22 Mart 2016

Adâletten umrana

Hz. Ömer, bugün mahkemelerimizde de asılı duran, adâlet mülkün temelidir dediğinde umranımıza dair çok önemli bir esası ortaya koyuyordu. İslâm coğrafyasının muhtelif yerlerinde de bu öz, değişik sözlerle ilkeler hâline getirilerek, yenilenerek intikal ettirildi. Süreklilik ve nizam bu sayede sağlanmıştır. Konunun daha özel yanı bu İslâmî yaklaşım, kadim anlayışla Aristo'nun mantık örgüsüyle ifade ettiği şekle bürünerek “adâlet dairesi” adı altında gelişmiştir. Devir fikrini ontolojik arka planında gören bir temeddünün çocukları Mevlana ile bunu hareket hâlinde zamana aksettirirken, adâlet dairesi yaklaşımı ile hayata sunmuşlardır. Her şey devreder; tarih, evren ve insan döngüsel bir devirdedir. Sonsuzluktan gelen O günleri insanlar arasında döndürür dururuz nidâsı bu gerçeğe dokunur. 

Adâlet, umranın esas rükünlerindendir. Kadim kaynaklarda buna dair atıf geleneğimizde adâlet dairesi olarak adlandırılır. Buna rastlanan ilk kaynaklardan birisi 11. asırda, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig'de geçer: “Dünya hâkimi hakîm bey niçin hazine toplar; asker nerede ise, orada hazır hazine alır. Memleket tutmak için, çok asker ve ordu lazımdır; askeri beslemek için de çok mal ve servete ihtiyaç vardır. Bu malı elde etmek için, halkın zengin olması gerektir; halkın zengin olması için de, doğru kanunlar koyulmalıdır.” (Kutadgu Bilig, 155) kaydı ile 11. asırda mealen devletin kanun ve adâletle imar olacağı, memleketin adâletle umrana kavuşacağı ve insanın umran için ömür süreceğine dair atıflarını yapar.

  1. asırda, İbn Haldun, umranımızın muhtevasını bize tanıtan kaynaklardan biridir. Bu cümleden onun bize tanıttığı önemli kavramlardan biri adâlettir Bu noktada onun adâlet dairesini bize gösteren önemli bir kaydı vardır. Aristo'dan naklen aktardığı şu kayıtta mesele ortaya konulur: “Aristo'nun, garib bir daireye yerleştirdiği bu cümlelerin en önemlisi şu sözüdür: “Dünya bir bahçedir, bunun duvarı devlettir. Devlet bir sultandır, sünnet (töre) bununla yaşar. Sünnet siyasettir, bu siyaseti hükümdar yürütür. Hükümdar bir nizamdır. Ordu onu takviye eder. Ordu bir yardımcı ve destektir, mal ve para onun teminatıdır. Mal rızıktır, onu raiyye derler ve toplar. Raiyye kuldur, onu adalet korur. Adâlet, kendisiyle ülfet edilen ve sayesinde dünyanın kaim olduğu şeydir ve dünya bir bahçedir.” (Mukaddime, 206) Bu tip kıyaslara Aristo mantığında zincirleme kıyas denilir.
  2. asırda, Kınalızâde Ali Çelebi Ahlâk-ı Alâ-i'de aynı konuyu meşhur devir saçağı içinde lakin İbn Haldun'da Aristo'dan aktarıldığı şekilden farklı olarak adâleti dönünün başına getirerek yeniden kurar. Naima'ya göre Kınalızâde bu kıyası İbn Haldun'dan almıştır. Muhtevada gidiş aynı olsa da Aristo dünyanın önüne adâlet kavramı getirilerek muhteva yeniden üretilmiştir. Burada devamlılık adına İbn Haldun'dan alınma bir iktibas değil geleneğin canlı devamlılığına işaret eder. Kınâlızade'nın zincirleme kıyası herkesçe malumdur: 1.'Adldir mûcib- i salâh- ı cihan (Adâlettir dünya nizam ve selâmetini sağlayan) 2. Cihan bir bağdır dîvarı devlet (Dünya bir bahçedir, duvarı devlettir) 3. Devletin nâzımı kanundur (Devletin nizamını kuran kanundur) 4. Kanuna olamaz hiç hâris illa mülk (Kanun ancak saltanat ile muhafaza olunur). 5. Mülk zabt eylemez illa leşker (Saltanat -devlet- ancak ordu ile zapt edilir) 6. Leşkeri cem' idemez illa mal (Ordu, ancak mal ile kaimdir) 7. Malı cem' eyleyen raiyyettir (Malı toplayan halktır) 8. Raiyyeti kul ider padişah-ı âleme adl (Halkı Cihan Padişahı'na adâlet sayesinde bağlanır). 

Kalem, kılıç ve para tarihin ve nizamın değişmez üçlüsü. Bunları terbiye edense adâlet. Burada öz olarak ve hepsinde mülkiye, harbiye ve adliye birlikte bir düzen için ilişkileri bağlamında ortaya konulmaktadır. Türkçe, Arapça ve Farsça kadimden hikmet etmiş tüm siyasetnâmelerimiz bundan böyle bahseder. Umran bunun üzerinde ve her yerinde olacaktır. Zira insanlık olmadan insan, umran olmadan şehir, adalet olmadan devlet içi boş mefhumlar olmaktan öte anlam taşımaz.

Geleneği düşünürken artık şekil şartları kadar keyfiyet gereklerini de düşünmeye başlamak gerekir. Dolayısıyla yukarıdakileri şanlı tarihimizin altın levhaları gibi tumturaklı sözlerle kutsamaktan öte artık umranımız için düşünce ve tefekkür ile temeddünü sağlayacak hareketler ortaya koymak daha önemli olacaktır. Zira evrensel ile kendisine dairi birleştirebilmenin enfes bir numunesi olan adâlet dairesi şeklini Aristo'nun bir önermesinden ve muhtevasını evrensel ile kendi özgününün tecdidinden alan bir epistomolojik perspektif temeddünün zuhurunda hayatidir. Adâletin ruh verdiği kanun ve anayasa her şeyden değerli ve önemlidir. Bu bakımdan adâlet tipi bir anayasa düşünmek temeddünî yürüyüşte çok hayati olacaktır. Bunun gibi umran tipi bir kalkınma ve insanlık tipi bir şahsiyet düşünmek gelenek çerçevesinde bizi çok ilerilere taşıyacaktır. Bunların hepsini tarihte başaran öznenin adı Türk olduğu için bu kavram değerli ve anlamlıdır. Yavuz Sultan Selim Köprüsü gibi kıtalar buluşturan uygarlık hareketleri umranının gölgesinde herkesin buluşacağı bir hukuk ve adâlet umranı da var edebilmelidir. Adâlet dairesi tespit edip bir umran kurarak yeni devir başlatmak için bu devre dâhil olmak gerek vesselam…