27 Eylül 2021

​Anakronik Kimlikler Yahut At Mezarındaki Şifa!

Zaman içerisinde kendisinin, olguların yahut şeylerin zeminini kaybedip bazen ütopya kimi zaman distopyalaşması olarak da görebileceğimiz anakronizm, naif bir tarihçilik kusuru olmasının ötesinde ters ve mefhumu çarpıtılmış kimliklerin oluşmasında da son derece etkili bir bakış açısıdır. Tarihçiler için bu durum günün kafasıyla geçmişi yorarak bilginin niteliğine, olan şeyin aslına halel getirmektir. Lakin mesele burada kalmayıp siyasi ve sosyal bir takım düşüncelere ve daha hassası inançlara tesir ettiğinde konu bir bakış açısı meselesi olmaktan çıkıp bir hayat sorunu haline gelmektedir. İnsan bu hayat içinde anakronik bir kimlikle oluşarak kendisi, çevresi ve insanlık için hayır sandıklarıyla büyük hasarlara yol açabilmektedir.  Bir de bunu kasta mahsusen yaparak bir mühendislik saldırısı var ki o da başka bir çıkmaz sokaktır.

Bu bakış açısı geçmişle gün ve gelecek arasındaki organik dengenin bozulması ile sonuçlanan bazı durumları söz konusu kılar. İnsanın bir tarih varlığı yahut şahsiyetini oluştururken önemli zeminlerinden birisinin tarih olduğunu düşünürsek bireyin bu çarpılmış, mefhumu takla atmış bilgi ile kendisi ve aklını inşa ettiğinde sözü ve ameli de buna paralel gelişmekte, bu kimlik toplum çapında bir afaziye dönüştüğünde hele de eline devlet gücü geçirdiğinde insanlık için büyük zararlar oluşabilmektedir. Organik ve otantik bir zihin bu bakımdan beşerin dünyadaki hayatı bakımından fevkalade önem arz ediyor. Bunun en dikkat çekici ve basit örneği Ortaçağ olarak üretilen kavrama modern zamanlarda Avrupalı bakışın oluşturduğu ironik ve anakronik bakış açısının doğudaki akisleridir. Batı kendi tarihi serencamı sürecinde, ihtiyaç duyduğu bazı meşrulaştırmalar yolunda geçmişiyle hesaplaşırken bazı devrileri farklı mefhumlar üzerinden okuyarak “yeniyi” geçerli kırma çabasına girişmiştir. İşte burada oluşan bakış açısı, önüne arkasına bakmadan doğuya aksederken; tefekkürü ve kendi düşünce zemini olmayan bir mukallit anlayış, aynıyla doğunun “Ortaçağ”ı denen bir döneme tatbik ederek burada oluşan yeniyi/mevcudu meşrulaştırma yoluna gitmiştir. Bu yetmediği gibi ortaçağ zihniyeti gibi kakafonik ve olgu karşılıkları tartışmalı kavramlar üreterek olayı siyasileştirmekten de geri durmamıştır. İşte bu bilgi ile zihnini geliştiren bireylerde anakronik bir kimlik oluşmuştur.

Bu dışarıdan oluşan zaaf durumudur. Bunun bir de tersten yapının kendi içinden kendisini zaafa uğrattığı durumlar vardır. Geçmişin sembolleri, şekilleri mutlak bir şablon gibi dondurularak, güne taşınmaya çalışılarak şimdi dediğimiz an ve hayat için etkinliği meçhul dayatmalar söz konusu olmuştur, olmaktadır. Mesela belirli bir giyim tarzı bir devrin hayat ve kültür gerçeği iken, din gibi zaman üstü kavramları tespit, temsil ve tarif için, bir devre ait, bir kültür çevresinde oluşan giyimin dinin bir mutlak nâsı gibi sunularak merkezi konuma gelip bir de kaba güç ile teyit edilen bir yapı tarafından dayatılması söz konusu olduğundan ahenk ve düzen yerini anakronik tiyatroya bırakmaktadır. Toplumun sorunlarını halledip, hayatta sağduyu ve makuliyet oluşturamayan, meseleleri çözemeyen lakin zora dayalı bir çatık kaş üslubu ile hakikat olduğunu düşünen bir üslup ve davranış kalıbı ve pratiği anakronik kimliğin oluşturduğu bu zihin kaosun içinde hayatı yok etmiştir, edecektir. Bu tasarruf iyi bir niyet bile taşısa yanlış anahtarla kapı açmaya çalışmak gibi bir halde bulunduğundan ya kapıya ya anahtara kızacak ama kendisinin hata yaptığını bir türlü göremeyecek ve kısır döngü devam edip gidecektir. İşte bu bakış açısı da bir başka anakronik kimlik oluşturmakta din, milliyet, ideoloji vs namına kılıç savuran tipler ortaya çıkacaktır. Bugün Afganistan’da oluşan duruma da bu açıdan bakmak da fayda olacağını düşünüyoruz. Zira bu iç zaaf ortaçağ zihniyeti olarak ötekileştiren zihne yakıt taşıyan bir pratik oluşturmaktan öte İslamofobya gibi çerçevelerin de haklılık karinesi olarak insanlığın zihnine pompalanmaktadır.

Anakronik kimlik dolayısıyla bir dış gözün ötekine dair kurgusal bakışı olabildiği gibi bir iç gözün kendisine dair kurgulu bir bakışı olarak farklı/çarpık/yoz zihniyet ve kimlikleri doğurmaktadır. Bu durum vasat bir zeminde makul bir bütünlük sağlanmasına mani bir hal oluşturmaktadır. Anakronik zihin geçmişi ve anı yanlış anladığından açıklamaları da aynı doğrultuda geçersiz bir çerçeveyi oluşturmaktadır. Lakin insan zihni dinamiktir; z kuşağı diye tuhaf ad takılan evlad-ı vatanın bilerek yahut insiyaki olarak itirazı tüm makul zihinler gibi bu anakronik halleri görme, sezme yahut doğal olmayan bir şeyleri fark etmesinin sonucudur diye düşünüyoruz. Hele de Foucalut’ın bahsettiği iktidar ilişkilerinin kurgusu olarak bir ötekilik yahut kendilik oluşturup bunu normal ilan eden bir otoritenin patinajlarının çıkardığı kötü sesler ve kirli kokular makbul bir şey değildir.

Bunca karamsar sözden sonra tarihimizden hoş bir hadise ile bu anakronik halin yahut bir şeyi olduğunun dışında görmeye dair hali gösteren bir misali sunarak yazımızı bitirelim. Sisli Kır, Sultan II. Osman'ın (1618-1622) sevgili atıdır ve Padişah ölünce ona bir mezar yaptırır. Siz gelin görün ki bir süre sonra halk muhayyilesi tersten işler. Selimiye Mahallesi’nin ortaya çıkıp genişlemesiyle bahsedilen mezar burada yapılan binaların arasında sıkışır kalır; lakin meselenin akla ziyan tarafı bundan sonra başlar ve mezar halk arasında “At Evliyası” namla şöhretlenir; ünü İstanbul’a yayılır; hasta ve sancılı hayvanlar şifa bulur ümidiyle buraya getirilir. Etrafında üçer defa dolaştırılan hastaların derman bulacağına inanılır; adeta Türklerin ocak kültürünün de oluşturduğu bir pratik at mezarını evliya kavramının anakronik tezahürü ile ele geçirir; Sisli Kır’ın mezarı medet dilenilen bir türbe olup çıkmıştır. (Bkz. Esra Keskinkılıç, Bir At mezarı: “Sisli Kır”, https://turkcetarih.com/tarihte-turkler/devlet-teskilatina-gore-turkler/turk-imparatorluklari/bir-at-mezari-sisli-kir/) Görüleceği gibi bir at mezarı “evliya” haline dönüşerek şifa beklenen bir yer haline gelmiştir. Tarih içinde yaşanan bir olay, bir mekân zaman içerisinde paranormal bir içerik kazanmış, bunun ötesinde şifa gibi tıbbi bir kavramın da yerini almıştır. İşte anakronik kimlik pek çok kaygan zeminin bir zihinde sıkıştığı at mezarında şifa arayan bir kimliğin şaşırtıcı, gülünç halini doğurmaktadır. Bu kültün bir kişi tarafından istismarı ile buradan aldığı bilgiler yahut rüyalarla toplum kesimlerinin etkilenerek neler yapılabileceğini varın tahayyül edin. Bir at mezarı halk muhayyilesini böyle etkilediyse siz varın düşününüz daha ciddi kavram, kişi, olgu ve semboller üzerinden neler neler olmaz!

Anakronik kimlik ve zihin zaman ve hayat içinde değer üretecek tüm birikimin maksadını ve mefhumunu yozlaştırarak sahip olduğu şeyi bir puta dönüştürerek konuyu bir çıkar yahut kavga meselesi haline, iradi yahut gayri iradi olarak, dönüştürerek var olduğu yeri ve maksadını tahrip etmektedir. Doğuda zahirinde medeniyet gördüğümüz pek çok yerden fitne zuhurunun izahlarını ararken bu meseleyi de dikkate almak gerekmiyor mu?

Kendiliğimizi ve kendimizi bilmek yolunda “kendini düşün” diyebileceğimiz bir pratik ile şimdiye, geçmişe ve geleceğe bakarak ütopya-distopya geriliminde savrulmadan övme-sövme çukurlarına yuvarlanmadan makul bir üçüncü yolun içinden hayatı, oluşu ve insanı izlemek ve illaki iyi niyeti, samimiyeti kaybetmemek zamanımızda aklın, kalbin ve zevkin selim kalması noktasında önemlidir, diye düşünüyoruz.

Köklerin muğlaklaşıp çatıştığı, lafızların mefhumlarla tenakuz ilişkisi kurduğu yere bir de anakronik kimlikler eklenince nizamın varlığı yerini kısır döngü bir yoksunluk ve yorgunluğa bırakmaz mı? At mezarında şifa aramaya mütebessim belki müstehzi bakan gözlerimiz ve zihinlerimiz kaç at mezarı simülasyonuna maruz bilen var mıdır?

Vesselam.