02 Aralık 2021

Ahmed b. Tolun yahut Biz(im) Türkler

Tarih var olduğumuz bir süreç olarak bizi, kendisine dâhil ederken kendi hikâyemiz içerisinden bize kendimizi anlatır, açıklar, öğretir. Tarihin yazımı sırasında bu değerli bilginin aslına sadakat tarihçiliğin başka bir konusudur. Lakin baktığımız bu aynada özümüzü/kültürümüzü var ettiğimiz, onunla var olduğumuz kendiliğimizi idrak ederiz. Ben lafzının mefhumu, sorumlu özgür eylemimizin tarihteki akisleriyle tezahür eder, dense yanlış olmaz. Hafızamız hükmünde bazen babamız olan tarih bizi bir bilinç varlığı haline getirir. Yahut bilincin olduğu yerde zaman ve mekânda tarih vardır.  Tarihi bilmek dediğimiz şey aslında biraz da metodolojik bir donanımla bu sürece bakarken anlamamızı sağlayan melekemizdir. Tarihe insan ölçeğinde ne kadar çok yönden ve açıdan bakarsak aynı cümle bize pek çok farklı şeyi anlatmaya başlayabilir. Bu cümleden bir mekân, bir olay yahut bir şahıs tarih içerisindeki yerimize dair pek çok anlamı birleştirip bize gösterebilir. İşte bu yazıda söylediklerimize somut bir kisve giydirip makul hale getirmek üzere bir tarihi şahsiyet üzerinden bahsettiğimizi göstermek istiyoruz.

Ahmet b. Tolun ve Tolunoğulları, Türk tarihinin önemli bir şahsiyeti olarak ülkemizde henüz yeterince tanınmayan Mısır’daki Türk tarihinin şafağında bir yerde durur. Bu şahsın hayatını düz okuduğumuzda Mısır’da 868-905 yıllarında hüküm süren, kronolojik tarih anlatımızca ortaöğretim ders kitaplarında ezberlenip unutulan, tarih bölümlerinde müfredat dâhilinde anlatılıp geçilen bir simadır. Lakin onun hayatına tematik bir okumayla baktığımızda Türk tarihinin Türkistan ile Yakın Şark arasındaki sürecine dair pek çok hususu birden bir hayatta okumamızın mümkün olduğunu görürüz. Katmanlar arasında aslında biz Türkler tarihimiz içinde dururuz.

Türkler ve İslam: Türklerin Araplarla tanışıklığı cahiliye devrine kadar giden bir süreçte ortaya konulur. Hz. Peygamberin Türk çadırında kalması ve hadislerinde onlardan bahsetmesi gibi hususlar, Emeviler devrinde yaşanan çatışma devresi sonrasında Abbasiler devrinde hizmet dönemi olarak adlandırılan süreçte Türklerin Abbasi Devleti hizmetine girişleri, İslamiyet’in Türkler arasında daha geniş ve yerleşik yapılar oluşturacak derecede yayılması olgusunu görmekteyiz. Bu zaman diliminde Maveraünnehir ve Horasan gibi yerlerden Bağdat’a getirilen Türkler başta askeri hizmetler olmak üzere pek çok alanda İslam hizmetinde yer almaya başladılar. İşte bu bilgiyi somut olarak gördüğümüz hayatlardan birisi Ahmet b. Tolun’un hayatıdır. “Buhara asıllı bir Türk olan Ahmed’in babası Tolun, Samani idarecisi Nuh b. Esed tarafından gönderilerek Halife Me’mûn zamanında 816 yıllarına doğru Bağdat’a gelmiş ve kısa süre içinde halifenin sarayında ve kumandanlar arasında itibarlı bir mevkiye sahip olmuştur. 835 yılı sonlarına doğru Bağdat’ta doğan Ahmed, ertesi yıl Sâmerrâ’nın kurulması üzerine babasıyla birlikte oraya gitmiş ve çocukluk yıllarını bu şehirde geçirmiştir. Ahmed b. Tolun’un gençlik yılları Sâmerrâ’da halifelerle Türk kumandanları arasındaki mücadele devresine rastlamaktadır.” Bağdad ve Sâmerrâ Türklerin Abbasiler devrindeki durumları ve hâkimiyete ulaşan varlıkları açısından sembol iki mekân iken Tolun gibi Buhara benzeri çok yerden gelen Türkler İslam toplumunda farklı hizmetlerde yer alacaklardır. Bu bakımdan Ahmed b. Tolun’un bize gösterdiği katmanlardan birisi ve ilki şüphesiz Türkler ve İslamiyet konusudur.  

Türkler ve Anadolu: Türklerin Anadolu’ya girişleri İskitler ve Hunlar zamanına kadar götürülen eski bir zaman dayanır. Daha sonra süreçte Türkler farklı devirlerde bu coğrafyaya gireceklerdir. İşte bu dönemlerden birisi Abbasiler devridir. Türkistan’da getirilen Türkler Abbasi ordusunda Bizans uçlarına yerleşerek buradan yapılan seferlere katılmışlardır. “İslâm devletiyle Bizans İmparatorluğu arasındaki sınır bölgelerini oluşturması bakımından avâsım ve sugūr, asırlarca devam eden İslâm-Bizans mücadelesine sahne olan en hareketli noktaların başında gelmekteydi. Sınır garnizonlarına yerleştirilen dâimî askerî birliklerin yanı sıra buraya gelip ribâtlarda kalan ve cihada katılan çok sayıda gönüllü mevcuttu. Hemen her yıl yapılan ve Anadolu içlerine kadar uzanan yaz ve kış seferleri buradan idare edilmekteydi.  İslâm coğrafyacılarından İstahrî, Sugūr şehirlerini Malatya, Hades, Maraş, Hârûniye, Kenîsetüssevdâ, Aynizerbe, Misis, Adana ve Tarsus şeklinde sıralayarak Sugūrüşşâm ile Sugūrülcezîre’yi birbirinden Lükâm (Amanos) dağının ayırdığını söyler. Sugūrü’ş-Şâmiyye ve Sugūrü’l-Cezîriyye olmak üzere ikiye ayrılan bu saha Tarsus’tan başlayarak Adana-Massîsa (Misis)-Maraş-Malatya hattını takip ederek doğuya doğru Fırat’a kadar uzanıyordu. Abbâsîler’in hilâfete geçmelerinden sonra bilhassa Mansûr ve Hârûnürreşîd devirlerinde Sugūr şehirleri yeniden tamir ve tahkim edilerek yeni birlikler yerleştirildi. Bu yeni birlikler arasında Horasanlılar ve Türkler’in çokluğu dikkati çekmektedir. Ahmed, merkezdeki entrikalardan uzak kalmak için onun yardımı ile, Bizans’a karşı yapılan gazâların merkezi olan Tarsus’a gitti. Aynı zamanda bir ilim merkezi olan Tarsus’ta hem ilmî çalışmalarını devam ettirdi, hem de askerî tecrübesini arttırdı. Tarsus’ta ne kadar kaldığı kesin olarak bilinmemektedir; muhtemelen 862 yılında Müstaîn-Billâh’ın halifeliğinin ilk yılında tekrar Sâmerrâ’ya dönmüştür.” İşte Türklerin Anadolu’ya gelişleri ile hatıralarından biri de Ahmet b. Tolun’un hayatında hafızamıza yansır. Yahut bu devride Türklerin Abbasi devrinde İslam hizmetindeki faaliyetleri içerisinde bu durumu onun hayatı üzerinden okumamız mümkündür. Bu bakımdan Ahmed b. Tolun’un hayatı Tarsus üzerinden vatanımız olan Türkiye ile birleşir. Bugün Tarsus’ta bir makam mezarı olduğunu kaç kişi bilir bilinmez ama Türklerin kadirşinas idraki ona burada bir mezar yeri de yaptırmıştır. Onun tahsilini Bağdad ve Sâmerrâ sonrası burada bitirdiğine dair bilgiler de Ahmed b. Tolun’un Anadolu ve Türkler bahsine dair sayfadaki yeri yahut bu devirde Türklerin Anadolu’ya gelişlerini somutlaştıran bir misal olmasıyla önem kazanır.

Mısır ve Türkler: Türklerin Mısır’daki tarihleri ülkemizde bilinenden çok daha uzun ve Anadolu’daki tarihlerinden –İslami dönemde- daha eskidir. İşte bu tarihin şafağında karşımıza yine Ahmed b. Tolun çıkar. Onun hayat hikâyesinin bize gösterdiği katmanlar içerisinde bu husus da vardır. “Halife Mu‘tez-Billâh devlet idaresinde büyük bir nüfuz kurmuş olan Bayık Beg’i merkezden uzaklaştırmak düşüncesiyle Mısır valiliğine tayin etmişti. Ancak Bayık Beg Mısır’a gitmek istemiyordu; yerine vekili sıfatıyla üvey oğlu Ahmed b. Tolun’u göndermeye karar verdi. Ahmed, siyasî karışıklıkların hüküm sürdüğü Sâmerrâ’dan uzaklaşmak istediği için onun bu teklifini kabul etti ve 15 Eylül 868’de Mısır’a gitti. Fustat merkez olmak üzere sadece çevresinin idaresinden sorumlu idi. İskenderiye ve çevresi ise kayınpederi Yârcûh’un elinde bulunuyordu. 873 yılında kayınpederi Yârcûh’un ölümünden sonra bütün Mısır Ahmed’in eline geçti.” Osmanlıların son devrilerine kadar sürecek olan Mısır’daki Türk hâkimiyetini düşünmeye başlarken de yolumuz yine Ahmed b. Tolun’a düşmektedir.

İlk Müslüman Türk Devletleri: Türklerin İslam’a girişleri sürecinde Abbasiler devri müstesna bir önem taşır. Türkler bu devrede Emevilerle yaşadıkları mücadele sürecinden çıkarak İslam hizmetinde önemli işler yapmaya başladılar. Bu cümleden İlk İslami devir Türk Devletleri kurulmaya başladı. Bu süreçlerde etkili olan merkez Abbasiler ve ona bağlı/müstakil Samaniler gibi devletlerdir. İtil Volga Bulgarları Devleti, Karahanlılar, Tolunoğlulları gibi devletler bu süreçte farklı coğrafyalarda ortaya çıktılar. Devletli bir millet olan Türkler İslam’ı kabullerinden sonra da devletli yaşamaya devam ettiler. İşte Ahmed. B. Tolun tam burada Mısır’da karşımıza bir devlet kurucusu olarak da ortaya çıkar: “Türk-İslâm tarihi ve medeniyeti açısından önemli bir yere sahip bulunan Tolunoğulları müstakil bir devlet olmakla birlikte Abbâsîler’e bağlılıklarını şeklen sürdürdüler; idarî, siyasî, askerî ve adlî teşkilât bakımından önceki kurumları devam ettirdiler. İdarede hânedan mensupları önemli bir yer tutarken görevlere daha ziyade Türk asıllı kişiler getiriliyordu. Ahmed b. Tolun ve Humâreveyh zamanında Mısır, tarihinin en parlak devirlerinden birini yaşamış, bu devir refah, imar, ilim ve irfan devri olmuştur. Her ikisi de âlim ve edipleri korur, mimari ve kültürel faaliyetleri teşvik ederdi. Tolunoğulları devrinde Mısır’da ekonomi canlanmış, ziraat önemli ölçüde gelişmiş ve ülkede refah yaygınlaşmış, sulama işlerine önem veren Ahmed b. Tolun ekilebilir arazileri çoğaltmış, yeni su kanalları açtırmıştır. Ahmed b. Tolun’un Katâi semtinde yaptırdığı cami Tolunoğulları’nın mimari alanda ulaştığı üstün seviyeyi göstermektedir. Ahmed b. Tolun camide görev yapmak üzere bir doktor görevlendirmiş, cemaatten hastalananların tedavisinde kullanılacak ilâçların bulunduğu bir eczahane kurmuştur. Sultan sarayının yanında dârü’l-imâre, kumandanların evleri, kışlalar ve asker tâlimi için bir meydan yer alıyordu. Hükümdar ayrıca bütün hastaların ücretsiz tedavisi için bir hastahane (bîmâristan) inşa ettirmiştir. (Yazı Hazırlanırken Hakkı Dursun Yıldız Ahmed b. Tolun, Avasım, DİA, Ali Sinan Bilgili, Tarsus, DİA, Casim Avcı, Sugur, DİA maddelerinden yararlanılmıştır.)” Türklerin Abbasiler devrindeki bu süreçleri 1055’te başka bir hale dönüşecektir. Tuğrul Bey’in Abbasi halifesini Büveyhi tasallutundan kurtarması ile Türkler İslam camiasında hâkimiyet devresini de başlatmış olacaklardır. Selçuklular bu şekilde Türk ve İslam tarihlerinin üçüncü büyük cihan devleti (Hunlar-Göktürkler-Selçuklular-Osmanlılar ve Emeviler-Abbasiler-Selçuklular-Osmanlılar) olarak kurulacaktır. Ahmed b. Tolun’un serencamı üzerinden göstermeye çalışılan süreç nihayetinde Selçuklular ile Türkleri bir cihan devletine ulaştıracaktır.

Tarih bizim sırlı parçamızdır. Var olduğumuz, kültürümüzü/özümüzü/kendiliğimizi yaşadığımız bu sırlı süreç ondaki tabakaları, yapıları, esasları anladıkça bizi destekler. Körü körüne saplandıkça bir kara sevda gibi bizi madun/görünmez kılar. Bu kısa yazı çerçevesinde Ahmed b. Tolun üzerinden göstermeye çalıştığımız bakış açısı/metodoloji ile bir unsurun gösterdiği boyutlar üzerinden kendimizi/hepimizi düşünmemiz pratiği kronolojik okumalar yanında anlaşılıp, geliştirilip, yapılıp, bir de medeniyet merkezli bir tarihçilik geliştirdiğimizde tarihin sırlı bilgisi bize kendisiyle alakalı daha neler gösterecektir kim bilir? İbn Haldun’a sormak iyi olurdu ama o da bizim popülizm retoriğimizin kurbanlarından olarak maksada kafi bir yerden aklımıza aksedemiyor. Son bir teklif olarak dileriz Tarsus’ta bahsedilen temalar içinden bir Ahmed b. Tolun Müzesi kurulur bir gün!; Biz de kendiliğimizi oradan izleyerek biz Türkleri düşünürüz.

Vesselam.