VF kat sol
VF kat sağ

20 Ocak 2016

AB sürecinde Balkanlar’ın önemini çok geç olmadan anlamalıyız

Türkiye topraklarının yaklaşık olarak yüzde 5'i Balkan coğrafyası içinde yer alır.

Coğrafi açıdan aslında Türkiye bir Balkan ülkesidir.

Modern Türkiye Cumhuriyeti yaklaşık 550 yıl Balkanlar'da hüküm sürmüş olan Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasını taşır.

Osmanlı İmparatorluğu'nun 215 sadrazamından 62'si Balkan kökenliydi.

Türkiye'nin sadece coğrafi olarak değil siyasi, tarihi ve kültürel açıdan da bir Balkan ülkesi olduğunu unutmayalım.

Balkan Savaşları'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgeden neredeyse tamamen çekilmesi Türk ve Müslüman topluluklara yönelik kültürel, siyasi ve dini saldırıların yoğunlaşmasıyla birlikte Türkiye ile Balkan devletleri arasında ciddi kopuşlar yaşandı.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da Balkanlar ve Türkiye ilişkisi istendiği makul düzeyde maalesef gelişmedi, gelişemedi.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında Balkanlar uzun yıllar SSCB'nin arka bahçesine dönüştü.

Ve bu süreçte Balkan Müslümanları üzerinde çok ciddi dini ve kültürel travmalar, asimilasyonlar yaşandı.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile yaşanan acı olaylar sonucunda 100 yıl süren göç dalgası Müslüman Arnavutları, Boşnakları, Torbeşleri, Pomakları ve Türkleri talihsiz bir şekilde Balkanlar'dan Türkiye'ye savurmuştur.

Bugün Türkiye'de yaklaşık 10 milyon civarında Balkan kökenli Arnavut ve Boşnak nüfus yaşamaktadır.

Bu insanların Balkan ülkelerinde yaşamakta olan akrabaları ve soydaşlarının nüfusu ise 12 milyon civarındadır.

Bugün Türkiye'de yaşayan Balkan kökenli insanlarımızın büyük çoğunluğunun, bölgedeki akrabaları ile ilişkilerini hâlâ canlı tutuyor olmaları takdire şayan bir durumdur.

1990'lı yıllarda soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte Yugoslavya'nın dağılması sonucunda Türkiye yeniden Balkanlar'daki din ve soydaş akraba kardeşleriyle buluşma fırsatını yakaladı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi kurumları ve sivil toplumu ile gerçekleştirmeye çalıştığı Balkan açılımı, hem Türkiye hem de bölge halkları için büyük umut ve bir fırsat idi.

Lakin Balkanların 1990 yıllarda değişen haritası sadece bizim değil, ABD ve Avrupa ülkeleri içinde fırsatlar ve rekabetler süreci oldu.

Balkan ülkeleri AB sürecini yaşarken Müslüman topluluklar üzerinde siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan ciddi kırılmaların yaşandığını unutmamak gerekiyor.

Türkiye'nin yaklaşık 100 yıldır uzak kaldığı akraba topluluklarıyla başlattığı Balkan açılımı politikası AB sürecine takılmış vaziyettedir.

Balkanlar çok ciddi bir ekonomik ve siyasi kriz yaşarken AB'ye katılım sürecini büyük bir kurtuluş olarak görmektedir.

Avrupa, genç insan kaynağı ihtiyacını Balkan ülkelerinden karşılarken bölgenin jeopolitik ve stratejik önemi üzerinden uzun vadeli ciddi politikalar geliştirmektedir.

ABD, Almanya, İtalya, Fransa ve Avusturya'nın; Bosna, Arnavutluk, Makedonya ve Kosova'daki siyasi, ekonomik ve kültürel gücü Türkiye'nin Balkanlar açılımı karşısında daha ciddi, daha derin politik bir tutum içerisinde olmasını zorunlu kılmaktadır.

Türkiye'nin Balkanlar açılım politikası çerçevesinde TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Ziraat Bankası belediyeler ve üniversite gibi resmi kurumların yeni bir stratejik yol haritasına ihtiyacı olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Balkanlar'ın, AB süreciyle çok önemli kritik bir yol ayrımında olduğunu unutmayalım.

Bizim için önemli olan Balkanlar'da faaliyet gösteren kurumlarımızın çok aktif orta - uzun vadeli politik, kültürel ve ekonomik ilişkilerin hem hükümetler hem de sivil toplum kurumlarıyla birlikte yürütülmesidir.

Türkiye'nin bu yeni süreçte Balkanlar'da sahip olduğu potansiyel gücün çok gerisinde varlık göstermesi üzücü bir durumdur.

AB sürecinde yeni Balkanlar politikasına çok geç olmadan ihtiyacımız var.