91'den Bugüne Jöntürk-Jönkürt ittifakı (2)
80 senedir 3. Defa millet iktidara geliyordu.
Geliyordu, gelmesine ama, iktidarı eline geçirebilmesi için bir çok badire
atlatması gerekiyordu.
AK Parti, 28 Şubat
küllerinden doğan, ekonomik krizle canı yanan halkın teveccühüyle iktidara
geldi. Gelir gelmez de, Müslüman Kürd halkının tepesinde bir topuz gibi
sallanan “Olağan üstü Hâl” yasasını kaldırdı. Bu, muhafazakâr iktidarın, Kürd
meselesine ciddi anlamda el atacağının ilk işaretiydi. Nitekim 2005 yılındaki
Diyarbakır meydanında yüzbinlerce kişiye
hitaben gerçekleştirdiği konuşmasında “Kürd sorunu, hem bütün Türkiye’nin
sorunu, hem de benim sorunum” demişti.
AB uyum yasalarının peyderpey uygulamaya konulmasıyla beraber, halk hukuki
haklarını kazanmaya başlamıştı. Özellikle Kürdlere yasak olan bir çok şey,
teker teker serbest bırakılmış, cezaevlerindeki Kürlerin, ziyaretçilerine
Kürdçe konuşma yasağı başta olmak üzere, insanın temel haklarına konulan
yasaklar kaldırılmıştı
İyileştirmeler,
aynı zamanda toplumun büyük bir kısmını oluşturan dindar-muhafazakâr kesime de
yaramıştı. Başta, başörtüsü yasağı olmak üzere, bir çok hak kazanılmıştı. Tabii
bunlar öyle, kolay kolay olmamıştı. Erdoğan ve AK Parti iktidarı yıllarca,
“vatan haini” olarak suçlanmıştı, hem de bugün HDP ve Kürtlere güzellemeler
düzen Batıcı CHP medyası, Sözcü yazarları tarafından.
2005 yılında MHP, üst yönetimi İstanbul’da bir istişare
toplantısı düzenler. Toplantıda sunum yapan, ülkücü kökenli akademisyen dostum;
Devlet Bahçeli, Meral Akşener ve Celâl Adan’ın da bulunduğu üst yönetime aynen
şunları söyler: “Türkiye olarak, içerde ve dışarda çok zor durumdayız. Kürtler
başta olmak üzere herkesle barışmak zorundayız!” . Başları öne eğik, bu sözleri
dinleyen yönetim, bir çıkış yolu arar ve nitekim çok geçmeden MHP Diyarbakır il
başkanlığı kongrelerini “Türkçe-Kürtçe” konuşmalarla düzenlemeye başlar.
(2006 Mayıs)
12 Nisan 2007’de, Hatip Dicle
ile DTP Genel Merkezinde Baran Dergisi haber
müdürü olarak gerçekleştirdiğim ve Mehdi Zana’nın “Kürtler keşke Müslüman
olmasaydı” sözüne karşı verdiği “Mehdi Zana’nın Sözleri Müslüman Kürt Halkını
Bağlamaz.” Cevabıyla yayınladığımız röportaj sonrasında, Dicle ile biraz sohbet
etme imkânımız oldu. Sohbetimiz esnasında Dicle, o zamanlar gündemde olan, mitinglerde Türk bayrağı
yakma provokasyonlarına karşı, bütün illerde, MHP teşkilatlarıyla gece gündüz
haberleştiklerini ve provokasyonların
önüne geçmeye çalıştıklarını ifâde etmişti. Benim üzerimden Rahmetli
Muhsin Yazıcıoğlu’na selam göndererek: Muhsin
Bey olaylar üzerine böyle ateşli
gitmesin, Batı, Türkiye’yi bölmeye çalışıyor. NATO’nun 2000 yılında İstanbul’da
kurduğu 50 bin kişilik “Acil Müdahale” gücü var. İç çatışma oluşturup, bunu
bahane ederek, Türkiye’yi işgal edecekler. Böyle olursa, Ne Muhsin Bey hayatta
kalır, ne de beni sağ bırakırlar. Ne Kürdler hayatta kalır, ne de Türkler. Bunu
anlıyor musunuz?” demişti.
Bundan 1 yıl sonra, 23 Ekim
2008 tarihinde, o zamanlar DTP Grup
başkan vekili olan Selahattin Demirtaş’la bir röportaj gerçekleştirdim.
Demirtaş, röportajda şaşırtıcı bir şekilde “millici” dille konuşarak şunları
ifade etmişti: “Türkiye’yi Türkler
Yönetse, Kürt Meselesi Diye Bir şey Olmaz.” Kendini İsa –Mesih sanan,
Pensilvanyalı şarlatan Fetullah Güleni ve onun kurduğu Ajan yapılanma ve terör
örgütü FETÖ’yü, “Müslüman Kürd
düşmanı ve Amerikan uşağı olmakla” itham eden sözleriyle, Demirtaş, Anadolu insanına sıcak gelebilecek şeyler
söylüyordu. Bu tavrını ara ara telefonla gerçekleştirdiğimiz röportajlarda
da sürdüren Demirtaş, benim organize ettiğim, 2009 yılı 16 Ağustos’unda
düzenlenen ve o zamanki “Açılım Süreci”ne dair ilk ciddi bir panel olan, Kürd
Meselesi panelinde de “yerli görünen” bu tavrını sürdürüyordu. Demirtaş şöyle diyordu: “Avrupa PKK’yı, Türkiye’yi
bölmekten, bağımsız bir Kürdistan kurmak
iddiasından vazgeçtiği, çözümün merkezi olarak, Paris’i, Berlin’i New York’u
değil Ankara’yı gördüğü için terör örgüt listesine aldı, bunu biliyor
muydunuz?”
Son yıllarda, Batı başkentlerine “Türkiye’ye
müdahale etmeleri” için yalvaran Demirtaş,
o zamanlar, bir Ak Parti muhalifi olan bu satırların yazarına yukarıdaki
şaşırtıcı ve dikkat çekici sözleri söyleyebilmişti. Çünkü daha sonraları
Demirtaş da, ABD’nin Kürt siyasetini yetiştirdiği “Nashville” şehrinde,
FETÖ’cülerin de epey etkin olduğu yapı tarafından devşirilmişti.” Ergenekon
operasyonlarında FETÖ parmağı gören Selahattin Demirtaş, 4 yıl sonra FETÖ ile
arayı ısıtmaya başlamıştı. Nitekim, 17-25 hukuk kılıflı FETÖ darbe teşebbüsünden
hemen önce ABD’ye gidip, temas kuranlardan biriydi.
Aynı yıl, hükümet Kürd
meselesini çözmek için “Açılım Süreci” adında bir kampanya başlatmıştı. Aslında bu süreçten 1 yıl kadar önce,
2008 sonlarında, Ertuğrul Özkök, İmralı’da, Öcalan’la bir görüşme
gerçekleştirmişti. Görüşmede, Öcalan, Özkök’e “Ben buradayım, Türkiye
topraklarındayım. Benimle görüşmek için, niye ABD’yi, Avrupa’yı araya
sokuyorsunuz?” sözleriyle cevap vermişti. İşte bu mesajdır ki, AK parti
iktidarını cesaretlendirmiş ve” Açılım Süreci”ni başlatmıştı. Ama ne olduysa,
PKK-KCK içindeki hâkim işbirlikçi unsurların, bu süreci PKK’nın bir şovuna
dönüştürerek, Türk halkı üzerinde soğuk ve öfke dolu bir propagandaya âlet
olmalarıyla son buldu. Meşhur “Habur” tezgahı, bu süreci bitiren bir olaydı.
Açılım süreciyle beraber insanlar yine umutlanmış, devlet, 1 Ocak 2009 tarihi
itibarıyla Kürtçe yayın yapan TRT Şeş kanalını kurmuştu. Bu kanal için o zamanın Diyarbakır B.Şehir Belediye Başkanı
Osman Baydemir şöyle konuşacaktı: “TRT Şeş 2005’te açılmış olsaydı, ne gerilla,
ne asker, ne de polis, bu kadar insan ölmeyecekti.”
Evet “Açılım
Süreci”nin bugün olduğu gibi, PKK-KCK tarafından Türkiye’deki Jöntürk
kesimlerindeki işbirlikçileriyle beraber akamete uğratılmasıyla birlikte
(Tıpkı, Çözüm Sürecini akamete uğratmaya çalışmaları ve ardından şehirlerde
hendekler kazarak Türkiye’yi bölmeye çalışmaları gibi) 2009’dan, Çözüm Sürecini başladığı Ocak 2013’e kadar,
binlerce insan öldü. 2015’ten bugüne kadar da yine yüzlerce vatandaş, asker,
polis şehid edilip, yaralanırken, en az 10 bini çukurlarda olmak üzere, 25 bine
yakın PKK’lı terörist te öldürüldü. Hendeklerde esir alınan binlerce genç ölüme
yollandı.
Ak Parti
iktidarı, bütün riskleri göze alarak, 2013 yılı Ocak-Mart aylarında “Çözüm
Süreci”ni başlattı. Dışarıdan herhangi bir yabancı gözlemcinin bulunmadığı,
tamamen milli bir olan bu süreç, pek tabii olarak, Avrupa, İran ve ABD
tarafından (özellikle de ona hizmet eden Ajan yapılanma FETÖ tarafından) düşmanlıkla karşılandı. Türkiye, Oslo’da, bu işe yabancıları
karıştırmanın acısını çok fena yaşamıştı. Bu sefer süreç, doğrudan tarafların
diyaloğuyla gerçekleştirilecekti.
Çözüm Sürecine, yazımızın başından beri
bahsettiğimiz gibi Jöntürk-Jönkürt (Ulusalcısı, Laiki, sosyalisti, liberali,
Ajan yapılanma FETÖ ve KCK/PKK’sı)
ittifakı muhalif olmaktan da öte, düşman kesildi. Zamanın başbakanı
Erdoğan, “hayatım pahasına da olsa, bu süreci devam ettireceğim, baldıran
zehiri içtim” diyerek, 90 yıldır bir kangren hâlini almış olan bu derdi tedavi
etmeye başladı.
İşte, ne
olduysa, onun bu milli derdimizi (daha doğrusu, Batılılar ve Batıcılar
tarafından başımıza belâ edilmiş), milletçe çözmek için elini taşın altına
koymasıyla oldu: İç ve dış kuşatma. Öcalan’ın da bu milli çözüm sürecine dahil
olmasıyla birlikte, Batı ve yukarıda parantez içinde belirttiğimiz yerli
işbirlikçileri 3 ismi hedef tahtasına
koydu. Bunlar, Türk milletinin Başbakanı
ve Kürdlerin babası Tayyip Erdoğan,
terörist PKK lideri Öcalan ve Kuzey Irak Kürtlerin eski başkanı Mesut
Barzani. Meşhur Kürt şarkıcı Civan Haco. Bu süreçte, Erdoğan ve Türkiye’ye yan
çizen herkes, bir şekilde ilahî tokadı yedi.
Barzani, daha sonra Erdoğan’ı dinlemeyip, Siyonist İsrail’in sözüne
kanarak, Türkiye’ye ihanet edip, Bağımsızlık referandumu gerçekleştirdiği için,
askerî ve siyasî bir tokat yiyerek, siyasî hayatını tüketti. Civan Haco,
Türkiye’nin, Suriye’de DAEŞ ve PKK-PYD’nin ezdiği bölgedeki “halkı zulümden
kurtarma” operasyonlarına isyan edip, Türkiye düşmanlığında, FETÖ ve
Jöntürklerle ittifaka girdi. Terörist başı Öcalan ise, ikiyüzlülüğünün
bedelini, güvenilmez biri olarak, tıkıldığı hücresinde, yalnızlık içinde
kıvranarak ödemeye devam ediyor. Erdoğan ise, bütün tepkileri ve riskleri göze
alarak, topraklarımızda kök salmış olan 100 yıllık Batı emperyalizmi ve onun
yerli işbirlikçilerinin oyunlarını bozmak için elini taşın altına koydu. Terörist
başı Öcalan’ın çözüm sürecindeki
sözlerinde ne kadar samimi olduğu, süreci Batı hesabına sonlandıran PKK-HDP’ye
gösteremediği tavırla kendini belli etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 9
Temmuz 2021 Cuma günkü tarihî Diyarbakır konuşmasında bu süreci ve devamını
şöyle anlattı: "Her
türlü riski göze alarak başlattığımız çözüm sürecinde neler
yaşadığımızın şahidi sizlersiniz. Biz çözüm sürecini niye başlattık?
Yeter ki artık anneler ağlamasın dedik, yeter ki akan kan dursun
dedik, yeter ki milletimiz her kökenden, her inançtan, her meşrepten
insanıyla kardeş olsun dedik. Bu bölgenin insanları
demokrasiden, ekonomik büyümeden nasibini alsın diye baldıran zehri
de olsa, bu meydanda söyledim, içeriz dedik. Samimiyetle
başlattığımız bir süreci bunlar provoke ettiler,
zehirlediler, istismar ettiler ve sonunda tamamen yıktılar."(…)
"Bunları gördüğünüz her yerde yakalarına yapışın, sorun, sorgulayın. Çözüm
sürecini bitirmek için kim size talimat verdi, bunu sorun.
Yasin Börü'yü böylesine zalim bir şekilde öldürmek için sebebiniz
neydi, bunu sorun. Suriye'de önünüze gelen herkesin aparatı olma
talimatını kimden aldınız, bunu sorun. Bunları ısrarla sorun ki bir
sürü yalan, dalavere, sahtekârlık ve ikiyüzlülükle karşınıza çıkıp
sizleri oyalamasınlar."
Daha sürecin
başında, Ajan yapılanma ve terör örgütü The Cemaat yani FETÖ destekli Gezi
Kalkışması piyasaya sürüldü. Bu tutmayınca, hukuk kılıflı, 17/25 Aralık kahpe darbe teşebbüsünde bulundular.
Bu iç savaş ve darbe girişimleri
başarısız olunca, bu sefer, daha düne kadar tu kaka ettikleri PKK/KCK ve HDP’ye
yanaştılar. 2014 yılındaki mahalli seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde,
bu Jöntürk çetesi tamamıyla, jönkürt
çetesini destekledi.
Başbakan Erdoğan, Ağustos 2014’te düzenlenen
seçimlerde, ilk turda milletin 52 desteğiyle (ki, Kürd bölgelerinden de yarı
yarıya destek gelmişti) halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı oldu.
İslam ve millet
düşmanı cephe tabii ki, boş durmadı. Kobani’de, IŞİD zulmünden kaçan 200 bin
kadar mazlum insan Türkiye’ye sığındı. Türkiye bu insanlara hâlâ misafir
ediyor. Bu yalın gerçeğe rağmen, C.Başkanı “Kobani”nin düşmesini istiyor
diyerek, halkı sokağa davet ettiler. Kendi yandaşları sokaklara çıktı ve iki gün içerisinde tam 52 müslüman Kürd
katletti.
ABD’ye gidip,
Kobani kışkrtmasıyla 15 yaşındaki Yasin Börü dahil, 52 vatandaşımızı
katlettiren HDP-Demirtaş’tan sonra, ateşli bir Jönkürt olan Aysel Tuğluk, 80
yıldır Müslüman Türk ve Kürdün tepesinde boza pişirmiş olan Batıcı Jöntürklere,
“Erdoğan’ı devirme” çağrısı yapabiliyordu meselâ.
7 Haziran 2015
seçimlerinde, %41 oy alan AK parti, tek başına iktidarı sağlayacak bir
çoğunluğu sağlayamadı. CHP desteğiyle %10 barajını aşıp, meclise giren HDP ise,
PKK uzantısı olarak, Türkiye’yi bir iç savaşın eşiğine getirme görevini
fazlasıyla yerine getirmeye başladı. Şehirlerde hendek kazarak, Türkiye’yi bölmeye çalışan terörist PKK, 1
Kasım 2015 seçimlerinde, Erdoğan-Ak partinin %49.50 ile tekrar güçlü bir
şekilde iktidarını sağlamlaştırmasıyla beraber, devlet, içine sızmış FETÖ
asker-polis-istihbaratçıların ihanetine rağmen, terörist PKK’yı bu hendeklere
gömdü. Daha sonra ise, hepimizin iliklerine kadar yaşadığı 15 Temmuz iç savaş
ve işgal kalkışması, milletin ve Milli ordu ve milli Polis ittifakıyla geri
püskürtüldü.
Bugün gelinen noktada, ABD
tarafından kendisine, Suriye’nin kuzeyinde bir Batıcı Laik-sosyalist bir Kürt
devletçiği sözü verildiğine inanan PKK/PYD, öncelikle, yüzde 90’ı Şâfi olan ve
haznevi tarikatına bağlı 1 milyondan
müslüman Kürdü topraklarından sürdü, daha sonra da 1 milyon Türkmen ve
Sünni Arabı sürdü. Batı emperyalizminin zulüm aygıtı olarak görevini yerine
getirid ama eşyanın tabiatına aykırı bir durun nasıl ilelebet süremezse, onun
bu çabası da 3-4 yılda çökmeye başladı. Neticede, dünya tarihinde eşine
rastlanmayacak bir şekilde, sosyalist bir örgüt, sosyalizmin can düşmanı
liberal-kapitalist ABD’nin bayrakları altına sığındı.
Türkiye, 15 Temmuz iç savaş ve
işgal girişimini, milletiyle beraber, geri püskürtünce, ilk iş olarak,
ABD-İsrail destekli, terörist PKK kantonlarını tepelemeye başladı. 2016
Ağustosunda, ilk önce Fırat Kalkanı harekatıyla, Sınırımızdaki Cerablus, DAEŞ
ve PKK’dan temizlendi, Daha sonra, Şubat 2017’de, PKK-PYD’nin “girilemez”
dediği ve yeraltı tünelleriyle donattığı Afrin kurtarıldı. Yine, 2018 Eylül
ayında, bizzat ABD ve Rusya’ya ültimatom vererek, “Barış Pınarı” adını verdiği
bir harekâtla, terörist PKK-PYD tehlikesini, sınırlarından epey uzaklara itti.
Doğu Akdeniz ve Libya’da kurduğu askerî ve siyasî bağlarla, kendisine karşı
planlanan kuşatmayı kırdı.
Ermenistan tarafından işgal
edilmiş olan kardeş Azerbaycan toprağı Dağlık Karabağ’ı, 30 yıl sonra kurtardı.
Son olarak
Üstad Necip Fazıl’ın
tesbitiyle, “İslamî rengini Bir türlü sulandıramadığı Müslüman Kürdü” ezen CHP
düzeni, bürokratik Batıcı Kemalizm; Türküyle, Kürdüyle Müslüman Anadolu ahalisinin, devletini yeniden sahiplenip,
millileştirmesine ve bağımsızlığına kazanmasına karşı, iktidarını koruyabilmek
için terörist PKK’nın uzantısı HDP ile ittifaka girdi. Kürtlerin adına özgürlük mücadelesi
verdiğini(!) iddia eden terörist PKK ise, Kürtlerden bulamadığı can suyunu,
Müslüman Kürdü ezen Batıcı Kemalizmden buldu. HDPKK’nın sözcüsü Aysel Tuğluk,
milletin seçtiği AK Parti iktidarını yıkmak için “Laik zinde güçler” dediği, Amerikancı
FETÖ’cü ve NATOTürkçü karması, darbeci
subaylara selam çaktı. TSK’ya elegeçirmiş olan bu klikler, terörist PKK-PYD’ye
müttefik gözüyle bakabildi. Kemalizmin Tapınağı ve kurucusu CHP, gerek Genel
başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve gerekse, genel parti siyaseti olarak, PKK’nın
siyasî uzantısı, Batıcı Jönkürt HDP ile sıkı bir ittifaka girdi. Son 10 yıldır,
birçok kritik seçimde, sıkı bir CHP-HDPKKK ittifakına şahit olduk. Öyle ki,
CHP, 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren, “HDPKK için “her evden bir oy”
kampanyası bile başlattı.
Terörist PKK, bir iç savaş ve
işgal teşebbüsü olan 15 Temmuz öncesi ve sonrasında, TSK’yı elegeçirmiş olan
FETÖ’cü ve NATOTürkçü kliklerle, devlete ve millete karşı ortak darbe
teşebbüsünde bulundu.
1990’larda HDPKK zihniyeti tarafından
“işkenceci başı” olarak anlatılan
Kemalist, Jöntürk Meral Akşener ve çevresinin kurduğu İyi parti (İP)
müthiş bir HDPKK destekçisi çıktı.
Yazımızın başından beri
söylediğimiz gibi: Başlangıçta kavgalı gibi görünen ve her ikisi de Batıcı olan
Jöntürk ve Jönkürt klikler; milletimiz, kendi içinden çıkardığı bir lider
(Erdoğan) ve Ak partiyle, devletine tekrar kavuşup, onu Batı esaretinden
kurtarıp, bağımsızlaştırmaya başlayınca; aralarındaki kayıkçı kavgasını
bırakıp, bir anda, dost ve kardeş hâline gelebildi.
Devam edecek…