24 Mart 2017

Adanmış ülkenin müdriklerine

Biz cesur ve cömert adamlardan olma, iffetli ve sadık kadınlardan doğmaydık. Bu ülke, dilleri yalnızca doğruyu söyler, kalpleri yaratılmışa karşı korkuyu bilmez, tevekkülleri izzete dönmüş, adları yerlerde ve göklerde hürmet ile anılan, sıradan adamların ve kadınların yurduydu. Hangi işi yaparsak yapalım, yeryüzünün medâr-ı iftihârı, hakanları ve melikeleriydik. Tarihin gözlerini kamaştırıyor, talihi kıtmir edip ardımız sıra yürütüyorduk. Yenişimiz de yenilişimiz de muhteşemdi. Allah üstümüze zafer indirdiğinde düşmanımızı şefkate, zafer bizden çekilirken düşmanımızı kanına ve kanımıza boğuyorduk. Yensek de yenilsek de hiç kaybetmiyor, hep biz kazanıyorduk. Bozgunumuzun üzerinde dörtnala gelen zaferlerimiz vardı…

Sonra durduk! Biz durduk ve tarihin akışı fesada uğradı. Denizler ırmaklara aktı. Biz insanımızı kaybettik. Cesur ve cömert adamları, iffetli ve sadık kadınları kaybettik. Her zaman doğru sözlüydüler. Çocukken, gençken, yetişkinken ve nihâyet ölürken aşkları ve edepleri vardı. Muhammedî bir aşktan doğuyorlar, o aşkın yatağında edeple ve neşeyle ecellerine doğru akıyorlar ve ecellerinden çağlayarak yine aşktan bir denize dökülüyorlardı. Bu insanlar iklimlerin, kıtaların ve denizlerin mâliki, âdemoğullarının hâdimiydi. Hepsi kuldu! Buyruk karşısında kıldan ince boyunları ve şeriat kestiğinde asla acımayan parmakları vardı. Kitabın ve nizâmın çocuklarıydılar...

Şimdi dinleyin bu adanmış ülkeye lider olanlar! Dinleyin görenler ve kalpleriyle işitenler! Otağ yıkık, sürülerimiz dağınık, insanlarımız kayıp... Aygırlarımız, kısraklarımız yabanileşti, yılkı atları oldu. Zafer naralarını unuttuk, ağıtlar tükendi, imdatlar dahi söndü ve hatıra oldu. Mademki mesulsünüz, küllerin içinde kayıp közümüzü aramak, aramak ve bulmak, bulmak ve tutuşturmak size düştü. Şimdi bir zamanlar şavkı kalbimizden gözlerimize vuran ateşimizin membaını, deryaları tutuşturan yangınımızı arayalım. İşitin işte! “Yangınımız” deyince bile bir kös gibi vuruyor Dicle'nin, Fırat'ın, Nil'in, Tuna'nın ve İndus'un nabzı. Akdeniz'in, Karadeniz'in, Kızıldeniz'in solukları hızlanıyor. Yol uzun, vakit kısa, ama adımdan önce istikamet gerek. İllâ istikamet…

Çünkü deccal bağrımızda böğürdü. Bu mahzun ve mağrur ülkenin insanlarının pek çoğuyla daha ne deryalara at sürülür, ne çöllere! Bu insanlara ne dost teslim edilir ne düşman! Ne bir bozlak gözlerinde yaş olur, ne bir ayet ne de ezan! Bu çoraklıkta ne bir nefeslik gül biter, ne biçmeye bir tutam yonca! Gülü şiir eden cemâli, yoncayı biçecek celâli kaybettik! Muhakeme, adalet ve zarafeti kaybettik. Böylece sözümüz saçma, fiilimiz zulüm, özümüz ziyan oldu. İnsanlarımız hazineler eminiydi, ama bir kenef bekçiliğine dahi liyakatleri kalmadı.

Efendiler! Bu faslı bitirelim. Bu faslı şimdi toz duman edelim! Çünkü erteleyenler helâk oldu. Geçeceksek şimdi geçelim Kızıldeniz'den, Sina Çölü'nden! Devireceksek şimdi devirelim Calut'u! Biz, adanmış bir ülkenin, işaretlenmiş çocuklarıyız. Kendisi için yaratıldığımız şeye yürütsün bizi, Din Gününün Sahibi! Madem bu milleti her dem muvazzaf, her dem ferman ulağın kıldın, yürüt onları; kemiyetten keyfiyete, zulümden adalete, ahmaklıktan idrake, kabalıktan zarafete, süfliyattan ulviyata, korkaklıktan kahramanlığa, cimrilikten cömertliğe, ihânetten sadakate, çekişmekten feragate, husumetten kardeşliğe, zilletten izzete, fâni olandan bâki olana…

Kolektif kalbimizi çıkar bu darmadağınıklıktan ve tevhide bağla. Elverir ki “esas” bir yanda mahzun beklerken, gayretimiz füruatta heder edilmesin.

Bütün müdriklere; vazife budur, gayrisi değil!
Ruhla bedenle, şuur ile insiyak ile, sözle ve işle yürütün bizi!