04 Temmuz 2021

​Allah'ı Doğru Hatırlıyor muyuz?

Kemal Sayar, "Her Şeyin Bir Anlamı Var" adlı kitabında okuyucusuna şöyle seslenmektedir:

"Ey hayatı bir eksiklik duygusuyla yaşayan ve hiç gelmeyecek baharı terennüm eden nazenin ruh, bırak kendinle uğraşmayı. Senden yardım bekleyen bir dünya var bak dışarda. Bir insana çare ol. Kendi evine korkmadan yürü, kendi çocukluğuna kavuş. Şifa veren, seni erişkin hayatına yaralı bir ceylan olarak saldıysa , bu diğer yaralanmışları daha iyi anlayabilmen içindir. Onları iyileştir.

Onlarla iyileş."

 

"Onları iyileştir, Onlarla iyileş."  Buraya dikkat merceklerimizi bir tutalım isterim sayın okur. Bir insanın şifalanması için, evvelâ şifa olması lazım gelir. İnsana,  hayvana,  bitkiye veya tabiata şifa olmadan, şifa bulamayız. Bir yardım çağrısı yapıyorsak öncelikle bize ulaşan çığlıklara kulak vermemiz gerekiyor. Rivayet edilir ki bir hadiste peygamberimiz şöyle buyurmuştur: "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz."

Elindeki merhemi başkasının yarasına sürmeyi unutup kendi derdinle meşgul olmaya devam edersen, senin merhemine sahip bir başkası da seni unutur.

 Yani canın acısa da, ötekinin yarasına merhem olup, kendinden feragat etmen gerekiyor.  İslâm'ın insanı ancak bu şekilde iyileşir. İyilik dalgası yayılır.  İslâm,  bu şekilde güç kazanır ve mensubuna şifa olur. Allah'ı zikretmek, onu hatırlamak böyle canlı kalır. Bir yerde 'zikr'in tanımını şöyle okumuştum: "Allah'ı kendi içinde ve etrafında yaşatmak." Zikri hep Allah'ı hatırlamak şeklinde tanımlayıp üzerinde tefekkür etmiyoruz. Zikrin hakkını veremeyişimiz beraberinde müzmin bir pasifliği getiriyor.

 

Sözde, sözle yapılan zikirden, hummalı bir karşılık beklememiz abes kaçmıyor mu sayın okur? Allah'ın esmasını zikrederek O'na çağrımızı duyurmayı, yanlış yapıyor olmayalım?

Bu soruların zihnimizde etki bırakıp nöronlarımızı önemli bir toplantıya çağırmasını temenni ederek konuyu biraz daha açmak isterim.

 

Ra'd Sûresi 28. ayette şöyle buyurulur:

"... Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ı hatırlamakla huzur bulur."

Zikir, Allah'ı anmak, O'nu hatırlamak, Allah bilinciyle yaşamaktır. Allah'ı zikir, insana şifa verir. Çünkü Allah bilinci, iyileştirir. Burada bir sorun yok. Problem, Allah'ı hatırlama şeklimizdedir. Niyet güzel, yol yanlış. Peki Allah'ı nasıl doğru hatırlarız?

Zihnimizi tırmalayan soruya cevabımız çok net: O'nu akla, kalbe, hayata, eve, işe, okula, insan ilişkilerimize, bir hayvana karşı davranışımıza, tabiatla olan ilişkimize taşıyarak, orada canlı tutarak hatırlayabiliriz.  Allah'a esması ile çağrı yapıyoruz ki bizi duysun. Ya Allah, Ya Rahmân, er Raûf (çok merhametli), el Kerim (çok ikram eden), eş Şifa (şifa veren), el Vedûd( kullarını en fazla seven), el Fettâh( darlıktan kurtaran), el Gâfur (affı bol olan)...

Daha bir çok isim ve sıfatla yaratana sesimizi duyurmaya çalışıyor, ondan şifa bulmak için bu isimlerle nidalanıyoruz. Allah'a esması ile seslenmek demek, esmasını kendi içimizde ve çevremizde uygulamak demektir. Yani sen ey okur,  el Adl diye seslenip adaletinden şifalanmak istiyorsan, önce senin el Adl ismini zikretmen, her an adalet çizgisinden ayrılmaman gerekiyor. El Gâfur diye her duanda el açıp bağışlamasını istiyorsan, önce senin yaratılmışlara karşı gâfur olman gerekiyor.

 Demem o ki sayın okur, el Veliyy (insanların dostu, onları sevip yardım eden) olmadan, el Veliyy olandan yardım isteyemeyiz. Zira  Allah'ın isimlerini zikrederek şifa bulmak istiyorsak önce o isimleri hayatımızın merkezine almamız gerekiyor. Allah'ın isimlerini davranışlarımızın pusulası yaparsak, el Basîr (gören) olan bizi görecektir. İslâmın insanları olarak önce Allah'ı esması ile içimizde ve dışımızda yaşatmalıyız. Allah bilinci ile her an nefes alıp vermeliyiz. İşte o zaman İslâm, bütün güzellikleri ile vuku bulacaktır. İşte o zaman biz şifalanacağız.

 

Sesimizi es Semi(işiten) olana en güzel şekilde duyurabilmemiz, şifa olup, şifa bulabilmemiz temennisiyle sayın okur.