07 Kasım 2015

Alışmamış ki don dursun…

Halk goygoyculuğunu oldum olası sevemedim.

Popülist, günü kurtarmayı hesaplayan dili de.

Hele küçük insanların muhteviyatı zayıf kelamını politik sığlığının ve büyük lokma götürmenin kurnazlığına perde eden ahlaksızlığı hiç.

Buna karşın ne her seçim sonunda alınan yenilgiyi içine sindiremeyen zevatların dakikasında Aziz Nesin'in meşhur sözleriyle halkı yâd etmesini paylaştı yüreğim…

Ne de halkın siyasi tercihinden ötürü vurun abalıya misali hakaretin, aşağılamanın, küfürlerin bininin bir para olduğu kifayetsiz zamanları.

Fakat her daim içten içe Anadolu insanının mucizevî bir sağduyuya sahip olduğuna, olayları doğru okuma konusunda ehil olduğuna inandım.

Öyle ki taraftarı olduğum kesim bir seçim yenilgisi yaşasa, aklıma ilk gelen halka tantana etmek olmadı hiç.  Aksine şapkayı öne koyup, düşünmenin daha ferasetli ve yararlı olduğuna inandım.

O yüzden de 1 Kasım'ın muhteşem sonucunu yaratan Anadolu insanı kimseyi şaşırtmamalı aslında.

Onun ‘Hızır' misali darda olana yetişmesi ve muhteşem bir sonucu kirli hesapların curcunasında erken kutlamaya koyulanların başında patlatması ilk değil çünkü.

Bu kadim coğrafyanın yorgun halkları daha öncesinde de defalarca yaptı bunu.

En umutsuz zamanlarda sandıklardan mazlumlara derin bir ‘oh' çektiren sonuçlar çıkarmasını bildi.

Birilerinin ‘çapaçul' heveslerini kursaklarında bırakmayı da.

Bundan tam 13 yıl önce yine bir Kasım günü bin yıl süreceği hesap edilen 28 Şubatçıların kurguladığı bütün planları altüst etmişlerdi mesela.

Cumhuriyet tarihinde seçme hakkı üzerinde inisiyatif kullanma geleneğini başlattığı 14 Mayıs 1950'de de.

Sonra 10 Ekim 1965'te de...

14 Ekim 1973'te de…

5 Mayıs 1977'te de…

6 Kasım 1983'te de...

Şimdilerde Anadolu insanının ceberut olana eyvallah etmez karakterini her daim kulak ardı edenler ne olduysa 1 Kasım'ın sonuçlarından sonra değişmeye karar verdiler.

Düne kadar söylediklerinden hızla çark etmeye başladılar. ‘Bükemediğin el öpülür' erdemini şaibe bulaştırırcasına da olsa ‘barış' çağrısı yapmaya başladılar.

Bugüne kadar inatla sürdürdükleri hakaretlerden, küçümsemelerden, yalanlardan, abartmalardan vazgeçtiklerini ilan ediyorlar.

Türk basın tarihinin en güven vermez neferi, en sırt dönülmeyecek habisi Ertuğrul Özkök bile dâhil onlara.

 ‘Eskiden sahip olduğum, ne yazık ki sonradan kaybettiğim bir özelliğimi de tekrar kazanacağım. İktidar iyi bir şey yaptığı zaman, bütün kalbimle destekleyeceğim' dedi en son yazısında.

İnanalım mı?

Kahırdan öldürdüğü adamın mezarını pişkince ziyaret edip, ziyareti tövbe ettiğine delil sayan, sonrasında ‘aynı tas aynı hamam' ocak yıkmalara devam ettiğine şahit olduktan sonra, kolay değil elbet.

Doğan Medya'nın amiral gemisi Hürriyet de ‘Türkiye şu andan itibaren yapılan tartışmaları geriye bırakarak, gelecek hedeflerine odaklanmalıdır' diye yazdı hükümete mektubunda.

Milletin istikrar, güven, meselelerine çözüm istediğini de. Hem de daha dün dört koldan en istikrarlı, en güvenli, en meselelere çözüm getiren AK Parti hükümetlerine etmediklerini bırakmadıkları hafızalardayken.

Ya ‘ya adam gibi gidecek. Ya da gitmek zorunda kalacak' diyecek kadar zıvanadan çıkan Ekrem Dumanlı'ya ne demeli?

Onun çarkı hala aba altından sopa gösterircesine ‘AK Parti kendisine verilen bu son şansı iyi değerlendirebilir mi?'

Dün fırsatını bulsalar ocağına incir ağacı dikecekleri ülke için ‘Türkiye'nin AB yolundaki yürüyüşünün devam etmesi, gelişmiş demokrasi hedefinin tekrar canlandırılması Türkiye'ye nefes aldıracaktır' diyerek hem de.

Ya Fetullahçı Terör Örgütü'nün amiral gemisi Zaman?

Bir keskin 'U' dönüşü de ondan geldi. Nicedir AK Parti yerine AKP diyerek sözde küçümseyen Zaman hidayete ermiş gibi birden manşetlerinde tekrar 'AK Parti'yi kullanmaya başladı. 

Peki, gerçekten inanalım mı onlara?

Alışmamış olduklarını bilmeseydik belki bir nebze...