14 Ekim 2015

Alçaklık ve aptallıkta sınır tanınmazken neyi konuşacağız?

Ankara Tren Garı'ndaki terör saldırısında son açıklamalara göre 97 insanımız öldü.  500 küsur insanın yaralandığı katliamda hala onlarcası ağır olmak üzere birçok yaralı var hastanelerde.

Yaralananların ve geride kalanların nasıl bir acı içinde olduklarını anlamak ne kadar yanarsak yanalım kolay değil. Çünkü ateşin acısını en iyi ateşin düştüğü yer bilir. 

Kanlı olay olur olmaz akla hayale gelmez tepkiler de yazılı, görsel ve sosyal medya aracılığıyla ulaşmaya başladı kamuoyuna.

Duyulan öfkelerin, hissedilen acıların ağırlığını derinlikli bir bakıştan çok herkesin ‘kendi cephesinin hudutları' belirlediği için maalesef mesajlardaki uçukluk yine sınır tanımadı.

Böyle kolay ölümlerin, terör eylemlerinin olmasının sebebi belki de bu.

En ciddiyetsiz ve utanç verici olanı Selahattin Demirtaş'tan geldi. Olayın ilk dakikalarında, ortada tek bir delil yokken kolayca ‘Katil'i ilan etti Demirtaş. Katilsiniz. Eliniz kanlıdır. Yüzünüzden ağınızdan her yerinize kan sıçramıştır. Ve en büyük terör destekçisi olduğunuz ortaya çıkmıştır' diyebildi.

Ne demeli?

Daha birkaç hafta önce liderlerinden birinin 'Yarın onlar şehirlerde daha fazla katliama yönelirlerse, Ölümsüzler Taburu da metropollerde harekete geçer' tehditleri savuran bir terör örgütüne toz kondurmayan birinin bir terör eylemi sonrasında hak ettiği sözler mi bunlar?

Ya da o örgütün son birkaç ayda işlediği onlarca hain cinayetin tekini dahi gönülden kınayamayan, 6,5 milyon seçmenin verdiği ‘sivil siyaset' fırsatını kişiliksizce onların kullanımına sunan, üstüne onlara sırtlarını dayamakla övünen bir partinin lideri kimi kandırıyor?

Kim onun işlenen cinayetler karşısındaki küstah çelişkilerini, örgütün cinayetlerini görmemezlikten gelen ikiyüzlülüğünü, çözüm ve barış konusunda takındığı ciddiyetsizliği göz ardı edip, insan aklıyla alay eden hallerini kabullenebilir?

Herkesin kendileriyle birlikte aptallık hapını yuttuğunu mu sanıyorlar?

 Ya her gün bir başka kanlı eylemi yapan PKK'nın, barışseveri, ateşkes isteyeni oynamasına inanan ve arsızca ‘İnadına HDP' diyen bunaklığa ne diyeceğiz?

Öyle bir resim çiziliyor ki memleket çözüm sürecinin rehavetini yaşarken asfalt altlarına bombalar döşeyen, insanları çocuklarının ve eşlerinin yanında yolda, alışverişte, yatakta kalleşçe öldürmeyi ‘Devrimci Halk Savaşı' diye yutturan, çoluk çocuk çeteleriyle şehirleri terörize etmeyi ‘özyönetim' sayan PKK değil sanki.

Peki, binlerce insanın toplandığı bir meydanda iki büyük patlamanın yaşanmasından sonra hızla ‘güvenlik bölgesi' oluşturmaya çalışan, insanları başka bomba olasılığıyla oradan uzaklaştırmak isteyen polise direnen cahilliğe ne demeli?

‘İş Sağlığı ve Güvenliği' gibi bir kavramdan bihaber cehalet, doğal olarak o anda dahi ‘Sarayın Polisi' mantığıyla direnirken ne kendilerini tehlikeye attıklarını ne de yaralılara yardım edilmesine engel olduklarını anlayamıyorlar.

Ya bütün bu terörün, ölümlerin, kaosların yaşandığı durumda dahi hala ‘Paralel Yapı da neymiş?' diyen bir hafifliliği ‘Aptallık Skalası'nda nereye koymalı?

Kürt Sorunun çözümünde adım atabilen ‘Yeni Devlet'i eskisiyle karıştırıp bir çırpıda ‘Katil' ilan eden ‘yetersiz zihniyet' nedense devletin bütün kurumlarına, medyaya, iş dünyasına, eğitim kurumlarına sızmış karanlık bir yapının terör olaylarının öncesinde veya sonrasında nasıl ‘kirli roller' üstlenmiş olabileceğini aklına getirmiyor.

DEAŞ'a yardım edildiğine, basının kısıtlandığına, çözüm sürecinin oyalama olduğuna, memleketin diktatörleştiğine,  90'lara dönüldüğüne, silahlı mücadelenin sürmesi gerektiğine inanan aptallık, doğal olarak ne PKK'nın, DEAŞ'in, DHKP-C'nin amaçta birleştiğine inanabiliyor artık ne de siyasetçilerin de kışkırtıcı dilleriyle ölümlerden öldürenler kadar sorumlu tutulabilineceklerine.

Evet, yağmur misali üstümüze yağan alçaklıklara ilave bir de kör bir nefretin biçimlendirdiği ve hızla yayılan bir aptallık sarıyor etrafımızı.

Konuştuğunuzun da konuşacağınızın da düğüm olup boğazınıza takılması ondan.