Allah'ı Doğru Hatırlıyor muyuz?
Kemal Sayar, "Her Şeyin Bir Anlamı Var" adlı kitabında okuyucusuna şöyle seslenmektedir:
"Ey hayatı bir eksiklik duygusuyla yaşayan ve hiç
gelmeyecek baharı terennüm eden nazenin ruh, bırak kendinle uğraşmayı. Senden
yardım bekleyen bir dünya var bak dışarda. Bir insana çare ol. Kendi evine
korkmadan yürü, kendi çocukluğuna kavuş. Şifa veren, seni erişkin hayatına
yaralı bir ceylan olarak saldıysa , bu diğer yaralanmışları daha iyi
anlayabilmen içindir. Onları iyileştir.
Onlarla iyileş."
"Onları iyileştir, Onlarla iyileş." Buraya dikkat merceklerimizi bir tutalım
isterim sayın okur. Bir insanın şifalanması için, evvelâ şifa olması lazım
gelir. İnsana, hayvana, bitkiye veya tabiata şifa olmadan, şifa
bulamayız. Bir yardım çağrısı yapıyorsak öncelikle bize ulaşan çığlıklara kulak
vermemiz gerekiyor. Rivayet edilir ki bir hadiste peygamberimiz şöyle
buyurmuştur: "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz."
Elindeki merhemi başkasının yarasına sürmeyi unutup kendi
derdinle meşgul olmaya devam edersen, senin merhemine sahip bir başkası da seni
unutur.
Yani canın acısa
da, ötekinin yarasına merhem olup, kendinden feragat etmen gerekiyor. İslâm'ın insanı ancak bu şekilde iyileşir.
İyilik dalgası yayılır. İslâm, bu şekilde güç kazanır ve mensubuna şifa
olur. Allah'ı zikretmek, onu hatırlamak böyle canlı kalır. Bir yerde 'zikr'in
tanımını şöyle okumuştum: "Allah'ı kendi içinde ve etrafında
yaşatmak." Zikri hep Allah'ı hatırlamak şeklinde tanımlayıp üzerinde
tefekkür etmiyoruz. Zikrin hakkını veremeyişimiz beraberinde müzmin bir
pasifliği getiriyor.
Sözde, sözle yapılan zikirden, hummalı bir karşılık beklememiz
abes kaçmıyor mu sayın okur? Allah'ın esmasını zikrederek O'na çağrımızı
duyurmayı, yanlış yapıyor olmayalım?
Bu soruların zihnimizde etki bırakıp nöronlarımızı önemli
bir toplantıya çağırmasını temenni ederek konuyu biraz daha açmak isterim.
Ra'd Sûresi 28. ayette şöyle buyurulur:
"... Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ı hatırlamakla
huzur bulur."
Zikir, Allah'ı anmak, O'nu hatırlamak, Allah bilinciyle
yaşamaktır. Allah'ı zikir, insana şifa verir. Çünkü Allah bilinci, iyileştirir.
Burada bir sorun yok. Problem, Allah'ı hatırlama şeklimizdedir. Niyet güzel,
yol yanlış. Peki Allah'ı nasıl doğru hatırlarız?
Zihnimizi tırmalayan soruya cevabımız çok net: O'nu akla,
kalbe, hayata, eve, işe, okula, insan ilişkilerimize, bir hayvana karşı
davranışımıza, tabiatla olan ilişkimize taşıyarak, orada canlı tutarak
hatırlayabiliriz. Allah'a esması ile
çağrı yapıyoruz ki bizi duysun. Ya Allah, Ya Rahmân, er Raûf (çok merhametli),
el Kerim (çok ikram eden), eş Şifa (şifa veren), el Vedûd( kullarını en fazla
seven), el Fettâh( darlıktan kurtaran), el Gâfur (affı bol olan)...
Daha bir çok isim ve sıfatla yaratana sesimizi duyurmaya
çalışıyor, ondan şifa bulmak için bu isimlerle nidalanıyoruz. Allah'a esması
ile seslenmek demek, esmasını kendi içimizde ve çevremizde uygulamak demektir.
Yani sen ey okur, el Adl diye seslenip
adaletinden şifalanmak istiyorsan, önce senin el Adl ismini zikretmen, her an
adalet çizgisinden ayrılmaman gerekiyor. El Gâfur diye her duanda el açıp bağışlamasını
istiyorsan, önce senin yaratılmışlara karşı gâfur olman gerekiyor.
Demem o ki sayın
okur, el Veliyy (insanların dostu, onları sevip yardım eden) olmadan, el Veliyy
olandan yardım isteyemeyiz. Zira
Allah'ın isimlerini zikrederek şifa bulmak istiyorsak önce o isimleri
hayatımızın merkezine almamız gerekiyor. Allah'ın isimlerini davranışlarımızın
pusulası yaparsak, el Basîr (gören) olan bizi görecektir. İslâmın insanları
olarak önce Allah'ı esması ile içimizde ve dışımızda yaşatmalıyız. Allah
bilinci ile her an nefes alıp vermeliyiz. İşte o zaman İslâm, bütün
güzellikleri ile vuku bulacaktır. İşte o zaman biz şifalanacağız.
Sesimizi es Semi(işiten) olana en güzel şekilde duyurabilmemiz, şifa olup, şifa bulabilmemiz temennisiyle sayın okur.