VF kat sol
VF kat sağ

15 Ocak 2016

Abi sen de biraz fıkıh öğrensen

Gezi Parkı olayları bu memleketin yakın tarihinde travmatik bir hadise olarak kayıtlara geçti. Dinamikleri ilk bakışta anlaşılamayan bir iç isyanın gençler tarafından, üstelik bir kısmı dindar ailelerin çocukları olan gençler eliyle yürütülmesi bu alanda bir boşluğun oluştuğuna dair kanaatleri kuvvetlendirdi.

Bu gençler ideolojik saiklerle meydanlara çıktılar, bu inkâr edilemez. İşin en düşündürücü yanı, oradaki Müslüman gençlerin hangi dönüşümlerle hangi ideolojilere kapıldıkları, bu doğrultuda hangi beklentilerle şiddet içeren bu eyleme dâhil olduklarıydı.

Aslında kültür ve gençlik politikalarıyla ilgili başından beri eleştiriler vardı, ancak günlük siyasetin tartışmalarıyla boğulan gündemde cılız seslerle ifade ediliyordu. Gezi Parkı ve Paralel Devlet tehditleri ortamı berraklaştırdı, bu eleştirileri görünür kıldı. Bu meselede, çoğu maalesef gayrimenkul işine yönelen vakıf ve derneklerin sorumluluğunun iktidardan çok daha fazla olduğunu dile getirmeliyim.

“Sahipsiz kalan” gençliğe doğru ilgi giderek artmaya başladı. Türkiye siyasetinde ve toplumsal hayatında etkili olan çeşitli sivil toplum kuruluşları “genç-“ departmanlarını kurarak soruna yeni bir yaklaşımla eğildiler.

Bu mesele yazarların da gündemine epeyce girdi. "Dönemin ruhu"na uygun olsa da, bazı düşüncelerle irkiliyoruz.  Mesela, son zamanlarda “popüler” yazarlardan, gençliğin yetişmesine dair  “bu fıkıhçı kafalardan iş çıkmaz”   şeklinde bir eleştiri duymaktayız.

Elbette fıkıhçılara ya da âlimlere düşman oldukları için böyle konuşuyor değiller. Sadece ulemanın toplumu okuyamadığı, çağdaş sorunları idrak edebilecek entelektüel donamımda olmadığına dair bir kanaat oluşturulmaya çalışılıyor ve popüler kültürün hâkim olmasıyla da epeyce müşteri buluyor.

 Edebiyatçılar, yazarlar, kısacası entelektüel kesim son yüzyılda yaşanan baskı ortamında dinin müdafaasında büyük varlık gösterdiler. Baskı ortamının azalması bu kesimin popülerliğini elinden aldıkça, görünür olma adına kendilerini sloganlara ve slogancılığa adadılar. Usulün, ilmin ve nitelikli donanımın yerini , “kapak” yapan laflar aldı.

Gerekçe hazırdı: “Gençlik böyle istiyor, gençler hoca takımından, nasihat verenlerden artık çok sıkıldı”. Gençlerin ne istediğini söylemeleri, birtakım televizyoncuların yaptıkları programları “halk böyle istiyor” diye meşrulaştırmalarına ne kadar benziyor oysa.

Kültürel hegemonyanın kucağına itilen, televizyon ve internetle büyütülen gençlerin, yalnızca gençlerin ne istediği önemliyse, o halde bunca gençlik çalışması neden yapılıyor? Başımızda olması, bize nasihat vermesi gerekenleri ortadan kaldırdığımızda, gençlere slogandan, ucuz ve kolay kalıplardan başka ne verebiliriz?

“Popüler olma” düşkünlüğü, kalabalıkları toplayabilme hevesi fikir dünyasında kendini gösterdiğinde netice afetten başkası olmaz. İşler ehline değil, görünene verilir.

Niteliksizliği, usulsüzlüğü mürşid (yol gösteren) edinerek yetişen nesiller, nasıl bir ülke inşa edeceklerdir? Meselemiz fıkhın veya hocaların egemen olduğu bir düzen değil tabi ki. Fıkıh mutlak surette bir parçamız, hatta zeminimiz telakki edilmeli. Her bina zemin üstüne inşa edilir. Zeminimizi kaybedersek de düşeriz.

Buradaki sorun, eğer ulemanın gençlerle iletişimiyse, bu iletişimi kolaylaştıracak olan eli kalem tutan, dili söz söyleyen yazarlardır. Her sene anılarak nostaljiye ve romantizme boğdurulan rahmetli Cahit Zarifoğlu'nun en önemli meziyetlerinden biri de buydu (Bkz. Kadın ve Aile). Şimdilerde bu işlev meşakkatli bulunuyor, çaycılarda “ümmet”ten konuşup efkârlanmak daha kolay.