02 Mart 2018

Aliya ve Kudüs 2

Kudüs meselesi ABD'nin son Kudüs açılımı çerçevesinde gerilimi tırmandıracak bir mahiyette gelişmeye devam ediyor. Kudüs'e bakış açısının yanlışlığından kaynaklanan bu yaklaşım dileriz akl-ı selime mağlup olur. Kudüs meselesi karşısında İslam Dünyası yine cılız ve bölünmüş halde, iç ve dış meselelerle kaynayan bu dünyanın Kudüs namına güçlü bir ses çıkarması Türkiye inisiyatifleri dışında pek de görülemiyor. İşte tam bu noktada Aliya'nın vurguladığı üzere, Kudüs'ün yarın sadece Müslüman şehir olması için değil, onun yeniden herkese açık olması ve orada insanlığın üç büyük nehrin aktığı berrak bir kaynak kalması için bizim güçlü olmamız gereklidir (Aliya İzetbegoviç, İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları, Ter Rahman Ademi, İst, 2014, 99). Gücü burada istemek tek düze bir hâkimiyet düşüncesinin ötesinde Hz. Ömer pratiği ile başlayan fikri zeminin yeninden kurularak bu şehrin insanlığa kendini düşündüren bir yer olması noktasında fevkalade önem taşıyacaktır.

Aliya için Kudüs neresidir? Bunu anlamak onun bakış açısının dayandığı zemini tespit bakımından önemlidir.

Kudüs alışılmış bir şehir değildir. O, üç büyük dünya dininin vazgeçemeyecekleri kutsallıkları bulunan bir şehirdir. Herkese tamamen açık olacak, özgür bir Kudüs şehrini kim temin edebilir? Hem teorik hem pratik olarak bunu sadece Müslümanlar yapabilir. Teorik olarak çünkü sadece İslam Musa'yı, İsa'yı, İncil ve Tevrat'ı tanır, aksine ne Hıristiyanlar ne de Yahudiler ne Muhammed as. ne de Kur'an'ı tanırlar. Bu tespit, Müslümanların bu meseledeki üstünlüklerinin unsurudur. Pratik olarak, Kudüs Müslüman dünyasında bulunmaktadır. Kudüs'te olacak her türlü gayr-ı İslami hâkimiyet, sadece güçle ayakta durabilen anormal bir durum olur ve gerginlik durumu hiçbir zaman özgürlük durumu değildir. (94) Bu yaklaşımları ile Aliya Kudüs'ü herkes için istemekte ve bunun uygulama imkânının nazari ve tatbiki zeminde Müslümanların haiz oldukları zemin üzerinde mümkün olduğunu ortaya koyarak herkese açık Kudüs'ün nasıl olacağı sorusuna cevap verir.

Aliya bunu ifade ederken tarihten yola çıkarak kendi tezini savunur. Tarih bu tezleri açık olarak teyit etmektedir sözleriyle Aliya “sürecin şahitliği” ile kendi iddialarının yerindeliğini gösterir. Kudüs, İslam hâkimiyeti boyunca her üç din için özgür bir şehir idi. İçindeki özgür olmama durumu onun Müslüman hâkimiyetinin yokluğuna denk gelmektedir. Bu iki defa oldu. ilk defa, haçlıların onu ele geçirdiklerinde (1099-1187) ve ikinci defa da bugün, İsrail'in elinde iken olmaktadır.(94) Aliya Hz. Ömer devrinde itibaren Kudüs'ün ileri sürdüğü mana ile yönetildiğini ifade eder, Haçlıların elinden Sultan Selahaddin Kudüs'ü geri aldığında (1187) Yahudilerin şehre dönmelerine imkan sağladı ve Müslüman ile Yahudi çocuklar arasında, iki farklı halk arasında benzeri bulunmayan, meşhur kardeşlik adetini uygulamaya koydu (95-96) tespiti sonrası Yahudilerin 1967 sonrası Kudüs'e tamamen hakim olduktan sonra Suriye Katolik kilisesinin tahribi, Ortodox Aziz Yuhanna Kilisesi'nin baskına uğraması, Kıptî Kilisesi'nin yağmalanması ve Aksa Camii'nin yakılması gibi hadiseleri hatırlatarak bu dönemde tüm dinler için yaşanan müşterek sıkıntıyı gözler önüne sererek kendi haklı iddialarını temellendirir.

Aliya, Kudüs'ü düşünür ve burada müşterek bir özgürlük hayal ederken bunu Müslümanların yapabilmesinin çok esaslı bir imkânını ve mesnedini ortaya koyar. İslam'ın tüm dinleri orada özgür olarak yaşatabilmesinin tesadüf olarak görülmemesi gerektiğine işaretle, “Gördüğümüz gibi söz konusu olan, vahye dayalı dinlere karşı İslam'ın farklı tavrıdır. İslam'ın Yahudilik ve Hristiyanlığa karşı olan tutumu hoşgörü üzerine değil, tanıma üzerinedir. İslam Yahudilik ve Hıristiyanlığı tolere etmez, onları tanır. Onların ibadethaneleri, aynı Tanrının yüceltildiği gerçek ibadethanelerdir. Buna karşı bizler, Hıristiyanlar ve Yahudilerden, Kudüs'te ve de başka bir yerde en iyi ihtimalle hoşgörü bekleyebiliriz ve hoşgörü, bağlayıcı olmayan, geçici ve esasında olumsuz olarak belirlenmiş bir durumdur.” şeklindeki enfes tespitleriyle durumun esasını ortaya koyar. İslam öyle olduğu için Hz. Ömer, Selahaddin ve Yavuz Sultan Selim öyle idi, hoşgörülü ve alicenaplık gibi kişisel tercihlerle değil. Bu bakımdan İslam, ötekinin varlığına saygı konusunda zorlayıcı hukuki bir vaziyeti söz konusu kılarken diğer dinler içinse insiyatife bağlı bir keyfilik söz konusu olduğundan zamana ve kişiye bağlı uygulamalar nedeniyle Kudüs'te mutlak ve hukuki bir zeminin oluşması beklenemez. Kudüs'te hukuk ve eşitlik Müslüman için bir vecibe olduğundan orada barışı sağlama imkânı en yüksek olan da Müslümanlar'dır.

Ellerinde hoşgörünün horoz şekeri ile gezinen barış havarisi görünümde ve fakat uçaklardan ülkelerine bomba atanların diyalogcuların bu irfan ve anlayışa bir gün kavuşmaları beklenmese de Kudüs meselesinde Aliya ufkunun bize çok şey anlattığında şüphe yoktur. Ebu Süfyan'ın evine sığınan emniyettedir irfanından tarih boyunca Kudüs'ü mukaddesatın evi kılan İslam tarih pratiğine ve güncel çatışma çözümsüzlüğüne kadar ki gelişmelerde hep bu yaklaşımı ve bunun kaybının sıkıntılarını görebileceğimizi söylemek mümkündür. Ruhun şad olsun Aliya!

Vesselam!