Ahlakın itirazı ve isyanı yıkmak değil aksine kurmak ve inşa etmek içindir
İslam dünyası ve Müslümanlar için temel problem, çatıştırıcı ve ayrıştırıcı tarihsel coğrafi kimlik
yükünün vahyin mesajını bastıracak şekilde önemsenip ağırlaşmasıdır. Bu
bağlamda Müslümanlar arasındaki ayrışma ve bölünmüşlük her ne kadar bir realite
olsa da bize düşen din ile tarih arasında sıkışan toplumun benliğinde yeni
ufuklar açmak ve özgürlüğe giden yolları açacak İslami dinamiklerimizi işlevsel
hale getirmektir.
Bu bağlamda İslam Dünyası ve Müslümanlar arasındaki ayrışma ve
bölünmüşlüğü, değişmeyecek bir veri olarak kabul etmemek gerekir. Sosyologlar
ve tarihçiler bu durumu bireysel ve toplumsal nedenlerle açıklayabilirler,
ancak bizler Kuran tarafından da kınanan bu parçalanmışlığı normalize edemeyiz,
doğal gösteremeyiz.
Aksine kararlı bir biçimde vahyin ve dinin birleştirici temel ilke
ve değerlerini insanlara hatırlatmalı ve bunlara çağırmalıyız. Ümmet idealinde
öznel Kimlik politikası yapmak yerine, tarihte çatışma ve ayrışmaya sebep
dinamiklerle ilgili ayrıştırıcı değil yapıcı bir söylem geliştirmek
gerekmektedir.
Dinin dile getirdiği mesajın kuşatıcılığı ve evrensel olduğuna
inanıyorsak çatıştırıcı ve ayrıştırıcı kimliklerin baskısına boyun eğmek yerine
hakikatin peşinde koşmak ve güncelleştirmek zorundayız.
Zira dinin hakikati üzerinde yeniden düşünmek, hakikat üzerine
kurulu alanlar üzerinde de bir sorgulamayı gerektirmektedir.
Bunun yapılabileceği en uygun zemin toplumsal ahlaktır. Ancak Ahlakında
hem bireysel hem de toplumsal kendi tarihi birikimi ile yüzleşmesi,
ağırlıklarından ve hatalarından kurtulması, dini hakikat ile arasındaki
ilişkiyi yeniden gözden geçirmesi gerekir.
Vahye muhatap olan toplumlarda ahlak ilminin daha net ve sistemli
biçimde geliştiği görülmektedir. Buna karşılık bir kitap ve vahiy algısına
sahip olmayan dini topluluklarda bir bütün olarak toplumsal Ahlak olgusuna
rastlayamıyoruz. Bunun nedeni vahyin insandaki hakikat arayışını teşvik etmesi
ve ona bir yön vermesidir. Vahyin gelişi ile akıl kenara atılmamış bilakis
hakikat ve doğru arayışına teşvik edilmiştir.
Vahiy öncesi durumu bir şaşkınlık (dalalet) hali olarak niteleyen Kuran,
ancak vahyin desteği ile bağımsız aklın ahlaki değerlerde ulaştığı hükümlerin
doğruluk derecesini tespit edebilir.
Vahiy ile birlikte bir ölçü oluşur. Bu ölçü ile toplumsal ve
bireysel akıl, kendisini aşırılıklardan ve hatalardan koruyacak işaret ve
ölçülere sahip olur. Bu durum, vahye aşina toplumlarda ahlakın neden daha
sistemli ve hızlı bir şekilde geliştiğini ortaya koyar.
Hakikat olgusunun yerini toplumsal kaygıların alması, ahlakın
realite ile değerler arasında bölünmesini doğurmuştur.
Hakikat duygusunun kaybolduğu ya da zayıfladığı her yerde zorunlu
olarak ahlaki zayıflık sorunu ortaya çıkar. Gevşek ve zayıf bir ahlakın en
büyük bunalımı, ne kadar dirense de o çok korumak istediği hakikat ilkesini
alıp tarihsel ve toplumsal güçlerin eline teslim etmesidir.
Bu durumda da hakikat korunmuş olmamakta, aksine deformize edilerek
toplu bir yanılgı içerisine düşülmektedir.
Hakikat ile toplumsal zemin arasındaki gerilim göz ardı edilemez.
Eğer birey hakikat ve ahlakı, içinde eriten bir kimlik ve kişilik algısına
kapılırsa (self deception) bunun doğuracağı şey Kur’an‘ın tabiri ile
şımarıklık, tekebbür ve istiğna halidir. O halde bu gerilimi tasfiye etmek,
ortadan kaldırmak ve toplumsal zemini normalize etmek gerekir.
Ahlak, mantıktan yoksun, ilkesiz, duygusal ve yıkıcılığı
fetişleştiren bir karşı çıkış değildir. Değerlerle sıkı sıkıya ilişkilidir ve
onlar tarafından yönlendirilir. Gücünü, motivasyonunu, anlamını ve haklılığını
yüksek idealinden alır. Bu açıdan Ahlakın itirazı ve isyanı yıkmak değil aksine
kurmak ve inşa etmek içindir.
Tarih boyunca, toplumsal değişimi hedef alan peygamberlerin
mücadelesinde, Ahlakın itirazcı doğasından dolayı, ortaya çıkan ahlaki
yenilenme çabası, çoğu zaman toplumsal düzeni tehdit eden ideolojik hareketler
olarak algılanmışlardır.
Zira ahlak, var olanı haklı göstermek için gelmez, eylem ve
davranış ahlaki açıdan ne kadar gelişmiş olursa olsun, ahlaki ideal, pratiğin
daima ötesini gösterir.
İslam milleti ve medeniyetinin bir parçası olarak yapmamız gereken;
ahlak, hak ve adaletin hâkim olduğu bir toplum yapısında ısrarcı olmaktır.
İnsan onuruna değer veren bu kadim medeniyetimizi benimsemeli, her türlü
yozlaşma ve Ahlaki bozulmalara karşı dimdik ayakta kalmaya çalışmalıyız.