01 Şubat 2018

Aliya ve Kudüs 1

Trump'ın 14 Mayıs açıklaması sonrasında Kudüs gözlerimizin önünde bir kaosun başkenti olmaya doğru gidiyor. Kudüs ve Filistin meselesi bitmeyen uzun hikâyemiz. İslam ve onun ahvaline dair düşünen ve eyleyen herkesin fikri ve eli bu şehre dokunmuştur. Bu cümleden  Bilge Kral Aliya Izetbegoviç  de bu meseleye temas etmiş ve bazı tespitlerde bulunmuştur. Efkâr-ı umumimize Aliya'nın bu görüşlerinin arzıyla Kudüs konusunda düşüncemize bir derinlik katmak ve nefes aldırmak yerinde olacaktır.

Aliya, tarih boyunca Yahudilerin bütün Müslüman ülkelerinde azami barış ve hoşgörüye muhatap olduklarını, Yahudilere karşı nadiren bazı haksızlıklar yapıldıysa da, bunların münferit hadiseler olduğunu ve muazzam büyüklükteki karşılıklı ilişki ve tesir döneminde kaybolup gittiğini ifade eder. Aliya, Avrupa antisemitizm tepkisine benzer bir tepki Arap ve İslam dünyasında hiçbir zaman söz konusu olmadığını da ortaya koyar. (Aliya İzetbegoviç, İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları, Ter Rahman Ademi, İst, 2014, 92).  

Aliya, Bir bakıma İsrail, siyasi tarihte benzeri olmayan bir vaka olarak görülmektedir. Kuruluşu esnasında bu devletin ne toprakları ne de nüfusu vardı. Topraklarını satın alarak ve gasp ederek, nüfusunu ise dünyanın her tarafından insanlar getirerek edindi (89) tespitleriyle İsrail'in zuhurunun meşruiyeti meselesini gündeme taşır. O, kurgulanmış bir devlet olarak gördüğü İsrail'in haksızlıklar üzerine bina edildiği görüşündedir.

Aliya İsrail'in kuruluş kurgusundaki soruna temas etmekle kalmayarak bu devletin içinde taşıdığı çelişkili durumları ortaya koyar.  Buna başlarken zulüm ve adaletsizlikten doğan bu devletten ne beklenebilir? (90) diye sorar ve aslında görüşünü de sarih bir şekilde ifade eder.  Buradan devamla bu devletin dayandığı esas ilkelerdeki sorunu ortaya koyarak menşe ve fikir zemininde İsrail'in eleştiriye açık vaziyetini belirtir. İsrail'in “ideolojisini” oluşturan bazı şeyler kendi paradoksal durumuyla dehşete düşürmektedir… Yahudiler özgürlük, kardeşlik, hukuk ve liberalizm parolalarının taşıyıcıları idiler, bugünkü İsrail'de ise biz Isparta ahlakı, toplumun askeri ihtiyaçlara göre dizayn edilmesi, insanın fanatik hale getirilmesi, devlet siyasetinin Makyavel prensiplerine göre oluşturulması, Nietzsche'nin güçlünün hakkı ve gücün ahlakı prensiplerini görmekteyiz. Bu güç felsefesi, uluslararası hukuk kurallarının hiçe sayılması ve uluslararası kamuoyu ve onun kurumlarının görmezden gelinmesinde olduğu gibi hiçbir yerde açıkça ortaya çıkmış değildir. (90-91)

Aliya Kudüs meselesinin bir Arap - Yahudi karşıtlığı olmaktan öte Müslümanların müşterek olarak paylaştığı bir karşıtlık olarak düşünür. Bu küresel bakış açısından İsrail, İslam dünyasın denizi içerisinde kendine has bir “getto”, muazzam büyüklükteki bir organizmanın içinde yabancı bir madde olarak karşımıza çıkar. Fakat bu nefretle kuşatılmış olan gettoyu Yahudilerin kendileri yarattı. (93) Aliya bu devletin esaslarını oluşturan Teodor Herzl'in bu devletin temellerini planlarken yerli halkın direnişini ıskaladığını düşünür.

Aliya, Araplarla olan kavgasında İsrail'in gücünün diasporasının, yani tüm dünya Yahudilerinin olağanüstü destek ve dayanışmasının ürünü olduğunu buna karşı İslam dünyasının zaafının ise tam tersi olarak bölünmüşlük, yetersiz destek ve bazı durumlarda da açık anlaşmazlığın sonucu olduğunu ifade eder ve burada birliğin bölünmüşlüğün karşısında olduğunu ortaya koyar. Bunun için Müslümanların adil bir savunmada organize olmaya haklarının bu adil olmayan Yahudi birliği karşısında haklı ve meşru olduğunu tespit eder.

Kudüs'ün başkent ilan edilmesinden sonra Türkiye'nin Cumhurbaşkanımız öncülüğündeki İslam Dayanışma Teşkilatını bir araya getirmesi ve akabinde BM oylamasında da insanlığın verdiği oylama cevabı, Aliya'nın bu çağrısının ete kemiğe bölünmesi gibi oldu. Bilge Kral'ın tezi böylece Türkiye merkezli olarak kuvveden fiile geçti.

Kudüs'te herkes için barış ve adalet dileyenlerin haklı güçlülüğü gücün zorba haklılığını elbet bir gün yenecektir.

Vesselam