Ah, gurbet türküleri!
Türkülerimiz çokça gurbeti nağmelendirmiştir. En çokta gurbet türkülerini severiz milletçe. Sıla hasretini dillendiren ezgilerin çalındığı anlarda gizli gizli ağlamışızdır. Gurbet ve sıla duygularını Doğu Batı arasında en çok milletimiz mûsikiye dökmüştür. Göbek bağı bu ülkede kesilmiş olup da “Yemen Türküsü”ndeki gurbetin derûnunu yaşamayan bir insanı düşünebilmek mümkün müdür? Gencecik Osmanlı Türk askerlerinin uzak arka bahçelerde sılaya duydukları ölümcül hasreti bu türkümüz dillendirir. “Mızıka çalındı düğün mü sandın / Al yeşil bayrağı gelin mi sandın / Yemen’e gideni gelir mi sandın / Tez gel ağam tez gel dayanamirem.”
Yemen
gurbetlerinden yıllar sonra sakat dönen Mehmet ve Memiş’lerin devlete ve
millete olan sadâkatlarında kahrın ve isyanın zerresini görememenin mânası ne
olabilir? Onlar beşerî gurbetin en yakıcı ve ölümcülünü yaşamadılar. “Mızıka
çalındı düğün mü sandın / Al yeşil bayrağı gelin mi sandın / Yemen’e gideni
gelir mi sandın / Dön gel ağam, dön gel dayanamirem / Uyku gaflet basmış
uyanamirem / Ağam öldüğüne inanamırem...”
“YOLUMUZ
GURBETE DÜŞTÜ”
Hangi türkümüzde gurbet duygusu yok ki? “Yolumuz gurbete düştü /
hazin hazin ağlar gönül” ve “gönül gel gurbete gitme / ya gelinir ya gelinmez”
türkülerinin sözlerinde beşerî, yâni maddî gurbet duygusu dillendirilmiştir. Türkülerimizde
gurbet ve garibin hâlleri çokça dile getirilir: “Gurbet elde baş yastığa
gelende / Gayet yaman olur işi garibin / Gelen olmaz giden olmaz yanıma /
Sızılar toprağı taşı garibin / Anam yok ki yaka yıka yaş dike / Bacım yok ki
saçlarından saç dike / Gardaş yok ki mezarıma taş dike / Bir çalıdır mezartaşı
garibin.”
SILAYI
GURBETTE YİTİRMEK
Gurbet havaları dediğimiz, yani bâzı yörelerde“garib-kerib havası”
da denilen türküleri çokça dinler Anadolu’nun gurbette ömür tüketen yüreği
yanık mahzun insanı. Şu gurbet türküsüne hangi yürek dayanır? “Mektup selâm
söyle benden sılaya / söyle benim için dostlar ağlasın / gözü yaşlı düştüm
gurbet ellere / uzaktır aramızda yollar ağlasın”.
Beşerî gurbetlik ve gariplikteki zillet içinde geçen çileleri de
şu türkümüzden öğrenelim: “Gitme garip gitme yollar çamurlu / gitme garip gitme
yollar haramî / sen gidersen garip amman kimler sarar yaranı / gadan alayım
garip kal bizim ellerde.”
Anadolu’da tecrübesiz toy bir insana gurbetin ne denli netameli ve
cefalarla dolu bir yer olduğunu öğütleyen türkümüzün sözünü hatırlamadan geçmek
olmaz: “Bir yiğit gurbete gitse gör başına neler gelir.” Gurbet yataklarında
verem olan birini duyduğunuzda “sefil baykuş ne yatarsın burada / yok mudur
vatanın ellerin hani” türküsü yüreğinize bir hançer gibi sokulmaz mıdır? Şu
türkü sözleri de garip yanımızı tasvir ediyor: “Sılayı gurbette yitirmiş /
Sormayın o bir gariptir / Aha da tükenmiş bitmiş / Yormayın o bir gariptir.”
Uzaktaki gurbetçisinden umutsuzca haber bekleyen bir insanın dilinden
hangi türkü söylenebilir?: “Şu yüce dağları duman kaplamış / yine mi gurbetten
kara haber var / çimenler üstünde kimler ağlamış / çimenler üstünde gözyaşları
var.” Gurbet diyarında başına iş gelen bir gurbetzedenin yürek yakıcı hâlini
bize Pir Sultan Abdal’ın şu türküsü anlatabilir ancak: “Gurbet elde bir hal
geldi başıma / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir / Derman arar iken derde düş
oldum / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.”
“GURBET
ELİNDE ÇATILDIM / ANA RAHMİNE YATILDIM”
Anadolu insanının gurbet dilinde en çok söylenen “Gurbet elde bir
hâl geldi başıma / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir” türküsünü asırlardan bu güne
hançeremize yerleştiren Pir Sultan Abdal’ın “Gurbet elinde çatıldım / Ana
rahmine yatıldım” deyişini asırlardır gurbet çeken gönlümüze çekip âh ü vah
etmez miyiz?
“GÖNÜL
GEL GURBET ELE GİTME”
Erzurumlu Emrah gurbete gidenlere türkülerle nasihat edermiş:
“Gönül gel gurbet ele gitme / Ya gelinir ya gelinmez.” Onun “sevgilimin hayal-i
vuslatın beni / Diyâr-ı gurbette hayran gezdirir” ve “gurbet diyarında tutuldum
derde / gel tabib yaram sar garip garip” mısralarını dinleyip de ah etmeyen var
mıdır? “Gurbet elde padişahlık sürmeden / Vatanda züğürt olmak yeğ imiş” diyen
Karacaoğlan, bir baştan bir başa Anadolu göçerlerinin gurbet sayhalarını
nağmalendirmiştir. Konar-göçerlerin gurbet acılarını onun türkülerinden
öğreniriz çokça: “Gittim gurbet ellere geri gelinmez / Kim ölüp de kim kaldığın
bilinmez / Ölsem gurbete elde gözüm yumulmaz.” Karacaoğlan’ın, yiğitliğimizin
bir yanını vurup geçen “Gurbet eldir koç yiğidin vatanı / Aramazlar gurbet elde
yiteni” türküsü gurbet karşındaki mağlûbiyetimizi anlatsa da asırlardır
dilimizden düşürmeden söyleriz. Onun “Vara vara vardım ol kara taşa / Hasret
kodun beni kavim kardaşa / Sebep gözden olan bu kanlı yaşa / Biri ayrılık, biri
yoksulluk / biri ölüm / Üç derdim var birbirinden seçilmez / Biri ayrılık, biri
yoksulluk, biri ölüm” türküsü maddî gurbeti yaşayanların dilinden hiç düşmeyen
bir nağmedir.
GURBET
ELDE CAN VERMEK
Âşık Kerem, Karacaoğlan’ın bu mısralarını gurbetten yanan diline
şöyle uyarlamış: “Şu dünyada üç nesneden korkarım / Biri gurbet, biri ayrılık,
biri ölüm.” Tahir Kutsi Makal “Avşar Ağıtları” şiirinde “Ilgıt ılgıt bir yel
esti Urum’dan / Duydum hâli perişandır Avşar’ın / Gam-kasavet kalkmaz oldu
sırtından / Döndü gurbette ile yolu Avşar’ın” mısralarını türküleşmiş olarak
dinleyiniz bakalım nerelere gideceksiniz? Devlet-i Âliyye’nin iskân politikası
konar-göçerlerin gurbet sancısı olmuştur. Yurt gurbetinden bizar düştüklerini
bir Avşar Kocası’nın şu mısralarından öğreniyoruz: “Kahbe felek ne dönersin
ardıma / Gurbet elde can mı verim ben sana.”
Gurbete çatan âşıklar da var. Gurbet duygusu içimize çöktüğünde
aklımıza Âşık Garip’in türküsü gelir: “Gurbet elde baş yastığa koyan da / Gayet
yaman olur işi garibin / Gelen olmaz, giden olmaz yanına / Siyah toprağıyla taşı garibin.” Ardından da
Âşık Ömer’in şu gurbet türküsünü söyleyip gurbet duygusundan iyice efkârlanmaz
mıyız?: “Gurbet elde deldin bağrımı / Garip garip ötme bülbül ötme….” Gurbete
çıkıp da Âşık Bayburtlu Zihni’nin türküsünü söylemeyen var mıdır?: “ Kör olasın
gurbetin kahrı bitmedi / Gidemem vatan çilem yetmedi.”
“ASR-I
GURBET HARAP ETMİŞ KÖYÜMÜ”
Türkücü Ali Kızıltuğ’un söylediklerine gurbetzede yüreğimiz
dayanır mı bilmem?: “ Asr-ı gurbet harap etmiş köyümü / Bülbül gitmiş baykuş
konmuş gel hele / Ben ağayım ben paşayım diyenler / Kapıları kitlemişler gel
hele / Bir ev burda bir ev karşıda kalmış /
Hele sorun bizim komşular n’olmuş / Kırk senelik ağaç kurumuş kalmış /
bizim köye benzemiyor gel hele / Gel çoban gel ki dertleşek beri / Dağlarda
meleşen kuzular hani / Tanıdın mı ben Ali’yim Ali / Hangi Ali’sin tanımıyım gel
hele.”
Adam uzun bir gurbetten dönüp geldiğinde ne akrabası kalmış, ne
kırk yıllık ağaç, ne komşu, ne beyler. Vay ki vay! Bir Eğin türküsünde Eğinli
bir gurbetçinin maddî gurbet karşısında memleketini fanatikçe tutmasına hayran
kalmıştım: “Ya Eğin olmayaydı, ya da gurbet.”
“Gurbete giden, arkada kalan için el olur, yâdı yabancı olurmuş”
türküsünü her dinleyişimde vefâsız dünyaya kahredip kendimden geçerim. Bu nasıl
bir dünya, bu nasıl bir felek ki yolu gurbete düşmüş, dünyalık rızkı gurbette
verilmiş birisi, memlekette kalan için yâdı yabancı olsun. Yüreğimizdeki
gurbeti feveran eden nağmeleri en çok türkülerde ararız. Âşık Reyhanî gurbeti
çokça içimize düşürür: “Beden ruhuma gurbet el olmuş / Olsun sabret sus be
ağlama gözüm.”
UZUN
İNCE BİR GURBET
Dünyayı târif etmeye çalışan felsefeciler boşuna uğraşıyorlar.
Âşık Veysel ustamız türkülerle dünyanın bir gurbet olduğunu söyleyip meseleyi
halletmiş: “İki kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece.” Gurbet duygusuna
kapıldığım zaman, “dış gözleri kapalı” iki türlü ağır gurbet yaşamış Âşık
Veysel’in türkülerini dinlerim: “Uzun ince bir yoldayım / Gidiyorum gündüz gece
/ Bilmiyorum ne haldeyim / Gidiyorum gündüz gece / Dünyaya geldiğim anda /
Yürüdüm aynı zamanda.”
İki kapılı bir han olan gurbetin içinden nasıl çıkacağız? Hangi
ıstıraplara gark’olduktan sonra gurbetten kurtulacağız? Bilen var mı? Başını
alıp gurbet ellere gitmekle sevdiğine naz ve sitem eden bir âşığın dilinden
“Yeşil ördek gibi daldım göllerle / Sen düşürdün beni dilden dillere / Başım
alıp gidem gurbet ellere” türküsü çıkmaz mıdır? “Kırıldı kanadım kaldım
çöllerde / Anasız babasız gurbet ellerde / Ya ben ağlamayım da kimler ağlasın”
sözleriyle yüreğimizi ağır bir gurbet düşüncesine sokan Eğin türküsü her
gurbetçinin dilinde bir sıla hasretini dile getirir. “Gurbette yâri olan âh
etmeyip güler mi?” Diyen âşıka vereceğimiz bir cevabımız var mı?
“AYRILIK
HASRETLİK KÂR CANA”
Anadolu’da her evin evlâdı gibi sayılan asırların gönlümüzden
düşüremediği nazenin ve kırılgan gurbetçisi Âşık Kerem’in, “Bir han köşesinde
kalmışım hasta / Gözlerim kapıda kulağım seste / Kendim gurbet elde gönlüm
heveste / Gelme ecel gelme üç gün ara ver / Al benden sevdamı yâre götür”
türküsü ağır gurbet hâllerimizde bize yoldaşlık etmez midir? Bir mânasıyla,
Peygamber Efendimiz’e olan hasreti dile getiren tasavvuf yüklü şu türkünün
sözleri “iç gurbet” duygusunun tartışılmaz örneklerindendir: “Ayrılık hasretlik
kâr etti cana / seher yeli sultanımdan bir haber / Selâmım tebliğ et kutb-ı
cihana / seher yeli sultanımdan bir haber.”
“ŞOL
REVANDA BALAM KALDI”
Gerek maişet için, gerekse vatan savunması için gurbete gidip de
dönmeyen evlâdının arkasından gözlerinden kanlı kanlı yaşlar döken ana
yüreğinin dilini türkülerde aramak lâzım: Vakti zamanında Erzurum’da bir evin
oğlu vefat eden babası gibi kervana katılır evin geçimini temin edermiş.
Gurbetlerden anasına kırmızı güller getirir, anası da o güllerden demet yapar
saklarmış. Yollar uzun, kervan zor. Anasının gözü hep yollarda. Nice sonra
oğlunun Revan’da hastalanıp öldüğünü duyar. Ciğerpâresi Revan’da kalmıştır.
Yüreğinden kopup gelen bir yakar: “Kırmızı gül demet demet / Gitti gelmez ol
muhannet / Şol Revanda balam kaldı / Yavrum kaldı balam kaldı / Balam nenni
yarum nenni.”
Dünyalık gurbet ana için bir yiğit oğlandan, eş için bir er kişiden
ayrılığın adı değil midir? “Ana celâli
yudular / başucunda döne döne” türküsünde evin direğinin ölümüyle ayrılığın ve
beşerî gurbet duygusunun yürek dağlayıcı yanıp yakılışları vardır. Ana yüreği
askerlik gurbetine çıkan evlâdına duyduğu hasreti de yine bir gurbet türküsüyle
dile getirir: “Aynalı beşikte canan bebek beledim / Büyüttüm besledim asker
eyledim / Gitti de gelmedi canan buna ne
çare / Yandı ciğerim de canan buna ne çare.”
“AŞRI
AŞRI MEMLEKETE KIZ VERMESİNLER”
Gurbete giden gelin kızın gurbet duygusundan kavrulan yüreğinden
dökülüp anasına, babasına hasretini dile getiren şu türkümüz her hânede
bilinir: “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar / Aşrı aşrı memlekete kız
vermesinler / Annesinin bir tanesini hor görmesinler / Uçan da kuşlar malûm
olsun ben annemi özledim /Hem annemi, hem babamı, hem köyümü özledim.”
Gurbete alışamayan bir garibin duygularını “Pencereden kar geliyor
/ Gurbet bana zor geliyor” türkü sözlerinden başk ne anlatabilir? Âşıklık
geleneğinde gurbette çile çekmenin şart olduğunu bilenlerdeniz şükür. Bu
geleneği zâhirî ve bâtınî olarak sürdürmek isteyenlerin, âşıklığın son
temsilcilerinden Sümmanî’ye kulak vermeleri gerek: “ Ervâh-ı ezelde levh ü
kalemde / Bu benim bahtımı kara yazdılar / Gönül perişandır devr-i âlemde / Bir
günümü yüz bin zâra yazdılar.”
Gurbet duygusunu ve hüznünü yok eden modernizme karşı gurbet
türküleri dinlemeli.
***
“DOST HASRETİ ZOR İMİŞ”
Tercümanım, Dükkândaşım ve gönül dostum Ferhat Ağca iç gurbete
çıktı. Konya’da dost ve Dükkân gurbeti yaşıyor şimdi. O dostun Bir Hocamgilden
hâtıra ve havadis aktaran, gönül alıcı ve dert ortağı diline hasret
kaldım.
“Bugün dost yaralanmış / Yine gönlüm hoş değil / Her yanı pârelenmiş / Yine gönlüm hoş değil / Dost hasreti zor imiş / Her dem ahuzar imiş…”(ilbeyali@hotmail.com)