Ahmed b. Tolun yahut Biz(im) Türkler
Tarih var olduğumuz bir süreç olarak bizi, kendisine dâhil ederken kendi hikâyemiz içerisinden bize kendimizi anlatır, açıklar, öğretir. Tarihin yazımı sırasında bu değerli bilginin aslına sadakat tarihçiliğin başka bir konusudur. Lakin baktığımız bu aynada özümüzü/kültürümüzü var ettiğimiz, onunla var olduğumuz kendiliğimizi idrak ederiz. Ben lafzının mefhumu, sorumlu özgür eylemimizin tarihteki akisleriyle tezahür eder, dense yanlış olmaz. Hafızamız hükmünde bazen babamız olan tarih bizi bir bilinç varlığı haline getirir. Yahut bilincin olduğu yerde zaman ve mekânda tarih vardır. Tarihi bilmek dediğimiz şey aslında biraz da metodolojik bir donanımla bu sürece bakarken anlamamızı sağlayan melekemizdir. Tarihe insan ölçeğinde ne kadar çok yönden ve açıdan bakarsak aynı cümle bize pek çok farklı şeyi anlatmaya başlayabilir. Bu cümleden bir mekân, bir olay yahut bir şahıs tarih içerisindeki yerimize dair pek çok anlamı birleştirip bize gösterebilir. İşte bu yazıda söylediklerimize somut bir kisve giydirip makul hale getirmek üzere bir tarihi şahsiyet üzerinden bahsettiğimizi göstermek istiyoruz.
Ahmet b. Tolun ve Tolunoğulları, Türk tarihinin önemli bir
şahsiyeti olarak ülkemizde henüz yeterince tanınmayan Mısır’daki Türk tarihinin
şafağında bir yerde durur. Bu şahsın hayatını düz okuduğumuzda Mısır’da 868-905
yıllarında hüküm süren, kronolojik tarih anlatımızca ortaöğretim ders kitaplarında
ezberlenip unutulan, tarih bölümlerinde müfredat dâhilinde anlatılıp geçilen
bir simadır. Lakin onun hayatına tematik bir okumayla baktığımızda Türk
tarihinin Türkistan ile Yakın Şark arasındaki sürecine dair pek çok hususu
birden bir hayatta okumamızın mümkün olduğunu görürüz. Katmanlar arasında
aslında biz Türkler tarihimiz içinde dururuz.
Türkler
ve İslam: Türklerin Araplarla tanışıklığı cahiliye devrine kadar giden
bir süreçte ortaya konulur. Hz. Peygamberin Türk çadırında kalması ve
hadislerinde onlardan bahsetmesi gibi hususlar, Emeviler devrinde yaşanan
çatışma devresi sonrasında Abbasiler devrinde hizmet dönemi olarak adlandırılan
süreçte Türklerin Abbasi Devleti hizmetine girişleri, İslamiyet’in Türkler
arasında daha geniş ve yerleşik yapılar oluşturacak derecede yayılması olgusunu
görmekteyiz. Bu zaman diliminde Maveraünnehir ve Horasan gibi yerlerden Bağdat’a
getirilen Türkler başta askeri hizmetler olmak üzere pek çok alanda İslam
hizmetinde yer almaya başladılar. İşte bu bilgiyi somut olarak gördüğümüz
hayatlardan birisi Ahmet b. Tolun’un hayatıdır. “Buhara asıllı bir Türk olan
Ahmed’in babası Tolun, Samani idarecisi Nuh b. Esed tarafından gönderilerek Halife
Me’mûn zamanında 816 yıllarına doğru Bağdat’a gelmiş ve kısa süre içinde
halifenin sarayında ve kumandanlar arasında itibarlı bir mevkiye sahip
olmuştur. 835 yılı sonlarına doğru Bağdat’ta doğan Ahmed, ertesi yıl
Sâmerrâ’nın kurulması üzerine babasıyla birlikte oraya gitmiş ve çocukluk
yıllarını bu şehirde geçirmiştir. Ahmed b. Tolun’un gençlik yılları
Sâmerrâ’da halifelerle Türk kumandanları arasındaki mücadele devresine
rastlamaktadır.” Bağdad ve Sâmerrâ Türklerin Abbasiler devrindeki durumları ve hâkimiyete
ulaşan varlıkları açısından sembol iki mekân iken Tolun gibi Buhara benzeri çok
yerden gelen Türkler İslam toplumunda farklı hizmetlerde yer alacaklardır. Bu
bakımdan Ahmed b. Tolun’un bize gösterdiği katmanlardan birisi ve ilki şüphesiz
Türkler ve İslamiyet konusudur.
Türkler
ve Anadolu: Türklerin Anadolu’ya girişleri İskitler
ve Hunlar zamanına kadar götürülen eski bir zaman dayanır. Daha sonra süreçte
Türkler farklı devirlerde bu coğrafyaya gireceklerdir. İşte bu dönemlerden
birisi Abbasiler devridir. Türkistan’da getirilen Türkler Abbasi ordusunda
Bizans uçlarına yerleşerek buradan yapılan seferlere katılmışlardır. “İslâm
devletiyle Bizans İmparatorluğu arasındaki sınır bölgelerini oluşturması bakımından
avâsım ve sugūr, asırlarca devam eden
İslâm-Bizans mücadelesine sahne olan en hareketli noktaların başında
gelmekteydi. Sınır garnizonlarına yerleştirilen dâimî askerî birliklerin yanı
sıra buraya gelip ribâtlarda kalan ve cihada katılan çok sayıda gönüllü
mevcuttu. Hemen her yıl yapılan ve Anadolu içlerine kadar uzanan yaz ve kış
seferleri buradan idare edilmekteydi. İslâm
coğrafyacılarından İstahrî, Sugūr şehirlerini Malatya, Hades, Maraş, Hârûniye,
Kenîsetüssevdâ, Aynizerbe, Misis, Adana ve Tarsus şeklinde sıralayarak
Sugūrüşşâm ile Sugūrülcezîre’yi birbirinden Lükâm (Amanos) dağının ayırdığını
söyler. Sugūrü’ş-Şâmiyye ve Sugūrü’l-Cezîriyye olmak üzere ikiye ayrılan
bu saha Tarsus’tan başlayarak Adana-Massîsa (Misis)-Maraş-Malatya hattını takip
ederek doğuya doğru Fırat’a kadar uzanıyordu. Abbâsîler’in hilâfete
geçmelerinden sonra bilhassa Mansûr ve Hârûnürreşîd devirlerinde Sugūr
şehirleri yeniden tamir ve tahkim edilerek yeni birlikler yerleştirildi. Bu
yeni birlikler arasında Horasanlılar ve Türkler’in çokluğu dikkati
çekmektedir. Ahmed, merkezdeki entrikalardan uzak kalmak için onun yardımı
ile, Bizans’a karşı yapılan gazâların merkezi olan Tarsus’a gitti. Aynı zamanda
bir ilim merkezi olan Tarsus’ta hem ilmî çalışmalarını devam ettirdi, hem de
askerî tecrübesini arttırdı. Tarsus’ta ne kadar kaldığı kesin olarak
bilinmemektedir; muhtemelen 862 yılında Müstaîn-Billâh’ın halifeliğinin ilk
yılında tekrar Sâmerrâ’ya dönmüştür.” İşte Türklerin Anadolu’ya gelişleri ile
hatıralarından biri de Ahmet b. Tolun’un hayatında hafızamıza yansır. Yahut bu
devride Türklerin Abbasi devrinde İslam hizmetindeki faaliyetleri içerisinde bu
durumu onun hayatı üzerinden okumamız mümkündür. Bu bakımdan Ahmed b. Tolun’un
hayatı Tarsus üzerinden vatanımız olan Türkiye ile birleşir. Bugün Tarsus’ta
bir makam mezarı olduğunu kaç kişi bilir bilinmez ama Türklerin kadirşinas
idraki ona burada bir mezar yeri de yaptırmıştır. Onun tahsilini Bağdad ve
Sâmerrâ sonrası burada bitirdiğine dair bilgiler de Ahmed b. Tolun’un Anadolu
ve Türkler bahsine dair sayfadaki yeri yahut bu devirde Türklerin Anadolu’ya
gelişlerini somutlaştıran bir misal olmasıyla önem kazanır.
Mısır
ve Türkler: Türklerin Mısır’daki tarihleri
ülkemizde bilinenden çok daha uzun ve Anadolu’daki tarihlerinden –İslami
dönemde- daha eskidir. İşte bu tarihin şafağında karşımıza yine Ahmed b. Tolun
çıkar. Onun hayat hikâyesinin bize gösterdiği katmanlar içerisinde bu husus da
vardır. “Halife Mu‘tez-Billâh devlet idaresinde büyük bir nüfuz kurmuş olan
Bayık Beg’i merkezden uzaklaştırmak düşüncesiyle Mısır valiliğine tayin
etmişti. Ancak Bayık Beg Mısır’a gitmek istemiyordu; yerine vekili sıfatıyla
üvey oğlu Ahmed b. Tolun’u göndermeye karar verdi. Ahmed, siyasî
karışıklıkların hüküm sürdüğü Sâmerrâ’dan uzaklaşmak istediği için onun bu
teklifini kabul etti ve 15 Eylül 868’de Mısır’a gitti. Fustat merkez olmak
üzere sadece çevresinin idaresinden sorumlu idi. İskenderiye ve çevresi ise
kayınpederi Yârcûh’un elinde bulunuyordu. 873 yılında kayınpederi Yârcûh’un
ölümünden sonra bütün Mısır Ahmed’in eline geçti.” Osmanlıların son devrilerine
kadar sürecek olan Mısır’daki Türk hâkimiyetini düşünmeye başlarken de yolumuz
yine Ahmed b. Tolun’a düşmektedir.
İlk
Müslüman Türk Devletleri: Türklerin İslam’a girişleri
sürecinde Abbasiler devri müstesna bir önem taşır. Türkler bu devrede
Emevilerle yaşadıkları mücadele sürecinden çıkarak İslam hizmetinde önemli
işler yapmaya başladılar. Bu cümleden İlk İslami devir Türk Devletleri
kurulmaya başladı. Bu süreçlerde etkili olan merkez Abbasiler ve ona
bağlı/müstakil Samaniler gibi devletlerdir. İtil Volga Bulgarları Devleti,
Karahanlılar, Tolunoğlulları gibi devletler bu süreçte farklı coğrafyalarda
ortaya çıktılar. Devletli bir millet olan Türkler İslam’ı kabullerinden sonra
da devletli yaşamaya devam ettiler. İşte Ahmed. B. Tolun tam burada Mısır’da
karşımıza bir devlet kurucusu olarak da ortaya çıkar: “Türk-İslâm tarihi ve
medeniyeti açısından önemli bir yere sahip bulunan Tolunoğulları müstakil bir
devlet olmakla birlikte Abbâsîler’e bağlılıklarını şeklen sürdürdüler; idarî,
siyasî, askerî ve adlî teşkilât bakımından önceki kurumları devam ettirdiler.
İdarede hânedan mensupları önemli bir yer tutarken görevlere daha ziyade Türk
asıllı kişiler getiriliyordu. Ahmed b. Tolun ve Humâreveyh zamanında
Mısır, tarihinin en parlak devirlerinden birini yaşamış, bu devir refah, imar,
ilim ve irfan devri olmuştur. Her ikisi de âlim ve edipleri korur, mimari ve
kültürel faaliyetleri teşvik ederdi. Tolunoğulları devrinde Mısır’da
ekonomi canlanmış, ziraat önemli ölçüde gelişmiş ve ülkede refah yaygınlaşmış,
sulama işlerine önem veren Ahmed b. Tolun ekilebilir arazileri çoğaltmış, yeni
su kanalları açtırmıştır. Ahmed b. Tolun’un Katâi semtinde yaptırdığı cami Tolunoğulları’nın
mimari alanda ulaştığı üstün seviyeyi göstermektedir. Ahmed b. Tolun
camide görev yapmak üzere bir doktor görevlendirmiş, cemaatten hastalananların
tedavisinde kullanılacak ilâçların bulunduğu bir eczahane kurmuştur. Sultan
sarayının yanında dârü’l-imâre, kumandanların evleri, kışlalar ve asker tâlimi
için bir meydan yer alıyordu. Hükümdar ayrıca bütün hastaların ücretsiz
tedavisi için bir hastahane (bîmâristan) inşa ettirmiştir. (Yazı Hazırlanırken
Hakkı Dursun Yıldız Ahmed b. Tolun, Avasım, DİA, Ali Sinan Bilgili, Tarsus,
DİA, Casim Avcı, Sugur, DİA maddelerinden yararlanılmıştır.)” Türklerin
Abbasiler devrindeki bu süreçleri 1055’te başka bir hale dönüşecektir. Tuğrul
Bey’in Abbasi halifesini Büveyhi tasallutundan kurtarması ile Türkler İslam
camiasında hâkimiyet devresini de başlatmış olacaklardır. Selçuklular bu
şekilde Türk ve İslam tarihlerinin üçüncü büyük cihan devleti (Hunlar-Göktürkler-Selçuklular-Osmanlılar
ve Emeviler-Abbasiler-Selçuklular-Osmanlılar) olarak kurulacaktır. Ahmed b.
Tolun’un serencamı üzerinden göstermeye çalışılan süreç nihayetinde Selçuklular
ile Türkleri bir cihan devletine ulaştıracaktır.
Tarih bizim sırlı parçamızdır. Var olduğumuz,
kültürümüzü/özümüzü/kendiliğimizi yaşadığımız bu sırlı süreç ondaki tabakaları,
yapıları, esasları anladıkça bizi destekler. Körü körüne saplandıkça bir kara
sevda gibi bizi madun/görünmez kılar. Bu kısa yazı çerçevesinde Ahmed b. Tolun
üzerinden göstermeye çalıştığımız bakış açısı/metodoloji ile bir unsurun gösterdiği
boyutlar üzerinden kendimizi/hepimizi düşünmemiz pratiği kronolojik okumalar yanında
anlaşılıp, geliştirilip, yapılıp, bir de medeniyet merkezli bir tarihçilik
geliştirdiğimizde tarihin sırlı bilgisi bize kendisiyle alakalı daha neler
gösterecektir kim bilir? İbn Haldun’a sormak iyi olurdu ama o da bizim popülizm
retoriğimizin kurbanlarından olarak maksada kafi bir yerden aklımıza
aksedemiyor. Son bir teklif olarak dileriz Tarsus’ta bahsedilen temalar içinden
bir Ahmed b. Tolun Müzesi kurulur bir
gün!; Biz de kendiliğimizi oradan izleyerek biz Türkleri düşünürüz.
Vesselam.