Açı doyur, çıpladığı giydir: Devletimizin kendözü yahut Türk medeniyetinin devlet mefhumu
Devlet kavramı, Türk tecrübesinde insan ve şehrin çerçevesinde yani hayat ve mekân üzerinden şekillenen bir formdur. Bu yolla oluşan süreç medeniyet suretimiz ve kendözümüzün teşkilatlanma ve teşekkülünde önem taşır. Bu yüzden devletin siyasi vasfı daha çok yürütmeye dair iken varlık olarak insan ve millete dair mekânda oluşan medeni umranla yakından alakalıdır. Devlet o sebeple güneş vezir ise aydır. İnsan merkezli olarak kerim devlet âleme düzen vermek noktasına teorik güzellemelerden değil insanı yaşatmakla işe başlar. Medeniyetin merkezi de, başı da nihayeti de insandır. Bu bakımdan devlet kavramının konuşulduğu yerde siyasi, sosyal, iktisadi bir düzlemde insanın kendözündekini esasa ulaşması için bilgelerin özünden bir esasın teşkilatlandığı bir yapı düşünüldüğünden ütopik ya da distopik devlet güzellemelerinden ya da kutsamalarından çıkarak kültürümüz, töremiz, irfanımız en nihayet medeniyetimiz bağlamından bir devleti kökenleri, süreci ve gayesi bakımından gerçekçi olarak konuşmaya başlayabiliriz. Devlet neden mesuldur? Düzen neden kurulur? Otorite ne için lazımdır? Kanun ne işe yarar? Burada tarihi süreçte kaynaklara yansıyan kavramı olarak açı doyurmak ve çıplağı giydirmek şeklinde devleti manalandıran ve mesuliyetini belirleyen temel anlayışı buluruz. Teoriler tarihi gerçeklerin süzülmesinden ortaya çıkıyorsa bir kendöz kaynağı olabilir lakin tahayyüli bir takım ideleri insanlığa hakikat diye dayatmak belki de fıtratı ve hayatı zorlamak olacaktır. İdeolojiler çoklukla bunu yapmadılar mı? Milletin birliğini sağlayamayan ve aç bırakan hiçbir uygulama tarihi tecrübemize göre kendözümüzün sürekliliği içinde değerlendirilemez. Bu noktada dayanılan anlayış felsefe, ideoloji önemsizdir. Bu işi sağı solu yoktur. Mensubiyeti kendöz olan mesuliyetince davranacaktır. Zira il gider töre kalır denmiştir. Tıpkı devletin dininin adalet olması gibi ameli de açı doyurup çıplağı giydirme mefhumunda teşekkül etmelidir. Peki bu anlayışa nereden ulaştık?
Bu yolda şüphesiz ilk kaynağımız Göktürk çağına ait Orhun
Kitabelerinden gelir. Devletin bahsedilen mefhumu açısından ortaya çıktığı ilk
yazılı yadigâr bu kaynaktır. İslam öncesi ve sonrası devam ettiğini gördüğümüz
anlayışın bir dönem tezahürü olmaktan ziyade bir töre, kendöz kavramı ve
kültürel ben anlayışının neticesi olduğunu söylemek hata olmayacaktır. İşte
Kültigin Anıtı Güney yüzünde bu konuda tarihimizin ilk yazılı tecrübesini
görürürüz: O yere doğru gidersen, Türk
milleti öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiç bir
sıkıntın yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın.
Türk milleti, tokluğun kıymetini bilmezsin. Açlık, tokluk düşünmezsin. Bir
doysan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun için, beslemiş olan
kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep orda mahvoldun, yok edildin.
Orda, geri kalanınla her yere hep zayıflayarak, ölerek yürüyordun. Tanrı
buyurduğu için, kendim devletli olduğum üçün, kağan oturdum. Kağan
oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Fakir milleti zengin kıldım. Az
milleti çok kıldım. Yoksa, bu sözümde yalan var mı? Türk beyleri, milleti, bunu
işitin! Türk milletini toplayıp il tutacağını burda vurdum. Nizamı
sağlayan bir idare fakir milleti zengin kılacaktır. Az milleti çok kılmak,
fakiri zengin eylemek, il olmanın Tanrı buyruğu olarak yüklediği bir mesuliyettir.
Tanrı mefhumunun hangi kaynağın doldurduğundan bağımsız olarak Türk töresi bunu
söyler. Tanrı buyurduğu için… Peki, bu anlayış sadece bu kaynakta ve İslam
öncesi dönemde mi vardır. Buradan yolumuz, Türkistan’da Türk
Hakanlığı/Karahanlılar dönemine; Göktürkler ile köken bağı olan Alp Er Tonga
üzerinden devlet geleneğimiz ile birleşen bir devirde yazılan Kutadgu Bilig’e
çıkar.
Kutadgu Bilig kendilik bilgimizin ve kendözümüzün temel
kaynaklarından biridir. Kitabın kutlu devleti anlattığı pek çok yerinden açı
doyurup çıplağı giydiren kerim devlet anlayışı hükümdara ve tarihte millete
tavsiye edilir. Bu anlayışın fikri ve psikolojik arka planını da buradan
öğrenebiliyoruz. Eserde bu konu ilk olarak: Menfaati
olursa, insan kendisini kul yapar; başkasının kölesi olur ve zahmete katlanır.
Ona, hizmetine göre, bol ihsanlarda bulunmalı; çıplak ise, giydirmeli; aç ise, doyurmalıdır. Ey devletli hükümdar,
eğer kuldan fakir adını kaldıramazsa, o nasıl bir bey olur? İhtiyarlar ne
derler, dinle; onların sözü gençlerin gözüdür. Bir kimsenin bir insan parçasına
emeği geçerse, o buna karşılık ona insanlık yapar. İnsan emeğini takdir etmeyen
kimseye insan dememelidir; o hayvana, benzer. (Kutadgu Bilig, (Haz. Reşit
Rahmeti Arat), 2. Baskı., Ankara, 1974, 220) Kuldan fakir adını kaldırmak,
fakir milleti zengin yapmak devlet olma vasfındandır. Burada ifadenin Göktürk
çağı ile aynı şekilde geçmesi aktardığımız meseleyi bir yorum olmaktan çıkarıp
süregiden bir töreyi göstermek haline getiriyor. Eserde başka yerlerde de bu anlayış
tekrar ediyor: Bu her iki dünyayı da
Tanrı yarattı; birini bulunca, koş, diğerini de ara. Kadir Tanrı
insan-oğullarının hepsini acıkan ve doyan mahlûklar olarak yarattı ve onlara
böyle ad verdi. İnsanın sırtına elbise ve boğazı için yemek lazımdır; ey
kardeş, bunlar hayat ilaçlarıdır. Sırtını
örtmek için elbise ve karnını doyurmak için yemek, ey kardeş, yaşayanlar
için bunlardan vazgeçmek imkânsızdır. (s. 266) İşte Türk devlet felsefesi
hayat ile uyumlu oluşunu burada gösterir. Yaratılış gerçeği üzerinden insanın
tabii hali ile devletin işleyiş mantığı birleşiyor. Tanrı buyurduğu için aç
fakir milleti toplayan Türk devleti Tanrı’nın yarattıklarını hayat ilacı olarak
görür. Bu bir inayet veya atıfet değil varlık sebebi ve devlet olma gereğidir.
Aynı şekilde Kutadgu Bilig’de şahıslar için de aynı hareket tarzı tavsiye
edilir. Odgurmuş şehre yani medeniyet üçgeninin mekanına çağrılırken de aynı
sözleri görürüz: Buraya gel, kasaba ve
şehir içinde yaşa; sen halk arasına katıl ve karış, onlar da senin kim olduğunu
bilmesinler. Helal dünya malı kazan, kendine sarf et; açları doyur ve çıplakları giydir (s. 284). Devlet adamına
eserde yapılan şu tavsiye meseleyi açıkça ortaya koymaktadır: Ey hükümdar, çaresiz, sana adamlar lazımdır;
beyler fesadı bunlar ile ortadan kaldırırlar. Birçok adamlar toplamalı ve
onlara ihsanlarda bulunmalı; fakiri
zenginleştirmeli ve acı doyurmalıdır. Hizmette bulunan kimse bir şeyler
ümit eder; hizmetkâr ümidini keserse, durmaz, gider. (s. 395). Türk
devletinin kendözü esasını milletin kendözünden alır. Kutadgu Bilig’deki bu
ifadeler şüphesiz İslamî dönemde de törenin devam ettiğini göstermektedir.
Açı doyur, çıplağı giydir konusunda karşımıza çıkan diğer
kaynak Türklerin eskimez ve tükenmez menbaı Dede Korkut destanıdır. Buradaki
hikâyelerden biri olan Dede Korkut Destanındaki Dirse Han oğlu Boğaç Han
Destanın’da oğlu olmayan Dirse Han hanımı ile dertle söyleşirken hanımı
kendilerinde uğursuzluk olmadığı Yüce Tanrı’nın dileği olduğunu deyip şu
sözleri etmiştir: Hay Dirse Han! Bana
azap etme, İncinip acı sözler söyleme, Yerinden Kalk, Ala çadırını yeryüzüne
diktir, Attan aygır, deveden buğra koyundan koç kestir, İç Oğuz’un Taş Oğuz’un
beylerini davet eyle, Aç görsen doyur,
Çıplak görsen donat, Borçluyu borcundan kurtar, Tepe gibi et yığ, Göl gibi
kımız sağdır, Ulu toy eyle, Hacet dile, Belki bir ağzı dualının duasıyla, Tanrı
bize bir batman çocuk verir, der(Dede Korkut Destanları, (Haz. Necati
Demir), İstanbul, 2019, 126). Burada beyin karısı hayırlı hacet için açı
doyurup, çıplağı giydirmeyi ve borcu olanın yükünü almayı uğurlu sayar. Türk
devletinin bu töresinin esasen kaynaklandığı fikri arka plan açısından Kutadgu
Bilig ve Dede Korkut Destanları dikkat çekicidir. İnsan merkezli bir medeniyet
olmanın buradaki tezahürü izaha gerek bırakmıyor. Devlet imkânını bu yolda
kullanmayan içinse Tanrı ve millet nezdinde mesuliyet olacağını söylemeye ise
gerek yoktur.
Türk
devleti için milletin refahı ve zenginliği bir Tanrı buyruğu ve insanın var
olmasına Tanrının kattığı bir hususiyet ve ihtiyacı dikkate alarak taşıdığı bir
mesuliyettir. Türkistanlılık çatısında, medeniyet milliyetçi bir çerçevede
medeniyetimiz merkezinden devlet mefhumuna baktığımızda şüphesiz bu zaviyeden
bir okuma adalet ve insanlık değerleri açısından son derece değerlidir. İktisadi
açıdan temelsiz kalan bir milletin medeniyet zemininde değer üretmesi, siyasi
ve sosyal birliğini koruması zordur. Kaynaklarda görüleceği üzere bu tutum
birleşme ve büyüme devrine ait bir devlet hareketidir: Tanrı buyurduğu için, kendim devletli olduğum üçün, kağan oturdum.
Kağan oturup aç, fakir milleti hep toplattım. Ey devletli hükümdar, eğer
kuldan fakir adını kaldıramazsa, o nasıl bir bey olur? Kadir Tanrı
insan-oğullarının hepsini acıkan ve doyan mahlûklar olarak yarattı ve onlara
böyle ad verdi. İnsanın sırtına elbise ve boğazı için yemek lazımdır; ey
kardeş, bunlar hayat ilaçlarıdır. Sırtını
örtmek için elbise ve karnını doyurmak için yemek… Aç görsen doyur, Çıplak
görsen donat, Borçluyu borcundan kurtar, anlayışındaki bir milletin
devlet mefhumu da bu çerçevede 21. asırda teşekkül ettikçe Türkistanlılar için
medeniyet sureti yeniden tarihi kökleri ile buluşacaktır.
Vesselam