref Malkoç bu anlamda yaşadıklarını şöyle anlatır: Nisan 1998'de Erbakan hoca telefonda bana 'Ankara emniyetinden polisler beni almaya geldiler' dedi. 'Hocam nasıl olur, siz Başbakansınız, evinizde 10 koruma var. Size bunu nasıl yaparlar?' deyince 'Hemen gel' dedi. Balgat'taki konutuna gittim. Elleri silahlı polisler evi kuşatmışlardı. Amirleri ile görüştüm, 'Emir var' dediler. Hemen Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne gittim. Emniyet Müdürü Cevdet Saral'a 'Bunu nasıl yaparsın? Sen Erbakan hocayı, bir Başbakanı nasıl polise aldırırsın?' diye sorunca kendisi bana bunun savcı Nuh Mete Yüksel'in talimatı olduğunu söyledi. Emniyet ve hükümetle görüşüp polisleri konuttan geri çektirdik."

 Malkoç, Başbakan Erbakan hakkındaki ikinci tutuklama girişiminin de Eylül 1999'da Erbakan'ın Altınoluk'taki yazlığında gerçekleştiğini şu sözlerle anlatır: Hocanın bir davadan cezası kesinleşmiş, infazı için tebligat yapılmıştı. Ancak 7 günlük süre vardı. Biz de infazın ertelenmesi için yargıya müracaat etmiştik. Bir sabah hoca telefonla aradı. 'Jandarmalar evi sarmış, beni almaya gelmişler' deyince 'Hocam nasıl olur? Süre daha dolmadı' dedim ve hemen savcıyı aradım. Savcı bana Erbakan hocayı alıp hapse koyacağını belirtince 'Kanun hükmü açık, yapamazsın' diye itiraz ettim. O savcı bana 'Kanunu senden öğrenecek değilim' cevabını verdi. Hikmet Sami Türk'ü arayıp 'Savcı bile bile kanunu çiğniyor, sesin çıkmıyor. Hocamızın yasal erteleme talebini niçin engelliyorsun? Dedim. Hikmet Sami Türk ilgilendi ve 5 gündür çıkmayan erteleme birkaç saat içinde çıktı. Eğer çıkmasaydı Erbakan, o gün Swiss Otel'de kameralar önünde gözaltına alınacaktı. (Malkoç,2016 )

 Malkoç, Genelkurmay Karargahında Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Başbakanı Necmettin Erbakan'a omuz atan askerlerin olduğunu iddia ederek şunları söyler: Başbakana ağır hakaretler yapılıyor ve devlet geleneğine uymayan sözler söyleyen paşalar bulunuyordu.(Malkoç,2011)

 Tansu Çiller'in 'Kara Kutusu' olarak tanınan danışmanı Şükrü Karaca, bu anlamda daha ilerisini söyleyerek önemli bir iddia ortaya atar: "Erbakan'ı bir teğmene tokatlattıracaklardı" (Karaca,2010)

 Nitekim Darbeci Generallerin talimatıyla 4 Mayıs 1997 günü Merzifon Jet Üssü'nde düzenlenen törende Başbakan Erbakan gelince subaylar ayağa kalkmayarak (Haksözhaber,2013)siyasi iradeye ve Başbakana meydan okumuş oldular. Ne var ki bu yapılanların tümü Darbeci generallerin yanına kar kalıyor hiçbir cezai müeyyide ile karşılaşmıyorlardı.

Generaller o günlerde Başbakan Yardımcısı “Tansu Çiller'e de kendi aralarında ‘Fadime' diye hitap ediyorlardı. Generaller, Başbakan yardımcısı Çiller'i de özel evraklarına kadar takip ediyorlardı.

28 Şubat sürecinde MGK'ya davet edildiğini anlatan Çillerin danışmanlarından   Hüseyin Kocabıyık  bu anlamda çok tartışılacak bir iddiada bulunur: “Bir gün Tansu Hanım Genelkurmay Başkanı'na gitti. Orgeneral Karadayı, masasının üzerine faksları dizmiş. Bizim Tansu Hanım'a gönderdiğimiz fakslar aynı anda Genelkurmay'a da gidiyormuş. Paşa, “Bakın, her şeyden haberimiz var” demiş. Tansu Hanım, genelkurmay merdivenlerinden inerken arayıp söyledi”(Kocabıyık,2010)

Milli Guvenlik
En uzun Milli Güvenlik Kurulu toplantısının ardından Başbakan Erbakan'a yapılan baskılar iyice arttı

 Generaller sadece Başbakan Erbakan'a ve Başbakan yardımcısı Çiller'e karşı değil diğer Genel Başkanlara da benzer bir abluka uygulamaktaydılar.

 Dönemin Büyük Birlik Partisi yöneticisi Remzi Çayır, Muhsin Yazıcıoğlu'ndan dinlediği olayı şöyle anlatır: "Güven oylamasından önce kendisini albay olarak tanıtan biri Muhsin Yazıcıoğlu ile yüz yüze görüşmek istediğini söylüyor. Rahmetli, albayı Oran'daki lojmanlarda bulunan evine çağırıyor. Albay gece yarısı lojmana geliyor. Ordu içindeki rahatsızlığı söylemek üzere bir dosya ile gelen albay, 'Siz bu hükümete güvenoyu vermemelisiniz. Verdiğiniz takdirde darbe olacaktır. Parlamento işlevini yitirecektir ve Türkiye birçok şey kaybedecektir, bu yüzden sizin destek vermemeniz gerekir' diyor. Bu albayın ziyareti aslında başlı başına bir tehditti. Başkan da 'Milletin seçtiği bir parti var. Beğenelim, beğenmeyelim. O partiyi oyunun dışına itmek doğru değildir. Aksi de olsa biz milletin iradesinde yer alırız.' cevabını veriyor." (Çayır,2012)

 Generallerin abluka uyguladığı bir başka parti, hükümet ortağı Doğru Yol Partisiydi.28 Şubat Darbe günlerinde DYP'den istifa edip ANAP'a geçen ilk vekil olan dönemin Çanakkale Milletvekili Hikmet Aydın, “Refah-Yol'u Hükümetten düşürmek için askerlerin sivil kıyafetlerle milletvekillerini tek tek dolaştıklarını belirterek,  "Bana iki asker geldi.”ifadesini kullanır. (Aydın,2012 )

 Refah-Yol iktidarının Devlet Bakanı Salim Ensarioğlu da yaşadıklarını şöyle anlatır: “Askerler rahatsız, istifa ederseniz ömür boyu milletvekili ve bakan olursunuz” teklifi yapılıyordu. Bakanlar Kurulu üyeleri psikolojik baskı amaçlı brifing için Genelkurmay'a çağrılıyordu. Başbakan Necmettin Erbakan,, karargaha 5 dakika geç geldiği için generaller tarafından karşılanmamıştı. Hükümet baskı altındaydı. Bakanlar Kurulu'nu brifing vermek için Genelkurmay'da topladılar. 5 saat sürdü brifing. Resmen orada Hükümet ve siyasi otorite ikinci planda gösterilmeye çalışıldı. Başbakan orada oturuyordu, paşaların tavırları, havaları, omuz vurmaları her  tür hareketleri vardı. Psikolojik bir baskıydı, brifing değildi” (Ensarioğlu,2012)

 Dönemin Bakanlarından Bekir Aksoy da generallerin Hükümete müdahalesi ile ilgili şu olayı nakleder: 28 Şubat'tan birkaç gün sonra bir kuvvet komutanı beni yemeğe davet etti. Söylediği aynen şuydu : RP kanadı 250-300 civarında yüksek bürokrat tayin etmiştir. 60 bin kişilik ayrı bir kadrolaşma yapılmış. Dedim ki “Bilgileriniz yanlış. RP'nin kendilerine bağlı bakanlıklarda söylediğiniz kadar üst düzey bürokrat yok. Kimseyi de tayin edemediler. O zaman dörtlü kararnameydi. Tansu hanım çoğunu imzalamadı, çoğu tayin edilemedi. Ayrıca bu hükümet zamanında da bir tane bile açılmış İHL yoktu.(Birand ve Yıldız,2012:213)

 Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener'e yönelik olarak bir generalin "Git söyle o kadına, ileri geri konuşmasın. Gelirsek İçişleri Bakanlığı'nın önünde yağlı kazığa oturturuz..."  ( Zaman,2010) sözleri de sonradan bütün kayıtlarda yerini almıştı.

 Dönemin Refah  Partisi milletvekili Mustafa Kamalak da başından geçen olayı şöyle anlatır: 28 Şubat Darbesi  öncesi gazetelerde bir demecim vardı. DYP Milletvekili Hasan Ekinci TBMM genel kurulunda yanıma yaklaştı ve “Sayın Kamalak yerinizi öğrendiniz mi?” dedi. “Sayın başkan ne demek yerinizi öğrendiniz mi ,açar mısınız biraz? dedim. Ekinci bana cevaben “Yerleriniz belli, ancak Yassıada'mı başka yer mi, onu bilemiyorum?” dedi.(Birand ve Yıldız,2012:203)

Darbeciler mahkemeleri de abluka altına almış yargı mensuplarına Ankara'da brifing vermişlerdi. Başbakan Erbakan'ın korumalarına yapılan muamele, 28 Şubat darbe günlerindeki yargının halini gösteren sembolik bir örnektir.

 28 Şubat Darbe Günlerinde Kocaeli'ndeki gemi indirme törenine Başbakan Erbakan'ın korumaları Fuat Sarıtaş ve Vahap Kanıtoğlu listede isimleri bulunmasına rağmen alınmamışlardı. Kısa süreli protokol krizi sonrası korumaların peşini bırakmayan Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, iki isim hakkında yakalama kararı çıkarttırdı. Refahyol'a karşı yürütülen kampanyanın en önemli örneklerinden biri olan protokol krizi, Erbakan'ın küçük düşürülmesi amacıyla psikolojik harekat operasyonuna dönüştürüldü. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Sarıtaş ve Kanıtoğlu'nun yakalanması için İçişleri Bakanlığı'na ve Başbakanlık'a 'tehdit' ve 'uyarı' niteliğinde bir mektup yazdı. Mektupta 'İlgili personel hakkında ivedilikle işlem yapılmasını, aksi takdirde Genelkurmay Başkanlığı'nca doğrudan gerekli yasal işlemlere başlanacaktır" ifadelerine yer verildi.

 Bunun üzerine avukatıyla Donanma Komutanlığındaki askeri mahkemeye ifade vermek üzere giden Fuat Sarıtaş, Donanma Komutanlığının girişinde yaşadığı ilk şoku   şöyle anlatır: Avukatla birlikte Gölcük Donanma Komutanlığı'na gittik. Avukata 'Sen dışarı çık, burada CMUK geçmez' dediler. (Sarıtaş,2012)

 Mahkeme sürecinde askeri hakim ve savcıların kendilerini 'kafalarına göre' yargıladığını ifade eden Kanıtoğlu, 'Bizi donanmaya almayan binbaşı kendi açıkladı. Batı Çalışma Grubu üyesiymiş' derken Fuat Sarıtaş, askeri mahkemedeki duruşmada avukatı Burhan Apaydın ile askeri hakim arasında yaşanan ilginç bir diyalogu anlattı. Apaydın'ın hakime, 'Bu adamları burada yargılamanız suçtur' deyince hakimin  'Bırak yargılamayı, istesem bu adamları karşımda 1 ay dansettiririm, kralı da karışamaz' dediğini söyledi. Hapisteyken eski Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın ziyaret için gönderdiği adamların bile donanmadan içeri alınmadığını ifade etti.2.5 ay Konya Askeri Cezaevi'nde kalan Sarıtaş ve Kanıtoğlu, cezaevinin darbe için hazırlandığına tanıklık etti. Sarıtaş, üst düzey askerlerin kendilerine "Mahzenleri darbede siviller gelir diye temizledik" dediğini anlattı. (Kanıtoğlu,2012)

 O günlerde yazılan ve sonradan ele geçen Genelkurmay 2. Başkanının emri olduğu belirtilen belgede ilginç bilgiler yer alıyor. Talimatla yazılan mektuplarda eski Milli Savunma Bakanı Mehmet Gölhan'a karşı nasıl bir yol izleneceği anlatılıyor. Refah Partisi Rize Milletvekili Şevki Yılmaz'a karşı hazırlanan eylem planında Genelkurmay Adli Müşavirliği'nin suç duyurusu yapacağı, suç unsurunun bulunması ve kullanılması için basın önünde tezgah talimatı yer alıyor.(Star,2012)

 28 Şubat'ta Emniyet İstihbarat Dairesi, Deniz Kuvvetleri'nde vatani görevini yapan polis memuru Kadir Sarmusak üzerinden cunta yapılanmasını tespit etmiş BÇG'yle ilgili belgeleri buradan çıkarmıştı. Emniyet İstihbarat, belgelerle bir dosya hazırlamış ve İçişleri Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı'na iletmişti. Ancak Cumhurbaşkanı Demirel, dosyayı Genelkurmay'a göndermiş ve bu hamle sonrası dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu ve Kadir Sarmusak tutuklanıp Askeri Cezaevine atılmışlardı.

 Batı Çalışma Grubu'nun bir belgesi Çiller'in önüne geliyor. Çiller müdahalenin yaklaşmakta olduğunu o gün anlıyor. Önemsiz de olsa Donanma Komutanlığı'ndan bir belgenin sızmış olması Çevik Bir ve ekibinin canını sıkıyor. Belgeyi sızdırdığı iddia edilen Onbaşı Kadir Sarmusak yakalanarak hakkında soruşturma açılıyor. (Vatan, 2003)

 Dönemin Güney Deniz Saha Komutanı Bülent Alpkaya imzalı ‘kampanya' konulu bir diğer yazıda da Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller aleyhine kampanya başlatıldığı duyuruluyor. 1997 Eylül ayında gönderilen “gizli” yazıya “kampanya katılım formu” eklenerek, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller aleyhine kampanya başlatılması isteniyordu.

 Darbeciler sadece siyasileri değil toplumun her kesiminden insanı ve aydını hedef alıyorlardı.

 28 Şubat Darbe Günlerinde İmam hatip okullarında okutulmak üzere kelam kitabı yazdığını ifade eden Prof.Dr.Said Yazıcıoğlu, 28 Şubat'ın ardından Talim Terbiye Kurulu'ndan bir heyetin kendisini makamında ziyaret ettiğini belirterek şunları anlatır:''3-4 kişi geldiler, dediler ki, 'Bu kitabın münasip bir yerine Atatürk'ün konuyla ilgili açıklamalarını eklemenizi istiyoruz'. Kitabı açtım, 'Allah'a iman, peygamberlere iman, kitaplara iman, ahiret gününe iman esasları' bölümlerinden oluşuyor. Ben 'Münasip bölüm yok' dedim. Onlar da 'Biz emir kuluyuz' dediler. Çok sıkıldım, 'Ben emir kulu değilim. Ben akademisyen bir insanım. Kim emir verdiyse ona söyleyin, ben yapmıyorum. Nasıl isterseniz öyle yazdırın' dedim. (Yazıcıoğlu,2012)

 Darbecilerin her türlü medya faaliyetini de takip edip yönlendirmeye çalıştığı ortaya çıkmıştı.

 28 Şubat döneminde askerler tarafından kurulan Batı Çalışma Grubu'nun “Süper Baba”, “Bizim Aile” ve “Yazlıkçılar” gibi dönemin sevilen televizyon dizilerini “psikolojik harekât” amacıyla kullanmak istediği ortaya çıktı.  (Habertürk,2012)

 Darbeci generaller eğitim faaliyetlerini de yakından takip ediyorlardı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı da internete düşen ses kaydında, 8 yıllık kesintisiz eğitimin yasalaştırılmasını Mesut Yılmaz'dan kendisinin istediğini itiraf etmişti. Karadayı, ses kaydında “Mesut Bey, size altın tepside iktidar teslim ediyoruz. Bunu iyi değerlendirin, dedim. Sekiz yıllık eğitim, milletvekili dokunulmazlığı, 7 tane şey saydım. Hepsini sırıtarak dinledi” diyordu. (Akit,2012)

 Dönemin önemli işadamlarından biri olan 'Nail Keçili de başından geçenleri  ve o günlerin siyasi atmosferini şöyle anlatır: Bir iş için Almanya'daydım, beni ve yardımcımı acele Türkiye'ye çağırdılar. Yeşilköy Havaalanı'ndan bir askeri uçağa bindirdiler, paldır küldür Ankara'ya Genelkurmay Başkanlığı'ndaki toplantıya girdik. "Türkiye'nin tanıtımını siz yapacaksınız" dediler. "Emredersiniz komutanım" dedik. Emir-komuta zincirinin halkalarından biriydik. Askerlerin oyuncağı gibiydik. Askerlerin ağzından çıkacak tek bir söze bakıyordu her şey. Korku toplumu oluşmuştu ve her birimiz askerlerin emir eri gibiydik.28 Şubat'ın destekçisi dönemin Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Şener Eruygur ile yine dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan ortaklaşa hareket ederek, istemedikleri isimlerin hepsini içeri alıyorlardı. İplerini çekiyorlardı. 28 Şubat'çılar bugünkü Libya gibi bir ülke kurmayı hayal ediyorlardı (Keçili,2012)

 Bir başka işadamı İshak Alaton da o günlerde yaşadıklarını şöyle anlatır: Yıl 1998.Yaşar Büyükanıt Birinci Ordu Komutanı. Beni Selimiye'ye davet etti. Büyük bir salonda oturduk, kahve içtik. Dedi ki TESEV'in çalışmalarını yakından izliyoruz. Yönetim Kurulu Üyelerinin kim olduklarını biliyoruz. Ve Sonra garip bir şey söyledi. Düşündük ki acaba bu yönetim kurulunuza bizden de  bazı insanları davet etmeniz iyi olmaz mı? Garipsedim.Bazı askerlerin bizim TESEV'in yönetim kurulunda yer almasını istiyor.Ben TESEV'in hem kurucu üyesiyim, hem de yönetim kurulu üyesiyim. Bize karşı bir tehdit mi var, bir sopa mı gösteriyor diye endişe ettim, "Düşünelim, konuşayım, sorayım. diyerek yumuşatmak istedim, pek üzerinde durmadım. TESEV'in Yönetim Kurulu'na bu olayı hiç  getirmedim. Fakat yıllar sonra Büyükanıt Paşa terfi etti, Genelkurmay Başkanı oldu.

 Harp Akademileri Eğitimi Yılı açılış konuşmasında onlarca kamera önünde  TESEV'in açıkça adını vererek çalışmalarının  kendilerini için rahatsızlık verici olduğunu ifade etti. Hiç de mutat olmayan bir biçimde TESEV'in "Türkiye Güvenlik Sektörü Demokratik Gözetim" adlı raporunu sayfa sayfa eleştirdi.  “Onları ve arkalarındaki güçleri iyi biliyoruz” türünden anlamsız cümleler kurdu. (Alaton,2012:421)

 Dönemin DYP'li Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Namık Kemal Zeybek, 28 Şubat sürecinde ordu içindeki cuntacı grubun Refahyol'u düşürmek için nasıl canice bir plan yaptıklarını şöyle anlatır: “Ordu içinde iki ayrı cuntacı grup oluşmuştu. Bunlardan bir tanesi Çevik Bir'in başını çektiği gruptu. Daha çok onlar Amerika ve İsrail eksenli hareket ediyorlardı. İkinci grup ise başını Doğu Aktulga'nın çektiği gruptu ve çok tehlikeli bir şekilde geliyorlardı. Bunlar dini tamamen ortadan kaldırmayı düşünüyorlardı. Suriye ve Irak'taki Baas rejimi gibi bir rejim kurmak istiyorlardı. Ne kadar dindar varsa, hepsini öldürmeyi planlıyorlardı. On milyon insanı öldürmeyi planladıklarından söz ediliyordu. (Zeybek, 2011)

 HAFTAYA: 28 ŞUBAT DARBESİ'NİN SİYASİ AKTÖRLERİ

  

                                                     KAYNAKLAR

Akit, 12.3.2012

Alaton İshak-Gündem Mehmet,(2012), Lüzumlu Adam (İshak Alaton'un Hatıraları),İstanbul: Alfa

Aydın Hikmet,(2012),Yeni Şafak,28.02.2012

Birand Mehmet Ali, Reyhan Yıldız,(2012),Son Darbe 28 Şubat, İstanbul: Doğan Kitap

Çayır Remzi,(2012) Cihan Haber Ajansı,27.02.2012

Ekinci Hasan,(2012),Milliyet 19.04.2012

Ensarioğlu Salim,(2012) Cihan Haber Ajansı,27.02.2012

Habertürk,6.3.2012

Haksözhaber,28.2.2013

Kanıtoğlu Vahap,(2012),Yeni Şafak,24.4.2012

Karaca Şükrü, (2010) TRT Haber,11.8.2010

Karaca Şükrü, (2011) Cihan Haber Ajansı,3.3.2011

Kocabıyık Hüseyin, (2010) Haber 7, 18.2.2010

Keçili,(2012) Yeni Şafak, 6.02.2012

Malkoç Şeref,(2011),Star, 10.12.2011

Malkoç Şeref, (2016),Sabah,27.2.2016

Sarıtaş Fuat,(2012),Milli Gazete,27.4.2012

Vatan,7.9.2003

Yazıcıoğlu Said,(2012),AA, 19.4.2012

Zaman, 28.2.2010

Zeybek Namık Kemal, (2011) Habervaktim,18.5.2011