17 Aralık 2018

745. Vuslat Yılı

Sevgili okuyucular.

Haftada bir sizlerle İnşaAllah bu köşede hasbihal etmeye çalışacağım. Türkiye ve dünya gündeminin yoğun ve yorucu konularından sıyrılıp edebiyat ve tarihin, günümüze ve bütün insanlığa ışık tutan evrensel mesajını işlemeye çalışacağım. Bunu yaparken ders kitabı gibi değil, bir sohbet havasında yazılarla huzurunuzda olacağım. Şimdi gelin hep beraber geçmişe doğru kısa bir gezinti yapalım.

Günümüzün kısır çekişmelerini bir tarafa bırakıp yüzyılların ötesine gitmeye var mısınız? Bazı kimselerin eskiye özlem diye etiketleyip küçümsediği geçmişi anmak, aslında günümüzü anlamak hatta geleceği yakalamaktır. İnsanın çevresi, medeniyeti, kültürü ve yaşayışı değişebilir ama ruhu asla değişmez. Öyleyse ruh terbiyecilerine kulaklarımızı tıkayarak hiç bir hedefe varamayız.

"Hedefsizlik" veya daha kötüsü "yanlış hedef" galiba günümüzün en büyük hastalığı. İnsanımızın özellikle gençlerimizin hedefi sadece maddi çıkar, lüks yaşama, kolay kazanma, kariyer planlaması ile sınırlıysa, ruh terbiyesini nereden ve nasıl alacaklar? Bu eksikliği sadece kültürel yozlaşma ile açıklamak da mümkün değildir. Aile, okul ve toplumdan yeterli ruh terbiyesi alamayan nesiller, çeşitliliği her gün artan medyanın insafsız saldırılarına açık ve savunmasız durumdadır.

Mevlana, hümanizmin basit övgülerine bırakılacak bir mütefekkir değildir. Ondaki düşünce derinliğini anlamak ve anlatmak sadece bu günü kurtarmak değil, aynı zamanda geleceği inşa etmektir. Mesnevi'de yer alan hikayelerde, gençlerimize rehber olacak nice dersler ve ibretler yer almaktadır.

Sözün tam burasında güzel bir hikâye ile Mevlana'nın asırlar ötesinden bize verdiği bir dersi hatırlayalım:

"Bir zaman Sultan Mahmud'un Eyaz isminde çok akıllı bir kölesi vardı. Etrafındaki beyler onu çok kıskanıyorlardı. Hatta bu yüzden Sultanı bile suçlamaya başlamışlardı. Bunun farkında olan Sultan Mahmud, bir gün bu beyleri yanına alarak avlanmaya çıktı. O sırada oradan bir kervan geçmekteydi. Sultan beylerden birini yanına çağırarak ona dedi ki:

- Git, öğren bakalım o kervan hangi şehirden geliyormuş.

O bey, hemen öğrenip geldi:

- Rey şehrinden geliyormuş, dedi. Sultan:

- Peki nereye gidiyormuş deyince, bey şaşırıp kaldı.

Bu defa başka bir beyi gönderip nereye gittiğini öğrenmesini istedi. O bey de hemen öğrenip geldi:

- Efendim Yemen'e gidiyormuş, dedi. Sultan ona da:

- Peki yükü neymiş acaba, deyince o da afalladı.

Bu sefer başka bir beyi kervanın yükünü öğrenmesi için gönderdi. O da gidip gelince:

- Her cins eşya var ama çoğu Rey'de yapılan keselermiş, dedi. Sultan bu defa:

- Kervan Rey'den ne zaman çıkmış, diye sordu. Aynı şekilde bu bey de cevap veremedi. Otuz bey ayrı ayrı gidip geldi, fakat hiçbiri sorulandan fazla bir bilgi getiremedi.

Bunun üzerine Sultan Mahmud dedi ki:

Sizin kıskandığınız Eyaz'ı bir gün aynı şekilde sınadım. Bir kervana göndererek nereden geldiğini öğrenmesini istedim. Gidip dönünce, ben sormadığım halde kervanın nereden geldiğini, nereye gittiğini, yükünü, ne zaman yola çıktığını, hasılı sizin otuz defada öğrendiğiniz bilgilerin hepsini bir seferde söyledi.

Beyler mahcup olunca kendilerini savundular:

- İyi ama bu zeka işi, Allah'ın ihsanıdır, çalışmakla olmaz, dediler.

Sultan Mahmud onlara:

İnsan zarar ederse, bu hal gereği gibi çalışmamasındandır. Eğer kazanmışsa bu onun çok gayret sarfetmesindendir. Yoksa Âdem (a.s.) “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” (A'raf, 23) der miydi?"

Görünüşte tarihi bir hikâye içinde Mevlana'nın bize ne kadar derin manaları anlatmaya çalıştığı çok açık. En önemlisi, çalışma azmi, tembellikten uzak durma, kendi hatasını başkasına yüklememe gibi prensipleri otaya koymuş olmasıdır. Ayrıca insanın çok basit bir anlayışla sadece kendine verilen görevle sınırlı kalmasının zararlarını, gayretli ve ileri görüşlü insanların daima kazançlı çıkacaklarını anlatıyor.

Bugün akıl almaz bir hızla ilerleyen teknolojik gelişmelere yetişmek için böylesi bir ruh ve zeka terbiyesine ne kadar çok muhtacız. Devlet memuru zihniyetiyle görevi gereği yaptığı işten başka bir şey düşünmeyen, bir adım ötesine gitmeye bile üşenen zavallı insanlara ne demeli?

Mevlana'nın bu hikâyesi, özünde günümüzün Ar-Ge çalışmalarının herkesin anlayacağı dille basit bir anlatımıdır. Modası geçmiş klasik bürokrasi zihniyeti karşısında, araştırmacı ve geliştirmeci aydın bir kafa yapısının başarı hikâyesidir. Biz bugün milletçe böyle bir çalışma, araştırma ve ilerleme seferberliği yapmak zorundayız.

Elbette sadece Mevlana değil, kültür ve medeniyetimize ait bütün değerlerin, ruh terbiyemiz için vazgeçilmez olduğunu düşünüyorum. Şairler, yazarlar, mimarlar, hattatlar, ressamlar, bestekârlar, askerler ve devlet adamları... O kadar çok örnek alınacak, eserlerinden veya hayatından istifade edilecek değerli şahsiyete sahibiz ki, saymakla bitiremeyiz.

Yüzyıl önceki büyük savaş sonunda "kaybolan topraklarımız" misali, "kaybolan nesillerimiz" için de üzülüp dövünmek istemiyorsak, öncelikle kendi değerlerimize sahip çıkmalıyız. İlim adamlarımıza, aydınlarımıza, yazarlarımıza, gazetecilerimize ve kalbi bu vatan için çarpanlara çok iş düşüyor. Kısacası "Ben sadece kervanın nereden geldiğini öğrenirim, benim görevim budur, başka bir şeye karışmam" diyemeyiz. Bu vatan ve millete karşı borcumuzu ödemek için, hepimizin mutlaka iyi yapabildiği, elinden gelen bir iş vardır. Bunun sorumluluğunu yüreğimizde hissetmeliyiz.

  1. Vuslat yılındaki düğün gecesi olan şeb-i arus'ta, Mevlana'yı tekrar rahmetle yad ediyor, 25.700 beyitten meydana gelen Mesnevi'sinden tam istifade edebilmeyi Allah'tan diliyorum. Yazımı yine Mevlana'dan bir hüsnü kelamla bitireyim:

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayın! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir”