24 Ocak 2019

Âhirete İnanmanın, Dünya Hayatına Etkileri

Geçen hafta, “âhirete imanı” anlamaya çalıştık. Bu hafta da “âhirete imanın, dünya hayatına yansımalarını” anlamaya çalışacağız inşaallah. Âhirete iman eden kişi; öldükten sonra dirilmeye, dünyada yapılan iyilik ve kötülüklerin mükâfat ve cezası olan cennet ile cehenneme ve oradaki hayatın sonsuz olduğuna inanır. Böyle bir inanca sahip olan kişi, bütün davranışlarında çok titiz ve dikkatli olmaya çalışır. Çünkü o, bütün yaptıklarından sorumlu olduğunu ve Kıyamet günü hepsinin hesabını vereceğini bilir.

Böyle bir kişi, durmadan iyi işler yapmaya; kendisine, âilesine ve çevresine faydalı olmaya çalışır. Çünkü ona göre; “dünya, âhiretin tarlasıdır” ve yine o; “burada ne ekersek, âhirette onu biçeriz” kanaatindir. Ayrıca o, âhiret hayatındaki sonsuz mutluluğun da burada kazanılacağını çok iyi bilir.

Âhirete inanan kişi, daima “havf” (korku) ve “reca” (ümit) halet-i rûhiyesi içindedir. Yani o, her zaman Dinimizin; “Allahü Teâlânın azabından kork, ama rahmetinden de ümitli ol” temel prensibine göre yaşar. Dikkat buyurun; fert ve toplumun mutluluk ve saadeti, bu temel prensiple çok yakından ilgilidir, şöyle ki:

İnançsız veya inancı zayıf kişiler; hayatı yalnız bu dünyadan, bu dünyayı da kendi çıkar ve menfaatlerinden ibaret görürler. Mal, mülk, para ve eğlence onlar için her şeydir. Bu uğurda haksızlık yapabilir; hatta daha çok kazanabilmek ve ardı arkası gelmeyen dünyevî arzularını tatmin etmek için, başkalarına karşı acımasız bile olabilirler. İşte böyle insanlardan oluşan bir toplumda; ahlaklı olmak güçleşir, hak hukuk ortadan kalkar. Çünkü böyle bir toplumda “Allah korkusu” ve “helal-haram kuralı” olmadığı için; “insan insanın kurdu olur”, dışarıdan bakıldığında, kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmaz, beşerî ilişkilerde kimse kimseye güvenmez ve nihayet “herkes birbirinden korkar”, hale gelir. Böyle zavallı bir toplumda artık; kötülük ve kötüler her tarafa hâkim olur ve İslamın mutlaka korunmasını emrettiği; “din, can, mal, namus ve akıl emniyeti” ortadan kalkar.

Âhirete inanan insanlar ise, bu dünyanın geçici olduğunu ama ölümle herşeyin bitmeyeceğini, öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğunu, âhiret âleminin ebedî olduğunu düşünür ve böyle inanırlar. Böyle kişiler, bu dünyada daha bilgili ve daha ahlaklı olmaya çalışırlar. -Yalana, hileye, rüşvete ve harama bulaşmadan- rızıklarını doğru yollardan ararlar. Adaletten asla ayrılmazlar, kimseye haksızlık ve saygısızlık etmez, bilakis sevap kazanmak için herkese faydalı ve saygılı olmaya çalışırlar.

Ayrıca âhiretin varlığı, dinen olduğu kadar aklen de gereklidir. Gerçekten dikkatlice düşündüğümüzde; âhiretin varlığını kabul etmenin çok mantıklı, psikolojik ve sosyolojik açıdan da kaçınılmaz olduğunu görürüz, çünkü:

Her insanın içinde bir ölümsüzlük arzusu ve sonsuz yaşama özlemi vardır. Ebedî olarak yaşamak, her insanın istediği bir şeydir. İnsanın yaradılışından getirdiği bu arzu, çok çeşitli şekillerde kendini gösterir. Mesela; insanlar yaptıkları hayırlı işlerle ve ortaya koydukları kıymetli eserlerle ölümlerinden sonra da yaşamak ve hatırlanmak isterler. İşte âhiret inancı, bu duygu ve özlemi tatmin eder ve öldükten sonra da insanlara faydası devam edecek büyük eserler bırakmaya sevk eder.

Bir de insan; ölen yakınlarından ve sevdiklerinden ebedi olarak ayrı kalmak istemez. Yani o, sevdiklerinin -bu dünyada olmasa da- bir şekilde yaşamaya devam etmelerini ve bir gün onlara kavuşmayı arzu eder. İşte insanın; öldükten sonra yok olmayacağı, ebedî olarak yaşayacağı, ayrıca dünyadaki ayrılıkların, eksik kalmış özlemlerin âhirette telafi edileceği inancı, insanı çok çok rahatlatır.

İnsanoğlu, tarih boyunca; “ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, görev ve sorumluluklarım nelerdir, bu dünya bir gün yok olacak mıdır, öldükten sonra yeni bir hayat var mıdır,” gibi sorulara hep cevap aramıştır. Bu sorularına cevap bulamayan insan, hayatı anlamsız görmeye başlar ve huzursuz olur ve bazan bu huzursuzluk, intiharla sonuçlanır. Demek ki mutlaka bu önemli soruların cevaplanması gerekir.

İşte gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerden, bu metafizik sorulara cevap vermeyi beklemek yanlışır. Çünkü bu ve benzeri konular bilim alanının dışındadır.

Bu soruların cevabını ancak ve ancak İlahî vahye dayanan din verir. Din ise, insanın başıboş ve amaçsız olmadığını ve hayatı boyunca bu amacı unutmadan yaşaması gerektiğini ihtar eder. Ayrıca Din; insanın öldükten sonra tekrar dirileceğini ve bir daha hiç ölmeden yaşayacağını bildirir.

İnsandaki adalet duygusu da âhirete inanmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Bilindiği gibi dünya hayatında birçok haksızlıklar ve zulümler yapılmaktadır. Haksızlığa uğrayan insanlar, toplumlar ve milletler bu haklarının iade edilmesini çok isterler, fakat çoğu zaman ellerinden birşey gelmez. İşte âhiret inancı, bu çaresiz mazlumların imdadına yetişir; bir gün adaletin mutlaka tecelli edeceğini, bütün haklarının zâlimlerden alınacağını ve zâlimlerin çok feci bir şekilde cezalandırılacağını hatırlatarak onları rahatlatır.

Özetle söylemek gerekirse; âhirete iman, daha yüksek ve ebedî bir hayata imandır. Bu dünyaya, ilim ve fazilet kazanmak, bulunduğu hayattan daha ulvî ve ebedî bir hayata yükselmek için geldiğine ve âhiretteki mutluluğun bu dünyada kazanılacağına inanan kimse, kendisine de topluma da çok yararlı olur, şöyle ki:

O, inancı gereği olarak boş şeylerle zaman öldürmez; aklını kullanır, kendisine ve topluma faydalı işler yapmaya çalışır.

Câhilliğin doğuracağı kötü sonuçlardan korkar. Bunun için ilim öğrenir ve çevresini aydınlatmaya çalışır.

Âhiretteki sorgu ve hesaba inandığı için, her işinde samimi olur ve hiçbir zaman doğruluktan ayrılamaz.

Rızkını helal ve meşru yollardan kazanmak için azami gayret gösterir.

Haddini bilir ve başkalarının hakkına tecavüz etmeyi asla düşünmez.

Görev ve sorumluluklarını ihmal etmez, bütün vazifelerini tam zamanında yapar; çünkü ne dünyada ne de âhirette mahcup olmak istemez.

Âhiret inancı, toplumun fertleri arasındaki bağları da sağlamlaştırır ve insanları birbirine karşı saygılı olmaya zorlar.

Âhirete iman, insanların kalbine barış hissini yerleştirir. Çünkü “barış hissi, adalet ve sevginin neticesidir.” Adalet ve sevgi ise, imanın ve güzel ahlâkın meyvesidir.

Ahiret inancı, ayrıca insanların dünya nimetlerine karşı aşırı bağlılığını da önler. Dünyayı âhiretin tarlası olarak görmeyi, dolayısıyla dünyanın çekiciliğine ve aldatıcılığına kanmadan dünya hayatıyla ile ahiret yurdu arasında denge kurabilmeyi sağlar.

Âhiret inancı, insanların ümitlerini de taze tutar, acılarını hafifletir, zor durumlara katlanmayı sağlar ve sabırlı olmak gerektiğini öğretir.

Âhirete inanan kişi, yaşlılık veya hastalık sebebiyle ölümü kendisine çok yakın hissettiği durumlarda, iyi bir kul olarak yaşamış olmanın huzur ve güvenini duyar. Çünkü ölüm onun için; -yok olmak değil- bilakis sıkıntının sözkonusu bile olmadığı yepyeni ve ebedî bir hayatın başlangıcıdır.