06 Ekim 2015

6-8 Ekimde ne olmuştu?

6 -8 Ekim olayları hiç kuşkusuz başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye için bir dönüm noktası oluşturuyor. Kobani olayları gerekçesiyle ciddi olaylar oldu. Peki, ne yaşandı 6-8 Ekim 2014 tarihinde, bizzat bu olayları yaşamış, arabulucu heyette olan biri olarak kendi penceremden yaklaşmak istedim.

Bayramın son günüydü. 6 Ekim günü saat 14 sularında Diyarbakır hareketlendi. Bu hareketlilik bir şeylere gebeydi, en azından 40 yıllık tecrübemiz bize dikkatli olun diyordu. Sabah evden çıkarken arabayı almadım. Bayramlaşma programımız için büroya geçmiştim. Gelen arkadaşlarla bayramlaştık gerginliği konuştuk ve mümkün mertebe arkadaşlara evlerine geçmelerini rica ettik. Gecikmeme adına saat 15 gibi ben de bürodan çıktım.

Dolmuş durağına geçtim, zira binilebilecek hiçbir araç yoktu. Elazığ yoluna çıktım, yavaş yavaş ilerleyerek eve ulaşmayı planladım. Yol yaklaşık 7 kilometreydi. Yollar kapanmış araçlar ilerleyemiyordu.

Seyrantepe bölgesinde olaylar nedeniyle Batıkent tarlasına saptım. Bir şekilde HDP binasının arkasından geçtim. O sırada Seyrantepe'de ve Huzurevleri girişinde ciddi olaylar vardı. Polis Ak Parti çevresine yaklaşanlara gazla müdahale ediyordu, onun dışında ortada asker ve polisten hiçbir eser yoktu. Ciğerlerime dolan gazdan bitap düşmüştüm. Şekerim olduğu için ciddi manada sıkıntı çekmeye başladım, yoldan geçen birinden elindeki su şişesinin son damlalarını rica ettim. Bir şekilde yolun karşısına geçtim, buradan otostopla eve ulaşmaya çalışabilirdim, tanıdık bir araç yanaştı. Beni eve kadar bıraktı.

Evden olayları takip etmek için internet ortamından ve haber kanallarından takip etmeye başladım. Saatler ilerledikçe ortalık daha da kızışıyordu. Belli belirsiz haberler geliyordu. Vali yardımcılarından birini aradım “olaylara müdahale niyetiniz yok sanırım dedim, gerekirse sokağa çıkma yasağı ilan edin, dedim”, “çalışıyoruz hocam”,dedi. 3 saat sonra sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Büyük oyun başlamıştı. Birleri bölgede ciddi bir test yapıyordu: PKK ne yapabilir, Hizbullah cevap verebilir mi, Devlet olaylara nasıl müdahale edecek?

Gece ilerlerken Yasin Börü ve arkadaşlarının kurban eti dağıtımı sırasında öldürüldüklerine dair bilgiler gelmeye başlamıştı. Sosyal medyadan bazı fotolar paylaşılıyordu. Çok zor bir durumdu. İnsanların vahşice öldürüldüklerini görüyorduk, ama müdahale şansımız yoktu. Devlet kendi askerini, polisini koruma gerekçesiyle insanların vahşice öldürüldükleri alanlara müdahale edemiyordu.

Bazı STK temsilcileri olarak telefon trafiğine başladık, olaylara müdahale edebilir miyiz, varsa iddia edilen cenazeleri alabilme şansımız olabilir mi, diye…

Sabahın ilk saatlerinde vali makamından görüşme daveti aldık. Saat 9'da bina kapısına gelene dek, yakılmış, yıkılmış şehirde zorla olsa da ilerlemiştik. Yol boyunca gece olanların izleri ayan beyan ortadaydı. Koşuyolu'nda yakılmış bir iki araç aslında her şeyi anlatmaya yetiyordu. Vali beyin makamında Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanı M.Mehdi Eker ve bazı üst düzey yöneticilerle konuyu istişare ettik. Özellikle iki yapının karşı karşıya gelmemesi için tedbir alınmasın tavsiye ettik. Bir mekanizma oluşturma niyetimiz olduğunu ve arabulucu görevi görmek üzere arada olduğumuzu söyledik.

DTK, Belediye Başkanları ve HÜDAPAR yetkilileriyle irtibat kurduk, görüşmeler yaptık. Ortam nispeten sakinleşse de olaylar devam ediyordu. Sürekli ölüm haberleri geliyordu. Kimse bu cinnet haline anlam veremiyordu. Olaylar bölgeye yayılmıştı. Örgütler işin içine girmiş, her kes bir yerlerde kendince tahkim edilmiş alanlar oluşturmaya başlamıştı. Hatta Şanlıurfa yolundan şehre gelen Batman Milletvekili Ayla Akat Ata'nın aracı Hizbullah'ın Şeyh Said Seriyyeleri adlı birimi tarafından durdurulmuş, neyse ki vekil hanım sağduyulu bir hareketle serbest bırakılmıştı.

Görüştüğümüz her kes sağduyulu konuşuyor, ama sürekli ölüm haberleri geliyordu. İkinci gün öğleden sonra, Devlet sokağa askeri indiriyordu, hala olaylara müdahale yoktu. Ölü sayısı 50'yi bulmuştu. Sokağa çıkma yasağının bir hükmü de yoktu. Oyun iyi işliyordu. Testi yapanlar ortalıkta yeni yeni operasyonlar yaparak, mukavemet ölçüsünün sınırını bulmaya çalışıyorlardı.

Sınıra gelinmişti; Devletin müdahalesi için kıyamete ihtiyaç vardı. PKK güçlüydü, sokak savaşı yapabilirdi. Hizbullah kendisine yapılacak saldırılara ciddi mukavemet edebilecek seviyedeydi. Şimdilik olaylar sonlanabilirdi.

 2. gün akşamı özel bir televizyon kanalına çıkan DTK eş başkanları Hatip Dicle ve Selma Irmak güçlü bir çağrıda bulunuyor ve sükûnet telkin ediyorlardı. HÜDAPAR yetkilileri de Çağrı Tv üzerinden benzeri açıklamalar yapıyorlardı. Gerginlik devam ederken olaylar sakinleşiyor, eylemciler evlerine çekiliyorlardı.

Fırtına dinmiş, olaylar sakinleşmişti. Geride 52 ölü, onlarca yaralı vardı. Her an yeni bir çatışma riskiyle herkes diken üstündeyken, STK'ların çabaları sonuç vermiş DTK ve HÜDAPAR yetkilileri en azından olayın ne olduğunu konuşmak için bir araya gelmiş, aralarında bir iletişim kanalı oluşmuştu.

Ortalıktaki toz duman sakinleşince Yasin Börü, Ahmet Dakak, Hasan Gökgöz ve Riyat Güneş'le beraber 52 kişi… Cesetlerinin resimleri insanlığımızın geldiği noktayı gösteren bir kanıt olarak önümüzde duruyorlardı. Bazen insan insanlığından utanır ya, tam da bu noktadaydık aslında…

6-8 Ekim olaylarından sonra iki yapı arasında yeni bir görüşme yapıldı mı, bilmiyorum. Lakin sürecin ikinci ayağı olan Aytaç Baran cinayeti Hizbullah'ın mukavemetinin tam olarak okunamadığını, yeni bir küçük sınava ihtiyaç vardı.Ki Aytaç Baran, Türkiye için İbrahim Tatlıses neyse HÜDAPAR çevresi için aynı mesabede ciddi bir sanatçı, aynı zamanda iyi bir öğretmen olarak bu camiada örnek bir kişilik olarak göze çarpıyordu.

 Baran, Şehitlik semtinde evinden çıkınca öldürülünce, Şeyh Said Seriyyeleri olarak kendilerini adlandıran yapı karşılık olarak aynı bölgede 3 kişiyi birkaç saat içinde öldürerek çok hızlı bir tepki mekanizması kurduklarını ispatlamış oldular. HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, bu kişiler için” bunlar çete, en küçük saldırıda kimin kimi öldüreceğini bile belirlemişler” deyip, olayın kendileri açısından vahametini gözler önüne seriyordu.

Olaylar duruldu. Planlar karıldı. Yeni oyun planı kurgulandı. Artık, yeni bir operasyon yapılabilirdi.

İkinci raunda geçildi. Son dönemlerdeki hendek olayları, özerklik ilanları ve “devrimci halk savaşı” konsepti adıyla ortaya atılan tüm meseleler aslında önceden provası yapılmış çalışmalar olarak ortada duruyor.

En önemli sorun, devletin 6-8 Ekimde iyi bir sınav vermemiş olmasıydı. Devlet o gün iyi bir sınav verebilmiş olsaydı, bu gün bu denli bir çatışma zemininde olmamış olabilirdik. Ama devlet aklı olabilecek yeni olaylara hazırlık yapmıştı bu sürede. Olaylara müdahale tarzı ve tavrının ciddi bir hazırlık neticesi olduğu açıkça ortaya çıkmış görünüyor.

Peki, bundan sonra ne olur, muhtemelen devlet eline geçirdiği fırsatı değerlendirip, PKK'yi biraz daha sıkıştırıp, masaya geri gelirken daha zayıf bir PKK ile müzakere etmeyi deneyecektir. PKK ise Öcalan'ın çağrısı aracılığıyla “tahkim edilmiş” bir ateşkese sıcak bakacağını ilan edip ve ya böylesi bir çağrıyla devleti yendim edasıyla masaya dönme hevesinde olacaktır. 

Satranç masasının böylesi karışık olduğu bir ortamda yaşamak zor…6-8 Ekimde bizim penceremizden gördüklerimiz bunlardı. Akıllı bir toplum sürekli aynı delikten ısırılmamalı… Doğu ve Güneydoğu'daki olaylar bir an önce çözüme kavuşturulmalı. Çatışmalı süreç insanların hayatlarını kaybetmelerine yol açıyor, ülke ekonomisine zarar veriyor. Hele de burnumuzun dibinde Suriye gibi sorunlu bir ülke varken daha sakin ve aklı başında hareket etmek zorundayız. Özellikle de Kürt sorununda ‘Kervan yolda dizilir' tarzı hareketten kaçınılmalı ve ciddi bir yol haritası ortaya konmalıdır.

6-8 Ekim bu ülkenin tarihine kara bir sayfa olarak yazıldı. Ama devlet hala Yasin Börü ve arkadaşlarının katillerini bulamadı. Bulamadığı sürece de kan kendi elinde kalmış olacak, yeni 6-8 Ekim olaylarına davetiye çıkaracaktır.

6-8 Ekimde ölenlere bir kez daha Allah'tan rahmet diliyorum. Ölenlerin hepsinin katillerinin bir an önce bulunup adalet önüne çıkarılması aciliyet arz ediyor. Bu devletin görevidir, ya devlet görevini yerine getirir, ya da insanların gözünde değerini bir daha kaybetmiş bir aygıt olarak yazılmaya devam eder.

Selam ile…