VF kat sol
VF kat sağ

04 Eylül 2021

​Ah, gurbet türküleri!

Türkülerimiz çokça gurbeti nağmelendirmiştir. En çokta gurbet türkülerini severiz milletçe. Sıla hasretini dillendiren ezgilerin çalındığı anlarda gizli gizli ağlamışızdır. Gurbet ve sıla duygularını Doğu Batı arasında en çok milletimiz mûsikiye dökmüştür. Göbek bağı bu ülkede kesilmiş olup da “Yemen Türküsü”ndeki gurbetin derûnunu yaşamayan bir insanı düşünebilmek mümkün müdür? Gencecik Osmanlı Türk askerlerinin uzak arka bahçelerde sılaya duydukları ölümcül hasreti bu türkümüz dillendirir. “Mızıka çalındı düğün mü sandın / Al yeşil bayrağı gelin mi sandın / Yemen’e gideni gelir mi sandın / Tez gel ağam tez gel dayanamirem.”

Yemen gurbetlerinden yıllar sonra sakat dönen Mehmet ve Memiş’lerin devlete ve millete olan sadâkatlarında kahrın ve isyanın zerresini görememenin mânası ne olabilir? Onlar beşerî gurbetin en yakıcı ve ölümcülünü yaşamadılar. “Mızıka çalındı düğün mü sandın / Al yeşil bayrağı gelin mi sandın / Yemen’e gideni gelir mi sandın / Dön gel ağam, dön gel dayanamirem / Uyku gaflet basmış uyanamirem / Ağam öldüğüne inanamırem...”

“YOLUMUZ GURBETE DÜŞTÜ”

Hangi türkümüzde gurbet duygusu yok ki? “Yolumuz gurbete düştü / hazin hazin ağlar gönül” ve “gönül gel gurbete gitme / ya gelinir ya gelinmez” türkülerinin sözlerinde beşerî, yâni maddî gurbet duygusu dillendirilmiştir. Türkülerimizde gurbet ve garibin hâlleri çokça dile getirilir: “Gurbet elde baş yastığa gelende / Gayet yaman olur işi garibin / Gelen olmaz giden olmaz yanıma / Sızılar toprağı taşı garibin / Anam yok ki yaka yıka yaş dike / Bacım yok ki saçlarından saç dike / Gardaş yok ki mezarıma taş dike / Bir çalıdır mezartaşı garibin.”

SILAYI GURBETTE YİTİRMEK

Gurbet havaları dediğimiz, yani bâzı yörelerde“garib-kerib havası” da denilen türküleri çokça dinler Anadolu’nun gurbette ömür tüketen yüreği yanık mahzun insanı. Şu gurbet türküsüne hangi yürek dayanır? “Mektup selâm söyle benden sılaya / söyle benim için dostlar ağlasın / gözü yaşlı düştüm gurbet ellere / uzaktır aramızda yollar ağlasın”.

Beşerî gurbetlik ve gariplikteki zillet içinde geçen çileleri de şu türkümüzden öğrenelim: “Gitme garip gitme yollar çamurlu / gitme garip gitme yollar haramî / sen gidersen garip amman kimler sarar yaranı / gadan alayım garip kal bizim ellerde.”

Anadolu’da tecrübesiz toy bir insana gurbetin ne denli netameli ve cefalarla dolu bir yer olduğunu öğütleyen türkümüzün sözünü hatırlamadan geçmek olmaz: “Bir yiğit gurbete gitse gör başına neler gelir.” Gurbet yataklarında verem olan birini duyduğunuzda “sefil baykuş ne yatarsın burada / yok mudur vatanın ellerin hani” türküsü yüreğinize bir hançer gibi sokulmaz mıdır? Şu türkü sözleri de garip yanımızı tasvir ediyor: “Sılayı gurbette yitirmiş / Sormayın o bir gariptir / Aha da tükenmiş bitmiş / Yormayın o bir gariptir.”

Uzaktaki gurbetçisinden umutsuzca haber bekleyen bir insanın dilinden hangi türkü söylenebilir?: “Şu yüce dağları duman kaplamış / yine mi gurbetten kara haber var / çimenler üstünde kimler ağlamış / çimenler üstünde gözyaşları var.” Gurbet diyarında başına iş gelen bir gurbetzedenin yürek yakıcı hâlini bize Pir Sultan Abdal’ın şu türküsü anlatabilir ancak: “Gurbet elde bir hal geldi başıma / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir / Derman arar iken derde düş oldum / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir.”  

“GURBET ELİNDE ÇATILDIM / ANA RAHMİNE YATILDIM”

Anadolu insanının gurbet dilinde en çok söylenen “Gurbet elde bir hâl geldi başıma / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir” türküsünü asırlardan bu güne hançeremize yerleştiren Pir Sultan Abdal’ın “Gurbet elinde çatıldım / Ana rahmine yatıldım” deyişini asırlardır gurbet çeken gönlümüze çekip âh ü vah etmez miyiz?  

“GÖNÜL GEL GURBET ELE GİTME”  

Erzurumlu Emrah gurbete gidenlere türkülerle nasihat edermiş: “Gönül gel gurbet ele gitme / Ya gelinir ya gelinmez.” Onun “sevgilimin hayal-i vuslatın beni / Diyâr-ı gurbette hayran gezdirir” ve “gurbet diyarında tutuldum derde / gel tabib yaram sar garip garip” mısralarını dinleyip de ah etmeyen var mıdır? “Gurbet elde padişahlık sürmeden / Vatanda züğürt olmak yeğ imiş” diyen Karacaoğlan, bir baştan bir başa Anadolu göçerlerinin gurbet sayhalarını nağmalendirmiştir. Konar-göçerlerin gurbet acılarını onun türkülerinden öğreniriz çokça: “Gittim gurbet ellere geri gelinmez / Kim ölüp de kim kaldığın bilinmez / Ölsem gurbete elde gözüm yumulmaz.” Karacaoğlan’ın, yiğitliğimizin bir yanını vurup geçen “Gurbet eldir koç yiğidin vatanı / Aramazlar gurbet elde yiteni” türküsü gurbet karşındaki mağlûbiyetimizi anlatsa da asırlardır dilimizden düşürmeden söyleriz. Onun “Vara vara vardım ol kara taşa / Hasret kodun beni kavim kardaşa / Sebep gözden olan bu kanlı yaşa / Biri ayrılık, biri yoksulluk / biri ölüm / Üç derdim var birbirinden seçilmez / Biri ayrılık, biri yoksulluk, biri ölüm” türküsü maddî gurbeti yaşayanların dilinden hiç düşmeyen bir nağmedir. 

GURBET ELDE CAN VERMEK

Âşık Kerem, Karacaoğlan’ın bu mısralarını gurbetten yanan diline şöyle uyarlamış: “Şu dünyada üç nesneden korkarım / Biri gurbet, biri ayrılık, biri ölüm.” Tahir Kutsi Makal “Avşar Ağıtları” şiirinde “Ilgıt ılgıt bir yel esti Urum’dan / Duydum hâli perişandır Avşar’ın / Gam-kasavet kalkmaz oldu sırtından / Döndü gurbette ile yolu Avşar’ın” mısralarını türküleşmiş olarak dinleyiniz bakalım nerelere gideceksiniz? Devlet-i Âliyye’nin iskân politikası konar-göçerlerin gurbet sancısı olmuştur. Yurt gurbetinden bizar düştüklerini bir Avşar Kocası’nın şu mısralarından öğreniyoruz: “Kahbe felek ne dönersin ardıma / Gurbet elde can mı verim ben sana.”

Gurbete çatan âşıklar da var. Gurbet duygusu içimize çöktüğünde aklımıza Âşık Garip’in türküsü gelir: “Gurbet elde baş yastığa koyan da / Gayet yaman olur işi garibin / Gelen olmaz, giden olmaz yanına /  Siyah toprağıyla taşı garibin.” Ardından da Âşık Ömer’in şu gurbet türküsünü söyleyip gurbet duygusundan iyice efkârlanmaz mıyız?: “Gurbet elde deldin bağrımı / Garip garip ötme bülbül ötme….” Gurbete çıkıp da Âşık Bayburtlu Zihni’nin türküsünü söylemeyen var mıdır?: “ Kör olasın gurbetin kahrı bitmedi / Gidemem vatan çilem yetmedi.”

“ASR-I GURBET HARAP ETMİŞ KÖYÜMÜ”

Türkücü Ali Kızıltuğ’un söylediklerine gurbetzede yüreğimiz dayanır mı bilmem?: “ Asr-ı gurbet harap etmiş köyümü / Bülbül gitmiş baykuş konmuş gel hele / Ben ağayım ben paşayım diyenler / Kapıları kitlemişler gel hele / Bir ev burda bir ev karşıda kalmış /  Hele sorun bizim komşular n’olmuş / Kırk senelik ağaç kurumuş kalmış / bizim köye benzemiyor gel hele / Gel çoban gel ki dertleşek beri / Dağlarda meleşen kuzular hani / Tanıdın mı ben Ali’yim Ali / Hangi Ali’sin tanımıyım gel hele.”

Adam uzun bir gurbetten dönüp geldiğinde ne akrabası kalmış, ne kırk yıllık ağaç, ne komşu, ne beyler. Vay ki vay! Bir Eğin türküsünde Eğinli bir gurbetçinin maddî gurbet karşısında memleketini fanatikçe tutmasına hayran kalmıştım: “Ya Eğin olmayaydı, ya da gurbet.”

“Gurbete giden, arkada kalan için el olur, yâdı yabancı olurmuş” türküsünü her dinleyişimde vefâsız dünyaya kahredip kendimden geçerim. Bu nasıl bir dünya, bu nasıl bir felek ki yolu gurbete düşmüş, dünyalık rızkı gurbette verilmiş birisi, memlekette kalan için yâdı yabancı olsun. Yüreğimizdeki gurbeti feveran eden nağmeleri en çok türkülerde ararız. Âşık Reyhanî gurbeti çokça içimize düşürür: “Beden ruhuma gurbet el olmuş / Olsun sabret sus be ağlama gözüm.”

UZUN İNCE BİR GURBET

Dünyayı târif etmeye çalışan felsefeciler boşuna uğraşıyorlar. Âşık Veysel ustamız türkülerle dünyanın bir gurbet olduğunu söyleyip meseleyi halletmiş: “İki kapılı bir handa / Gidiyorum gündüz gece.” Gurbet duygusuna kapıldığım zaman, “dış gözleri kapalı” iki türlü ağır gurbet yaşamış Âşık Veysel’in türkülerini dinlerim: “Uzun ince bir yoldayım / Gidiyorum gündüz gece / Bilmiyorum ne haldeyim / Gidiyorum gündüz gece / Dünyaya geldiğim anda / Yürüdüm aynı zamanda.” 

İki kapılı bir han olan gurbetin içinden nasıl çıkacağız? Hangi ıstıraplara gark’olduktan sonra gurbetten kurtulacağız? Bilen var mı? Başını alıp gurbet ellere gitmekle sevdiğine naz ve sitem eden bir âşığın dilinden “Yeşil ördek gibi daldım göllerle / Sen düşürdün beni dilden dillere / Başım alıp gidem gurbet ellere” türküsü çıkmaz mıdır? “Kırıldı kanadım kaldım çöllerde / Anasız babasız gurbet ellerde / Ya ben ağlamayım da kimler ağlasın” sözleriyle yüreğimizi ağır bir gurbet düşüncesine sokan Eğin türküsü her gurbetçinin dilinde bir sıla hasretini dile getirir. “Gurbette yâri olan âh etmeyip güler mi?” Diyen âşıka vereceğimiz bir cevabımız var mı?

“AYRILIK HASRETLİK KÂR CANA”

Anadolu’da her evin evlâdı gibi sayılan asırların gönlümüzden düşüremediği nazenin ve kırılgan gurbetçisi Âşık Kerem’in, “Bir han köşesinde kalmışım hasta / Gözlerim kapıda kulağım seste / Kendim gurbet elde gönlüm heveste / Gelme ecel gelme üç gün ara ver / Al benden sevdamı yâre götür” türküsü ağır gurbet hâllerimizde bize yoldaşlık etmez midir? Bir mânasıyla, Peygamber Efendimiz’e olan hasreti dile getiren tasavvuf yüklü şu türkünün sözleri “iç gurbet” duygusunun tartışılmaz örneklerindendir: “Ayrılık hasretlik kâr etti cana / seher yeli sultanımdan bir haber / Selâmım tebliğ et kutb-ı cihana / seher yeli sultanımdan bir haber.”

“ŞOL REVANDA BALAM KALDI”

Gerek maişet için, gerekse vatan savunması için gurbete gidip de dönmeyen evlâdının arkasından gözlerinden kanlı kanlı yaşlar döken ana yüreğinin dilini türkülerde aramak lâzım: Vakti zamanında Erzurum’da bir evin oğlu vefat eden babası gibi kervana katılır evin geçimini temin edermiş. Gurbetlerden anasına kırmızı güller getirir, anası da o güllerden demet yapar saklarmış. Yollar uzun, kervan zor. Anasının gözü hep yollarda. Nice sonra oğlunun Revan’da hastalanıp öldüğünü duyar. Ciğerpâresi Revan’da kalmıştır. Yüreğinden kopup gelen bir yakar: “Kırmızı gül demet demet / Gitti gelmez ol muhannet / Şol Revanda balam kaldı / Yavrum kaldı balam kaldı / Balam nenni yarum nenni.”   

Dünyalık gurbet ana için bir yiğit oğlandan, eş için bir er kişiden ayrılığın adı değil midir?  “Ana celâli yudular / başucunda döne döne” türküsünde evin direğinin ölümüyle ayrılığın ve beşerî gurbet duygusunun yürek dağlayıcı yanıp yakılışları vardır. Ana yüreği askerlik gurbetine çıkan evlâdına duyduğu hasreti de yine bir gurbet türküsüyle dile getirir: “Aynalı beşikte canan bebek beledim / Büyüttüm besledim asker eyledim /  Gitti de gelmedi canan buna ne çare / Yandı ciğerim de canan buna ne çare.”       

“AŞRI AŞRI MEMLEKETE KIZ VERMESİNLER”

Gurbete giden gelin kızın gurbet duygusundan kavrulan yüreğinden dökülüp anasına, babasına hasretini dile getiren şu türkümüz her hânede bilinir: “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar / Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler / Annesinin bir tanesini hor görmesinler / Uçan da kuşlar malûm olsun ben annemi özledim /Hem annemi, hem babamı, hem köyümü özledim.”

Gurbete alışamayan bir garibin duygularını “Pencereden kar geliyor / Gurbet bana zor geliyor” türkü sözlerinden başk ne anlatabilir? Âşıklık geleneğinde gurbette çile çekmenin şart olduğunu bilenlerdeniz şükür. Bu geleneği zâhirî ve bâtınî olarak sürdürmek isteyenlerin, âşıklığın son temsilcilerinden Sümmanî’ye kulak vermeleri gerek: “ Ervâh-ı ezelde levh ü kalemde / Bu benim bahtımı kara yazdılar / Gönül perişandır devr-i âlemde / Bir günümü yüz bin zâra yazdılar.”     

Gurbet duygusunu ve hüznünü yok eden modernizme karşı gurbet türküleri dinlemeli.

***

“DOST HASRETİ ZOR İMİŞ”

Tercümanım, Dükkândaşım ve gönül dostum Ferhat Ağca iç gurbete çıktı. Konya’da dost ve Dükkân gurbeti yaşıyor şimdi. O dostun Bir Hocamgilden hâtıra ve havadis aktaran, gönül alıcı ve dert ortağı diline hasret kaldım.   

“Bugün dost yaralanmış / Yine gönlüm hoş değil / Her yanı pârelenmiş / Yine gönlüm hoş değil / Dost hasreti zor imiş / Her dem ahuzar imiş…”(ilbeyali@hotmail.com)