10 Ağustos 2021

​91'den Bugüne Jöntürk-Jönkürt ittifakı (2)

80 senedir 3. Defa millet iktidara geliyordu. Geliyordu, gelmesine ama, iktidarı eline geçirebilmesi için bir çok badire atlatması gerekiyordu.

AK Parti, 28 Şubat küllerinden doğan, ekonomik krizle canı yanan halkın teveccühüyle iktidara geldi. Gelir gelmez de, Müslüman Kürd halkının tepesinde bir topuz gibi sallanan “Olağan üstü Hâl” yasasını kaldırdı. Bu, muhafazakâr iktidarın, Kürd meselesine ciddi anlamda el atacağının ilk işaretiydi. Nitekim 2005 yılındaki Diyarbakır  meydanında yüzbinlerce kişiye hitaben gerçekleştirdiği konuşmasında “Kürd sorunu, hem bütün Türkiye’nin sorunu,  hem de benim sorunum” demişti. AB uyum yasalarının peyderpey uygulamaya konulmasıyla beraber, halk hukuki haklarını kazanmaya başlamıştı. Özellikle Kürdlere yasak olan bir çok şey, teker teker serbest bırakılmış, cezaevlerindeki Kürlerin, ziyaretçilerine Kürdçe konuşma yasağı başta olmak üzere, insanın temel haklarına konulan yasaklar kaldırılmıştı

İyileştirmeler, aynı zamanda toplumun büyük bir kısmını oluşturan dindar-muhafazakâr kesime de yaramıştı. Başta, başörtüsü yasağı olmak üzere, bir çok hak kazanılmıştı. Tabii bunlar öyle, kolay kolay olmamıştı. Erdoğan ve AK Parti iktidarı yıllarca, “vatan haini” olarak suçlanmıştı, hem de bugün HDP ve Kürtlere güzellemeler düzen Batıcı CHP medyası, Sözcü yazarları tarafından.

2005 yılında  MHP, üst yönetimi İstanbul’da bir istişare toplantısı düzenler. Toplantıda sunum yapan, ülkücü kökenli akademisyen dostum; Devlet Bahçeli, Meral Akşener ve Celâl Adan’ın da bulunduğu üst yönetime aynen şunları söyler: “Türkiye olarak, içerde ve dışarda çok zor durumdayız. Kürtler başta olmak üzere herkesle barışmak zorundayız!” . Başları öne eğik, bu sözleri dinleyen yönetim, bir çıkış yolu arar ve nitekim çok geçmeden MHP Diyarbakır il başkanlığı kongrelerini “Türkçe-Kürtçe” konuşmalarla düzenlemeye başlar. (2006  Mayıs)

12 Nisan 2007’de, Hatip Dicle ile  DTP Genel Merkezinde Baran Dergisi haber müdürü olarak gerçekleştirdiğim ve Mehdi Zana’nın “Kürtler keşke Müslüman olmasaydı” sözüne karşı verdiği “Mehdi Zana’nın Sözleri Müslüman Kürt Halkını Bağlamaz.” Cevabıyla yayınladığımız röportaj sonrasında, Dicle ile biraz sohbet etme imkânımız oldu. Sohbetimiz esnasında Dicle, o zamanlar gündemde olan, mitinglerde Türk bayrağı yakma provokasyonlarına karşı, bütün illerde, MHP teşkilatlarıyla gece gündüz haberleştiklerini  ve provokasyonların önüne geçmeye çalıştıklarını ifâde etmişti. Benim üzerimden Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’na selam göndererek: Muhsin Bey olaylar üzerine  böyle ateşli gitmesin, Batı, Türkiye’yi bölmeye çalışıyor. NATO’nun 2000 yılında İstanbul’da kurduğu 50 bin kişilik “Acil Müdahale” gücü var. İç çatışma oluşturup, bunu bahane ederek, Türkiye’yi işgal edecekler. Böyle olursa, Ne Muhsin Bey hayatta kalır, ne de beni sağ bırakırlar. Ne Kürdler hayatta kalır, ne de Türkler. Bunu anlıyor musunuz?” demişti.

Bundan 1 yıl sonra, 23 Ekim 2008 tarihinde, o zamanlar  DTP Grup başkan vekili olan Selahattin Demirtaş’la bir röportaj gerçekleştirdim. Demirtaş, röportajda şaşırtıcı bir şekilde “millici” dille konuşarak şunları ifade etmişti: “Türkiye’yi Türkler Yönetse, Kürt Meselesi Diye Bir şey Olmaz.” Kendini İsa –Mesih sanan, Pensilvanyalı şarlatan Fetullah Güleni ve onun kurduğu Ajan yapılanma ve terör örgütü FETÖ’yü, “Müslüman Kürd düşmanı ve Amerikan uşağı olmakla” itham eden sözleriyle, Demirtaş,  Anadolu insanına sıcak gelebilecek şeyler söylüyordu. Bu tavrını ara ara telefonla gerçekleştirdiğimiz röportajlarda da sürdüren Demirtaş, benim organize ettiğim, 2009 yılı 16 Ağustos’unda düzenlenen ve o zamanki “Açılım Süreci”ne dair ilk ciddi bir panel olan, Kürd Meselesi panelinde de “yerli görünen” bu tavrını sürdürüyordu. Demirtaş şöyle diyordu: “Avrupa PKK’yı, Türkiye’yi bölmekten,  bağımsız bir Kürdistan kurmak iddiasından vazgeçtiği, çözümün merkezi olarak, Paris’i, Berlin’i New York’u değil Ankara’yı gördüğü için terör örgüt listesine aldı, bunu biliyor muydunuz?”

Son yıllarda, Batı başkentlerine “Türkiye’ye müdahale etmeleri” için  yalvaran  Demirtaş,  o zamanlar, bir Ak Parti muhalifi olan bu satırların yazarına yukarıdaki şaşırtıcı ve dikkat çekici sözleri söyleyebilmişti. Çünkü daha sonraları Demirtaş da, ABD’nin Kürt siyasetini yetiştirdiği “Nashville” şehrinde, FETÖ’cülerin de epey etkin olduğu yapı tarafından devşirilmişti.” Ergenekon operasyonlarında FETÖ parmağı gören Selahattin Demirtaş, 4 yıl sonra FETÖ ile arayı ısıtmaya başlamıştı. Nitekim, 17-25 hukuk kılıflı FETÖ darbe teşebbüsünden hemen önce ABD’ye gidip, temas kuranlardan biriydi.

Aynı yıl, hükümet Kürd meselesini çözmek için “Açılım Süreci” adında bir kampanya başlatmıştı. Aslında bu süreçten 1 yıl kadar önce, 2008 sonlarında, Ertuğrul Özkök, İmralı’da, Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirmişti. Görüşmede, Öcalan, Özkök’e “Ben buradayım, Türkiye topraklarındayım. Benimle görüşmek için, niye ABD’yi, Avrupa’yı araya sokuyorsunuz?” sözleriyle cevap vermişti. İşte bu mesajdır ki, AK parti iktidarını cesaretlendirmiş ve” Açılım Süreci”ni başlatmıştı. Ama ne olduysa, PKK-KCK içindeki hâkim işbirlikçi unsurların, bu süreci PKK’nın bir şovuna dönüştürerek, Türk halkı üzerinde soğuk ve öfke dolu bir propagandaya âlet olmalarıyla son buldu. Meşhur “Habur” tezgahı, bu süreci bitiren bir olaydı. Açılım süreciyle beraber insanlar yine umutlanmış, devlet, 1 Ocak 2009 tarihi itibarıyla Kürtçe yayın yapan TRT Şeş kanalını kurmuştu. Bu kanal için o zamanın Diyarbakır B.Şehir Belediye Başkanı Osman Baydemir şöyle konuşacaktı: “TRT Şeş 2005’te açılmış olsaydı, ne gerilla, ne asker, ne de polis, bu kadar insan ölmeyecekti.” Evet “Açılım Süreci”nin bugün olduğu gibi, PKK-KCK tarafından Türkiye’deki Jöntürk kesimlerindeki işbirlikçileriyle beraber akamete uğratılmasıyla birlikte (Tıpkı, Çözüm Sürecini akamete uğratmaya çalışmaları ve ardından şehirlerde hendekler kazarak Türkiye’yi bölmeye çalışmaları gibi) 2009’dan, Çözüm Sürecini başladığı Ocak 2013’e kadar, binlerce insan öldü. 2015’ten bugüne kadar da yine yüzlerce vatandaş, asker, polis şehid edilip, yaralanırken, en az 10 bini çukurlarda olmak üzere, 25 bine yakın PKK’lı terörist te öldürüldü. Hendeklerde esir alınan binlerce genç ölüme yollandı.

Ak Parti iktidarı, bütün riskleri göze alarak, 2013 yılı Ocak-Mart aylarında “Çözüm Süreci”ni başlattı. Dışarıdan herhangi bir yabancı gözlemcinin bulunmadığı, tamamen milli bir olan bu süreç, pek tabii olarak, Avrupa, İran ve ABD tarafından (özellikle de ona hizmet eden Ajan yapılanma FETÖ tarafından)  düşmanlıkla karşılandı. Türkiye, Oslo’da, bu işe yabancıları karıştırmanın acısını çok fena yaşamıştı. Bu sefer süreç, doğrudan tarafların diyaloğuyla gerçekleştirilecekti.

Çözüm Sürecine, yazımızın başından beri bahsettiğimiz gibi Jöntürk-Jönkürt (Ulusalcısı, Laiki, sosyalisti, liberali, Ajan yapılanma FETÖ ve KCK/PKK’sı)  ittifakı muhalif olmaktan da öte, düşman kesildi. Zamanın başbakanı Erdoğan, “hayatım pahasına da olsa, bu süreci devam ettireceğim, baldıran zehiri içtim” diyerek, 90 yıldır bir kangren hâlini almış olan bu derdi tedavi etmeye başladı.

İşte, ne olduysa, onun bu milli derdimizi (daha doğrusu, Batılılar ve Batıcılar tarafından başımıza belâ edilmiş), milletçe çözmek için elini taşın altına koymasıyla oldu: İç ve dış kuşatma. Öcalan’ın da bu milli çözüm sürecine dahil olmasıyla birlikte, Batı ve yukarıda parantez içinde belirttiğimiz yerli işbirlikçileri  3 ismi hedef tahtasına koydu. Bunlar, Türk milletinin Başbakanı ve Kürdlerin babası Tayyip Erdoğan,  terörist PKK lideri Öcalan ve Kuzey Irak Kürtlerin eski başkanı Mesut Barzani. Meşhur Kürt şarkıcı Civan Haco. Bu süreçte, Erdoğan ve Türkiye’ye yan çizen herkes, bir şekilde ilahî tokadı yedi.  Barzani, daha sonra Erdoğan’ı dinlemeyip, Siyonist İsrail’in sözüne kanarak, Türkiye’ye ihanet edip, Bağımsızlık referandumu gerçekleştirdiği için, askerî ve siyasî bir tokat yiyerek, siyasî hayatını tüketti. Civan Haco, Türkiye’nin, Suriye’de DAEŞ ve PKK-PYD’nin ezdiği bölgedeki “halkı zulümden kurtarma” operasyonlarına isyan edip, Türkiye düşmanlığında, FETÖ ve Jöntürklerle ittifaka girdi. Terörist başı Öcalan ise, ikiyüzlülüğünün bedelini, güvenilmez biri olarak, tıkıldığı hücresinde, yalnızlık içinde kıvranarak ödemeye devam ediyor. Erdoğan ise, bütün tepkileri ve riskleri göze alarak, topraklarımızda kök salmış olan 100 yıllık Batı emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçilerinin oyunlarını bozmak için elini taşın altına koydu.  Terörist başı Öcalan’ın çözüm sürecindeki sözlerinde ne kadar samimi olduğu, süreci Batı hesabına sonlandıran PKK-HDP’ye gösteremediği tavırla kendini belli etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 9 Temmuz 2021 Cuma günkü tarihî Diyarbakır konuşmasında bu süreci ve devamını şöyle anlattı: "Her türlü riski göze alarak başlattığımız çözüm sürecinde neler yaşadığımızın şahidi sizlersiniz. Biz çözüm sürecini niye başlattık? Yeter ki artık anneler ağlamasın dedik, yeter ki akan kan dursun dedik, yeter ki milletimiz her kökenden, her inançtan, her meşrepten insanıyla kardeş olsun dedik. Bu bölgenin insanları demokrasiden, ekonomik büyümeden nasibini alsın diye baldıran zehri de olsa, bu meydanda söyledim, içeriz dedik. Samimiyetle başlattığımız bir süreci bunlar provoke ettiler, zehirlediler, istismar ettiler ve sonunda tamamen yıktılar."(…) "Bunları gördüğünüz her yerde yakalarına yapışın, sorun, sorgulayın. Çözüm sürecini bitirmek için kim size talimat verdi, bunu sorun. Yasin Börü'yü böylesine zalim bir şekilde öldürmek için sebebiniz neydi, bunu sorun. Suriye'de önünüze gelen herkesin aparatı olma talimatını kimden aldınız, bunu sorun. Bunları ısrarla sorun ki bir sürü yalan, dalavere, sahtekârlık ve ikiyüzlülükle karşınıza çıkıp sizleri oyalamasınlar."

Daha sürecin başında, Ajan yapılanma ve terör örgütü The Cemaat yani FETÖ destekli Gezi Kalkışması piyasaya sürüldü. Bu tutmayınca, hukuk kılıflı,  17/25 Aralık kahpe darbe teşebbüsünde bulundular. Bu  iç savaş ve darbe girişimleri başarısız olunca, bu sefer, daha düne kadar tu kaka ettikleri PKK/KCK ve HDP’ye yanaştılar. 2014 yılındaki mahalli seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, bu Jöntürk çetesi  tamamıyla, jönkürt çetesini destekledi.

Başbakan  Erdoğan, Ağustos 2014’te düzenlenen seçimlerde, ilk turda milletin 52 desteğiyle (ki, Kürd bölgelerinden de yarı yarıya destek gelmişti) halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı oldu.

İslam ve millet düşmanı cephe tabii ki, boş durmadı. Kobani’de, IŞİD zulmünden kaçan 200 bin kadar mazlum insan Türkiye’ye sığındı. Türkiye bu insanlara hâlâ misafir ediyor. Bu yalın gerçeğe rağmen, C.Başkanı “Kobani”nin düşmesini istiyor diyerek, halkı sokağa davet ettiler. Kendi yandaşları sokaklara çıktı ve  iki gün içerisinde tam 52 müslüman Kürd katletti. 

ABD’ye gidip, Kobani kışkrtmasıyla 15 yaşındaki Yasin Börü dahil, 52 vatandaşımızı katlettiren HDP-Demirtaş’tan sonra, ateşli bir Jönkürt olan Aysel Tuğluk, 80 yıldır Müslüman Türk ve Kürdün tepesinde boza pişirmiş olan Batıcı Jöntürklere, “Erdoğan’ı devirme” çağrısı yapabiliyordu meselâ.

7 Haziran 2015 seçimlerinde, %41 oy alan AK parti, tek başına iktidarı sağlayacak bir çoğunluğu sağlayamadı. CHP desteğiyle %10 barajını aşıp, meclise giren HDP ise, PKK uzantısı olarak, Türkiye’yi bir iç savaşın eşiğine getirme görevini fazlasıyla yerine getirmeye başladı. Şehirlerde hendek kazarak,  Türkiye’yi bölmeye çalışan terörist PKK, 1 Kasım 2015 seçimlerinde, Erdoğan-Ak partinin %49.50 ile tekrar güçlü bir şekilde iktidarını sağlamlaştırmasıyla beraber, devlet, içine sızmış FETÖ asker-polis-istihbaratçıların ihanetine rağmen, terörist PKK’yı bu hendeklere gömdü. Daha sonra ise, hepimizin iliklerine kadar yaşadığı 15 Temmuz iç savaş ve işgal kalkışması, milletin ve Milli ordu ve milli Polis ittifakıyla geri püskürtüldü.

Bugün gelinen noktada, ABD tarafından kendisine, Suriye’nin kuzeyinde bir Batıcı Laik-sosyalist bir Kürt devletçiği sözü verildiğine inanan PKK/PYD, öncelikle, yüzde 90’ı Şâfi olan ve haznevi tarikatına bağlı 1 milyondan  müslüman Kürdü topraklarından sürdü, daha sonra da 1 milyon Türkmen ve Sünni Arabı sürdü. Batı emperyalizminin zulüm aygıtı olarak görevini yerine getirid ama eşyanın tabiatına aykırı bir durun nasıl ilelebet süremezse, onun bu çabası da 3-4 yılda çökmeye başladı. Neticede, dünya tarihinde eşine rastlanmayacak bir şekilde, sosyalist bir örgüt, sosyalizmin can düşmanı liberal-kapitalist ABD’nin bayrakları altına sığındı.

Türkiye, 15 Temmuz iç savaş ve işgal girişimini, milletiyle beraber, geri püskürtünce, ilk iş olarak, ABD-İsrail destekli, terörist PKK kantonlarını tepelemeye başladı. 2016 Ağustosunda, ilk önce Fırat Kalkanı harekatıyla, Sınırımızdaki Cerablus, DAEŞ ve PKK’dan temizlendi, Daha sonra, Şubat 2017’de, PKK-PYD’nin “girilemez” dediği ve yeraltı tünelleriyle donattığı Afrin kurtarıldı. Yine, 2018 Eylül ayında, bizzat ABD ve Rusya’ya ültimatom vererek, “Barış Pınarı” adını verdiği bir harekâtla, terörist PKK-PYD tehlikesini, sınırlarından epey uzaklara itti. Doğu Akdeniz ve Libya’da kurduğu askerî ve siyasî bağlarla, kendisine karşı planlanan kuşatmayı kırdı.

Ermenistan tarafından işgal edilmiş olan kardeş Azerbaycan toprağı Dağlık Karabağ’ı, 30 yıl sonra kurtardı.

Son olarak

Üstad Necip Fazıl’ın tesbitiyle, “İslamî rengini Bir türlü sulandıramadığı Müslüman Kürdü” ezen CHP düzeni, bürokratik Batıcı Kemalizm; Türküyle, Kürdüyle  Müslüman Anadolu  ahalisinin, devletini yeniden sahiplenip, millileştirmesine ve bağımsızlığına kazanmasına karşı, iktidarını koruyabilmek için terörist PKK’nın uzantısı HDP ile ittifaka girdi.  Kürtlerin adına özgürlük mücadelesi verdiğini(!) iddia eden terörist PKK ise, Kürtlerden bulamadığı can suyunu, Müslüman Kürdü ezen Batıcı Kemalizmden buldu. HDPKK’nın sözcüsü Aysel Tuğluk, milletin seçtiği AK Parti iktidarını yıkmak için “Laik zinde güçler” dediği, Amerikancı FETÖ’cü ve  NATOTürkçü karması, darbeci subaylara selam çaktı. TSK’ya elegeçirmiş olan bu klikler, terörist PKK-PYD’ye müttefik gözüyle bakabildi. Kemalizmin Tapınağı ve kurucusu CHP, gerek Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve gerekse, genel parti siyaseti olarak, PKK’nın siyasî uzantısı, Batıcı Jönkürt HDP ile sıkı bir ittifaka girdi. Son 10 yıldır, birçok kritik seçimde, sıkı bir CHP-HDPKKK ittifakına şahit olduk. Öyle ki, CHP, 7 Haziran 2015 seçimlerinden itibaren, “HDPKK için “her evden bir oy” kampanyası bile başlattı.

Terörist PKK, bir iç savaş ve işgal teşebbüsü olan 15 Temmuz öncesi ve sonrasında, TSK’yı elegeçirmiş olan FETÖ’cü ve NATOTürkçü kliklerle, devlete ve millete karşı ortak darbe teşebbüsünde bulundu.

1990’larda HDPKK zihniyeti tarafından “işkenceci başı” olarak anlatılan  Kemalist, Jöntürk Meral Akşener ve çevresinin kurduğu İyi parti (İP) müthiş bir HDPKK destekçisi çıktı.

Yazımızın başından beri söylediğimiz gibi: Başlangıçta kavgalı gibi görünen ve her ikisi de Batıcı olan Jöntürk ve Jönkürt klikler; milletimiz, kendi içinden çıkardığı bir lider (Erdoğan) ve Ak partiyle, devletine tekrar kavuşup, onu Batı esaretinden kurtarıp, bağımsızlaştırmaya başlayınca; aralarındaki kayıkçı kavgasını bırakıp, bir anda, dost ve kardeş hâline gelebildi.

Devam edecek…