05 Temmuz 2017

3 Temmuz, yeni Mısır ve demokraSİSİ!

Mısır'da yaşanan, Mübarek rejimini deviren “özneleştirici” devrimin ardından Mısır yeni bir askeri maskaralık ile yeniden küresel “nesneleşme” sürecine sokuldu. Burada sorun İslamcı veya muhafazakâr bir idarenin darbelenmesi meselesinden daha derin bir konudur. Konuya İslamcı, Sünni veya muhafazakâr perspektifinden bakarsak idrakimize giydirilen deli gömlekleri ile düşünmeye devam edeceğiz demektir. İslamofobya ittifakı kavramları ile meseleleri düşünmeye devam ettikçe medeniyet ve umran dilediğimiz coğrafyamızı safsata kavramlarına kurban etmeye devam ederiz. Konu bir coğrafyanın kendi kimlik ve şahsiyet algısına dairdir. Bir halkın kendisi olup olamama; kendi ben idraki ile düşünüp düşünememe kendisi için kendisi olma sorunudur. Olay daha geniş çerçevede Doğu Akdeniz'in siyaset ve vicdan haritasının yeniden şekillenmesi konusudur. Tahrir'de yaşanan devrimi destekleyenler meseleyi yapısal bağlamda bu manada düşünerek konuya yaklaşmışlardı ve yaklaşmaktalar. İdeolojik bir anlam dünyasının iktidar gibi geçici bir sürece dâhil olmasının yapısal değişim ve dönüşümler yanında teferruat kalacağı aşikârdır. Tahrir özneleşmeyi düşünmek ve hayır demekti!

Tahrir, tarihi süreçte asırlık yüklerinden arınmasıydı bir coğrafyanın. Osmanlı sonrasında oluşturulan milliyetçi, sosyalist vs. süreçlerle algısı yönetilen bir toplumsal zamanın, gidişatı kendi tarafına çevirme iradesi ve talebiydi. Tahrir tarihin öznesi olmak iradesiydi. Kendi ülkesinin mazisi içinde kendini yönetecek aklı kendinin belirlemesi, kendi vicdanını ve ruhunu tarihe taşıma iradesiydi Tahrir. 

Tahrir, güce dayalı bir retoriğin karşısında hayatın değerlerle değerlendirilmesi talebiydi. Çıkarların ve ikiyüzlülüklerin her şeyin değer ölçüsü olduğu bir zamana itirazdı Tahrir. Darbe sonrası yaşanan derin sessizlik ve darbe şakşakçılığı da Tahrir'in bu itirazının ne kadar da haklı olduğunu gösterdi. 

Tahrir, demokrasi denilen o büyülü zaman çocuğunun elinden tutup müstakbele yürüme talebiydi. Demokrasi sandığı ele geçirmek değil bir ülkenin toptan faydasına talip olmaktır. Bir ülkeyi tüm renkleri ile müstakbele taşımaktır. Demokrasi hukuk ve anayasadır. Demokrasi değerlerle düşünüp yasalarla hareket etmektir. Demokrasi ahlaklı hareket etme zihniyetinin modern adıdır. Yaşanan darbe ise demokrasinin ahlaksız bir hareket ile “halkın talebi ve yararına olarak!!!” katl edilmesiydi.

Şili'de Pinochet, seçimle gelmiş ve kendisini atamış olan Salvador Allende'ye yaptığı devrimle tarihe geçmiştir. Bu süreçte de Şili'de dolar diplomasisinin yoğun bir şekilde idame ettirildiği görülür. Yüzbinlerce Şilili kadın sokaklarda yüksek fiyatlar ve gıda yokluğunu protesto ederler. Binlerce otobüs ve taksi sahibi ekonomik yoksunluklar yüzünden greve gider. 1973 Temmuz'unda umumi grev, Anayasa krizi ile paralel Demokratik koalisyonun Tıpkı seçilmiş Mursi'nin kendi atadığı Sisi tarafından darbe ile uzaklaştırılmasından önce petrol ve elektrik krizi yaşayan Kahire'sinde yaşanan sıkıntı ve grevler gibi. Demokratik yöntemlerle idareye gelen Allende sol düşünce yapısı ile sandık demokratı olmanın ötesine geçememiş ve idaredeki süresi sınırlı olmuş ve “demokratik bir darbe” ile Şili'de demokrasinin taşlar diktatör Pinochet eliyle döşenmiştir. Mısır'da da demokratik olmayan!!! düşünce yapısı ile bölge ve küre için sorun çıkarma potansiyeline bağlı olarak sandık demokratı olarak kalmaya mahkum olmuştur. Zaman değişse de yapısal değişimler yaşamadıkça olgular tekerrür etmekte.

Mısır'da yaşanan olayların bölgesel ve küresel bazı dinamiklere dayalı olarak oluşan composit bir olay olduğu aşikârdı. Bu olayları düşünürken insanın aklına ve kalemine Kissinger'in “Ülkesinin insanlarının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Sorunlar, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir.” sözleri geliveriyor. Bunu takip eden ise Musaddık'ın devrilmesinde ve Nasır'ın darbesinde rol alan CIA Ortadoğu masası şefi Kermit Roosevelt'i hatırlamak olacaktır.

Şili Darbesi, İran Darbesi, Nasır Darbesi ve dünyaya demokrasi diplomasi yoluyla özgürlük vadeden bir siyaset üslubu hemen bunun peşinde akla geliveriyor. Mısır bir dizi sorumsuz ve akil baliğ olmayan duygusal tiplere bırakılamazdı ve bırakılmadı da. Nasır,  Kermit Roosvelt'ten aldığı dolarla ile meşhur Burcu'l-Kahire'yi inşa ettirerek olup bitenin anıtını bile dikmişti. İhvan bahanesiyle demokratik talepler yine ezilmiş ve istikrar sağlanmıştı. Yine dolar diplomasisi işlemişti. Musaddık bu idare tarzının en sevmediği şeyi millileştirmeyi yaparak sonunu hazırlayan süreci başlatmıştı. Zira bu zihniyet için istikrar son derece önemlidir. Mısır'da olup bitenleri anlayıp Tahrir'in tepe taklak oluşunu analiz etmek için tarihin tünellerine şöyle bir ışık tutmak zaruridir. Aktüel kendine has şartlar kadar geçmişte yaşanan süreçlerle de bağlantılıdır ne de olsa.

Tanklarla balans ayarı yapılan seçilmiş meşru Mısır demokrasisi Sisi elinde “Mısır demokraSİSİ” haline gelmiştir. Bir darbe sonrasında ortaya çıkan Yeni Mısır ve 15 Temmuz hain saçmalığına rağmen devam eden Yeni Türkiye: biri garipleştiren diğeri gariplere kucak olan. Esma Biltaci'nin buruk hatırasını yeniden düşünürken meselenin ihvan değil demokrasi talebi ve mücadelesi, ihvan bahanesiyle ezilenin İslamcı bir grup değil bir ülkenin ve halkın meşru dilekleri olduğu unutulmamalıdır. Müşterek anayasal sınırlar, demokrasi ve insan hakları bağlamında düzen ve asayiş arayışı esastır. O dönem Başbakanımız olan Recep Tayyip Erdoğan'ın Mısır'daki laiklik uyarısını ile Mursi yönetiminin dengelemekte ve yönetmekte zorlandığı ülke içi dinamikleri ya da Mısır'da o dönem gözlediğimiz kadarıyla pek çok şeyi hallettikleri sanmalarını da göz ardı etmeden bu konu düşünülmelidir.  Mesele hak, hukuk ve adalettir. Bir Temmuz sıcağında benzer senaryoyu ülkemizde yaşarken aklımızdaki bu Tahrir düşünceleriyle belimizin iki büklüm olduğu o günün sene-i devriyesinde istikbalin istiklal olacağından şüphemiz yoktur. Uzaklardan kendilerine bahar vaat edilenler, Arap Baharının külleri arasında, o kurgu ve kripto baharların arkasında ne olduğuna dair umarız akıl ve vicdan ferasetini bir gün kazanırlar!? Bu aziz milletin evlatlarının bahara değil sefere talip olduklarını da o bahar tacirleri umarız bir gün anlarlar!? Nurettin Topçu kavlince “…Üç yüz yıldan beri din adına en aşırı dünya saltanatlarına gönül veren ve en bayağı siyaset entrikaları ile kirlendikleri halde sözde din adamları ve din büyükleri diye tanınanların bu halinden bu günkü zilletlerin doğmuş olmasına şaşmıyoruz.”

Milletlerin istiklalini milletlerin azim ve kararı kurmalı ve kurtarmalıdır. Vatan sağ olsun!!!