01 Kasım 2018

Allahü Teâlâya Nasıl İman Etmeliyiz?

Evvela ‘iman' kavramı üzerinde biraz duralım. ‘İman'ın kelime manası, herhangi birşeyi doğru kabul edip tasdik etmektir. ‘İman'ın Istılahî yani dinî manası ise şöyledir; halkın avam tabakasının dahi İslam dininden olduğunu bilecek kadar meşhûr olan dinî hükümlerin tamamını, tasdik etmek yani bunların doğru olduğunu kabul etmektir: Allahü Teâlânın bir olduğu, insanların öldükten sonra tekrar diriltilecekleri, namazın farz olduğu, içkinin, faizin ve zinanın haram olduğu hükümleri gibi. Bu ve benzeri hükümlere doğru bir şekilde inanmayan kimse mümin sayılmaz. Dolayısıyla gerçek mümin olabilmek için; evvela iman etmek, sonra imanın gereği olan dini bilgileri öğrenmek, daha sonra da bu doğru İslamî bilgilere uygun olarak yaşamak gerekir.

İman, insanın yaratılma sebebidir. Yani insan, Yaradan'ına iman etmek, dinini öğrenmek, bu bilgilere uygun olarak yaşamak ve ibadet etmek için yaratılmıştır. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Ben, cinleri ve insanları ancak ve ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım!..” (Zariyat 56) Şayet insan, bu yaradılış gayesine uygun hareket ederse; âhirette ebedî saadete nail olacak, cennete girecektir. Aksi takdirde -maazallah- cehenneme atılacak, ebedî şekavet ve bedbahtlığa maruz kalacaktır. Bu bakımdan iman; insan için ebedî saadeti kazanma vesilesi ve cennete girme anahtarıdır. İmansız olarak cennete girilemez. Bu cihetle insanın iman etmesi, imanının gereğini yapması ve bu imanını son nefesine kadar kaybetmeden muhafaza etmesi; dünyadan da, dünyanın içindeki herşeyden de daha kıymetlidir.

Çevremizde -gördüğümüz ve göremediğimiz, bildiğimiz ve bilemediğimiz- nice nice mahlükat vardır. Yeryüzünde çeşit çeşit insanlar, irili ufaklı pek çok hayvan, renk renk çiçek, bitki ve ağaçlar görürüz. Gökyüzünde de ay, güneş ve sayısız yıldızlar yer alır. Bütün bunları ve bunların yaratılışındaki eşsiz sanat ve dengeyi gözümüzün önüne getirip düşünürsek, bunların asla kendiliğinden var olmadıklarını, bunları yoktan var eden kaadir-i mutlak bir yaratıcının bulunduğunu hemen anlarız.

Evet gerçekten kâinatta hiçbir şey kendiliğinden ve kendi kendine var olmuş değildir. Herşeyi yaratan bir yaratıcı vardır. Gözlerimizle O'nu görmesek de, evrenin bu eşsiz düzen ve ahengi bize O'nun varlığını ve birliğini apaçık göstermektedir. İşte İslâm dininde, bütün evreni ve her şeyi yaratan bu yaratıcıya “Allah” denir. Biz Allahü Teâlânın varlığına ve birliğine gönülden inanırız ve herkesin de böyle iman etmelerini isteriz.

Allahü Teâlâya inanmak, imanın temeli, iman da dinin temelidir. Allah'a inanmak ve O'na ibadet etmek olgusu, insanın yaratılışında yani doğasında bulunan beşerî bir ihtiyaçtır. Allahü Teâlâ, insanın fıtratına, yani tabiatına ve doğasına iman etme ihtiyacını koymuştur. Bu sebeple, sahih bir imana sahip olmayan insan, manen huzursuzdur. Bu insan, kalbinde taşıdığı derin bir sıkıntı ve tatminsizlik hissiyle yaşar. Bunun tek çaresi, Allahü teâlâya doğru dürüst bir şekilde iman etmektir. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse; onun kalbini İslam'a açar. Kimi de saptırmak isterse; onu da göğe doğru yükseliyormuş gibi kalbini daraltır, sıkar.” (Enam 125)

İşte Allahü Teâlânın varlığının ve birliğinin delillerinden biri de bu inanma ve iman etme ihtiyacıdır. Çünkü Allah'ı inkâra yeltenenler bile, başları sıkıştığı zaman otomatik olarak Allah'a yönelmek ve O'ndan yardım dilemek zorunda kalırlar. Bununla ilgili olarak Kur'ân-ı kerimde şöyle buyurulmaktadır: “Gemiye bindikleri zaman (batma korkusundan) ihlasla Allah'a yalvarırlar, fakat kendilerini karaya çıkarıp kurtardığımızda, hemen şirk koşarlar.” (Ankebût 65)

Allahü Teâlâya iman; O'nun varlığına, birliğine, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf, bütün noksan sıfatlardan da münezzeh olduğuna inanmak, bir de sıfat ve isimlerini bilmektir. Allahü Teâlânın yüce Zatını kavramamız ise, mümkün değildir. Çünkü, insanın aklı ve duyguları, kayıtlı ve sınırlıdır. İnsan düşünürken ve tefekkür ederken, bu kayıtlar altında hareket eder ve kendisini bu kayıtlardan kurtaramaz. İnsan, birşeyi anlamaya çalıştığı zaman, önce kendi nefsine kıyas eder. Şayet orada birşey bulamazsa, diğer varlıklara kıyas eder. Orada da birşey bulamazsa, olabilecek şeylere kıyas eder. Yani insanın anlama ve kıyas etme gücü, mahlukatı aşamaz. Herşeyi mahlukat kıstas ve ölçüleri içinde muhakeme eder. Allahü Teâlâ ise, yaratandır, yaratılana benzemesi asla düşünülemez.

Bunun içindir ki insan zihni, zaman ve mekândan münezzeh olan Allahü Teâlânın yüce Zatını idrak edemez. Allahü Teâlânın Zatı ile alakalı insanın aklına ve zihnine her ne geliyorsa, Allah ondan münezzeh ve uzaktır. Fakat Allah'ın eserlerine bakıp O'nun varlığını ve birliğini anlamak mümkündür.

Yumurta içindeki bir civcivin, yumurtanın dışındaki âlemi idrak etmesi elbette beklenemez. İnsan da, şu muazzam ve muhteşem kâinatı ve kâinatın içindeki bütün âlemleri yaratan Allahü Teâlânın Zatını tanıma bakımından, yumurtanın içindeki civcivden farksızdır. Dolayısıyla insanın, Allahü Teâlânın Zatını kavrayabilmesi mümkün değildir. İnsan, sadece vahiyle gelen ve Peygamberimiz aleyhisselam tarafından bildirilen Allahü Teâlânın isim ve sıfatlarını öğrenip kavrayabilir. Zaten insan, sadece bundan sorumludur.

Hep içerde kaldığı için hiç ışık yüzü görmeyen bir insan, güneşli bir günde dışarıya çıkarılsa ve ona; bu dünyadaki herşeyi aydınlatan ışığın güneşten geldiği söylense, bu adam hemen kafasında güneşi tasavvur ve tarif etmeye başlar. Fakat güneşin onun tasavvur ettiği gibi olması mümkün değildir. Çünkü o, güneşi, gördüğü ve bildiği şeylere benzeterek tasavvur edecektir. Halbuki güneş, onun gördüğü şeylerden hiçbirine benzemez.

İşte insanoğlu, herşeyin yaratıcısı ve mâliki olan Allahü Zeâlânın Zatını ne kadar düşünürse düşünsün, onun düşündüğü gibi olması mümkün değildir. Çünkü onun bütün düşündükleri mahluk, yaratık ve sıradan şeylerdir. Allahü Teâlâ ise, herşeyin yaratıcısı olup, yarattığı şeylere benzemekten münezzehtir. Bunun içindir ki, insanoğlu gerçek Allah inancını, ancak ve ancak İslam dininden öğrenebilir.

İslam dini diyor ki, Allahü teâlânın sıfat ve isimlerini bilebilir ve eserlerini düşünebilirsin. Fakat O'nun yüce Zatının mahiyetini anlamaktan âcizsin. Çünkü sana, O'nun Zatının mahiyetini anlayacak bir kabiliyet ve yetki verilmemiştir. (Konu ile alakalı geniş bilgi: “İslam Akaidi, Müslüman Neye Nasıl İnanır”, isimli kitabımızda mevcuttur!)

İslam dinine ve Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat itikadına uygun olarak Allahü Teâlâya iman eden kişi, bu iman ve inancının gereğini yapmakla mükelleftir. Bu da; inandığı ve teslim olduğu Allahü Teâlânın bütün emirlerini yerine getirmek ve yasak ettiklerinin tamamından da uzak durmaktır. İslamî emirler de yasaklar da hem çok, hem de çok teferruatlıdır. Bundan dolayı İslam âlimleri; bizzat anlatarak ve ciltler dolusu kitaplar yazarak müslümanları bu konuda aydınlatmaya ve bilgilendirmeye çalışmışlardır. Bu ilmin adı fıkıhtır.

Lügatte anlamak, kavramak ve bilmek manasına gelen fıkıh terimi; kişinin hak ve sorumluluklarını bilmesi, şeklinde tarif edilir. Fıkıh, aynı zamanda İslam hukukunun ismidir. İtikad ve ahlak dışındaki İslamî bilgiler fıkıh alanına girer. Müslümanın hayata bakış açısını, yaşam tarzını ve günlük programını hem belirleyen hem de düzenleyen ilim, fıkıhtır. Fıkıh her zaman ve mekânda İslamı canlı ve yaşanabilir kılma bilgi ve melekesidir. 

Bu bilgileri öğrenmeden din yaşanmaz. Çünkü nelerin haram ve yasak olduğunu bilmeyen kişi, onlardan nasıl uzak duracak? Mesela faizi ve çeşitlerini bilmeyen bir kimse, kolaylıkla faize girebilir. Nelerin emredildiğinden haberi olmayan bir kişi, onları nasıl yapacak? Bir de şu var ki kişi, emredilen şeylerin yapılışı ile alakalı tam bir bilgiye sahip değil ise, bunları doğru ve sıhhatli bir şekilde nasıl ifa edecek. Mesela namaz fıkhını bilmeyen bir kimse, doğru bir şekilde nasıl namaz kılacak? Aynı şekilde nikâh bilgisi olmayan bir kimse, nasıl doğru bir şekilde evlenecek veya nikâh kıyacak. Yine feraiz yani miras bilgisi olmayan bir müslüman; ölen bir kişinin malının kimlere düştüğünü ve hangi vârisin payının ne kadar olduğunu nasıl bilecek?

Binaenaleyh kulaktan dolma, sığ ve yüzeysel bir bilgi ile din yaşanamaz. Bu iş için zaman ayırmak; hakikî âlimlerden dinin -en azıdan kişiye lazım olan kısmını- öğrenilmek farz ve kaçınılmazdır. Âyet-i kerimelerde buyuruldu ki:

“Eğer bilmiyorsanız, ilim sahiplerine sorun!” (Enbiya 7)

“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 9)

Hadis-i şeriflerde de şöyle buyuruluyor:

“Allah, kimin iyiliğini murad ederse, onu dinde fakîh (bilgili) kılar.” (Buharî)

“Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.” (Deylemî)

Allahü Teâlâya iman etmenin sayısız faydaları vardır ve birkaçı şöyledir: a) Allahü Teâlâya iman eden kişi, güzel ahlaklı olur. Bu sebeple de herkesten saygı görür ve huzurlu bir hayat yaşar. b) Allahü Teâlâya iman eden kişi, kimsenin görmediği yerlerde bile günah ve yasaklardan sakınır ve bu şekilde başı belaya girmez. c) Allahü Teâlâya iman eden kişi, mütevazı olur. Bilindiği gibi, tartışma ve kavgaların temel sebebi kibir ve bencilliktir. d) Allahü Teâlâya iman eden kişi, tevekkül sahibi olduğu için bela ve musibetlere karşı dayanıklı olur ve çabuk sarsılmaz, hele hele intiharı, hiç düşünmez. e) Allahü Teâlâya iman eden kişi, ölümden fazla korkmaz, çünkü cennetin kendisini beklediğine inanır.  f) Allahü Teâlâya iman eden kişi, sağlıklı olur. Müminlerin günlük olarak yaptıkları ibadetlerin, insan sağlığı için çok faydalı olduğuna dair birçok ilmî makale mevcuttur.