08 Eylül 2021

​Afganistan Nükleer İnfazın Eşiğinde mi?

Afganistan câmii duvarı gibi! Eceli gelen yırtıcı süper güç, genişlettiği kudret ve iktidar bölgesinin sınırlarını belirlerken nihâi olarak idrar kokusunu Afganistan’a bırakıyor. Süper gücün diğer ülkeler üzerinde bıraktığı yenilmezlik vehminin boynu da burada vuruluyor. İngiltere Afganistan’ı işgal etmeye teşebbüs etmeseydi öngörülemez biçimde Hindistan Britanya’nın parçası olarak kalabilirdi. Aynı hatayı tekrarlamasaydı belki de Sovyetler Birliği dağılmayabilirdi. Aslında Amerika Birleşik Devletleri de daha şansını denemeye karar verdiği anda yanlış kabloyu kesmiş oldu. Bu sürecin başlattığı anafor göreceksiniz domino taşı etkisiyle kısa bir süre içinde Amerika’yı da darmadağın edecek.  Ancak Afganistan’ın bu defa içine çekilmek istendiği hengâme çok daha farklı. Afganistan bu bâdireyi atlatabilirse muhtemelen Çin son av olmak için turnikeye girecek.

Ama şimdi Afganistan’ın karşısındaki yeni badirenin adı nükleer saldırı! Maalesef küresel bir dünya devletinin tesisini isteyen şeytani mahfilin bu doğrultuda adım adım uygulamaya koyduğu plânlar içerisinde nükleer silahları direnç kırıcı bir tehdit unsuru olarak kullanmak da var. Korkarım ilk kurban, figanlar ülkesi Afganistan! Tıpkı 11 Eylül ile başladığı belirtilen yeni dünya düzeninin ilânı sürecinde olduğu gibi hem kurban hem de diğer uluslara verilen gözdağı! Onlara göre art arda kazandıkları küstah zaferlerle en şiddetli şekilde cezalandırılmayı çoktan hak etmiş bu son Galyalıların müstehakı yurtlarının dümdüz edilip bir daha üzerinde ot bitmeyecek topraklarının tersine sürülmesidir. Ayrıca İslam, hangi coğrafyanın ve hangi etnisitenin kültürel kodlarıyla görünürlük kazanırsa kazansın küfrün ve nifakın insanlığa dayattığı varsayımsal ön kabuller için ağır bir tehdittir. Semerlenemeyen analitik akıllar için ise hem ayartıcı hem de göz kamaştırıcı bir teklif! Bu yüzden kalabalıkların dikkatini çekecek kadar tecrübe edilmesine müsaade edilmemesi gerekiyor.

Amerika, Irak’a saldırmadan önce küresel medya operasyonları ile hedef ülkeyle ilgili abartılı bir kudret imajı ve “tüm yapılacaklara müstahaktır” algısı üretmişti. Buna göre Irak dünyanın en güçlü 4’üncü ordusuna sahipti. Tıpkı Amerikan ordusunun bıraktığı en modern, en yeni ve en etkin silahları ile neredeyse NATO ile denklik iddiası ihsas ettirilen Afganistan’a şimdi yapıldığı gibi. Ardından tam da beklenildiği gibi bombalı saldırılarla DEAŞ ortaya çıktı. DEAŞ Amerikan saldırıları için hem iç hem de dış kamuoyuna karşı kullanılan bir gerekçe ve kamuflaj dekorasyonudur ve Amerikan ordusunun yanında gezdirdiği demirbaş envanterinin vazgeçilmezidir. Amerikan ordusuna eklemlenmiş bir lağımcı ocağıdır. Size her zaman çalışacak bir formül vereyim. Akademi, politika ya da medya düzleminde kim yorum, çözümleme ve önerilerini ABD ile DEAŞ arasında gerçekten bir mücadele olduğu zehabını teyit edecek şekilde yapıyorsa A.B.D hedefleri doğrultusunda kamuoyu onayı ve politika üretmeye yönelik bilinçli bir nüfuz ajanlığı yapıyordur. Diğer ihtimal mümkünün sınırlarını fazlasıyla zorlayacak bir eblehlik olduğu için dikkate alınmamalı. Yâni sürecin eksik parçası DEAŞ yapbozdaki yerini aldı.

Evet, Afganistan’ın nükleer bir saldırıyla infaz edileceğine yönelik güçlü bir ihtimal ve bu yönde tezahür eden bâzı emâreler var. Saldırıyı dolaylandırıp tek taşla vurulan kuşları çoğaltmakla net ve dolaysız bir vuruş yapıp caydırıcılığı arttırmak arasında muallâkta kalmış gibiler. Afganistan kendisiyle beraber Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ı da hallaç pamuğu gibi savuracak bir kaosun tetikleyicisi olarak kullanılabilir. Kazakistan’da patlayan DEAŞ bombaları, Talibanlı Afganistan ile bu ülkeler arasında başlatılacak bir bölgesel yıkımın ilk adımı olabilir. Özellikle Kazakistan sahip olduğu büyük nükleer güç ile küresel mahfil için hesap bozucu ve kestirilemez bir tehdit. DEAŞ ya da Taliban’ın uzantısı gibi görünen bir yapı, bu ülkelerden birine hattâ Pakistan’a karşı çantalı bir nükleer saldırının fâili olarak pazarlanırsa, kimin patlattığı ya da ateşlediği belli olamayan küçük ve orta ölçekli nükleer bombalarla her taraf cehenneme döner.

Bu konuda fikrimi paylaştığım feraseti, basireti keskin bir dost, “aslında nükleer saldırı seçeneğini ilk olarak Körfez Savaşı sırasında Irak’a karşı kullanmayı düşünmüşlerdi” dedi. Ama Rusya üzerinden elliye yakın çantalı nükleer bombanın çalındığı ve bunların Çeçen savaşçıların eline geçmiş olabileceğine ilişkin haberler çıkınca kendilerini misillemeye açık hâle getirmemek için bu plânı uygulamaktan vazgeçtiler diye ekledi. Ardından 15 Temmuz hengâmesinde yaşanan ve unutulan mühim bir hadiseyi hatırlattı; Amerika darbeden sonra günlerce sustu ve ilk açıklamasını tutuklanan subaylarla ilgili olarak ve “onlar NATO subayı” diyerek yaptı. Bu bir tehditti! Tehditten hemen sonra Türkiye’ye Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev geldi ve daha havaalanındayken “Kazakistan sahip olduğu tüm imkânlarla tereddütsüz Türkiye’nin yanındadır” açıklamasını yaptı. Bunun anlamını kalabalıklar fark etmese bile devletler ve devletlerin de üstünde bekleyenler unutmaz.

Amerika, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra (sırasında değil sonra) Japonya’ya attığı nükleer bombalarla gezegenin koğuş ağası olduğunu diğer uluslara kabul ettirdi. Bu aslında en az Amerika kadar onu yöneten iradenin de kudret gösterisiydi. Bu yolla tartışılmaz bir caydırıcılığa ve iknâ gücüne sahip oldular. Ama Amerika’nın caydırıcı gücü büyük ölçüde dağıldı ve bunu savaşarak ya da ekonomik tasallutlarla yeniden tesis edemiyorlar. Koğuş ağalığını hiç kimse elindeki kozları sonuna kadar kullanmadan bir diğerine zâten bırakmaz. Nükleer silahlara devamlı ve devasa ölçekte yatırım yapan güçlerin aslında bunları hiçbir zaman kullanmayı düşünmeyecek kadar naif olduklarına inanıyor musunuz? Peki Hiroşima ve Nagazaki’de yüz binlerce Japon’u katleden irade, Afganistan’daki ya da başka coğrafyalardaki Müslümanlara merhamet eder mi?

Tıbbi terörle küresel bir tek dünya devleti kurmak isteyenlerin, ulus devletlere akıllı olmaları ve sorun çıkarmadan geçiş sürecinin icabı olan kanun ve düzenlemeleri yaparak “haydi” denildiğinde iktidarı kuzu kuzu devretmeleri gerektiğini hatırlatan bir ihtara ve göz dağına ihtiyacı var. Göz dağı hem ulus devletlere hem de bütün halklara!