Anakronik Kimlikler Yahut At Mezarındaki Şifa!
Zaman içerisinde kendisinin, olguların yahut şeylerin zeminini kaybedip bazen ütopya kimi zaman distopyalaşması olarak da görebileceğimiz anakronizm, naif bir tarihçilik kusuru olmasının ötesinde ters ve mefhumu çarpıtılmış kimliklerin oluşmasında da son derece etkili bir bakış açısıdır. Tarihçiler için bu durum günün kafasıyla geçmişi yorarak bilginin niteliğine, olan şeyin aslına halel getirmektir. Lakin mesele burada kalmayıp siyasi ve sosyal bir takım düşüncelere ve daha hassası inançlara tesir ettiğinde konu bir bakış açısı meselesi olmaktan çıkıp bir hayat sorunu haline gelmektedir. İnsan bu hayat içinde anakronik bir kimlikle oluşarak kendisi, çevresi ve insanlık için hayır sandıklarıyla büyük hasarlara yol açabilmektedir. Bir de bunu kasta mahsusen yaparak bir mühendislik saldırısı var ki o da başka bir çıkmaz sokaktır.
Bu
bakış açısı geçmişle gün ve gelecek arasındaki organik dengenin bozulması ile
sonuçlanan bazı durumları söz konusu kılar. İnsanın bir tarih varlığı yahut
şahsiyetini oluştururken önemli zeminlerinden birisinin tarih olduğunu
düşünürsek bireyin bu çarpılmış, mefhumu takla atmış bilgi ile kendisi ve
aklını inşa ettiğinde sözü ve ameli de buna paralel gelişmekte, bu kimlik
toplum çapında bir afaziye dönüştüğünde hele de eline devlet gücü geçirdiğinde
insanlık için büyük zararlar oluşabilmektedir. Organik ve otantik bir zihin bu
bakımdan beşerin dünyadaki hayatı bakımından fevkalade önem arz ediyor. Bunun
en dikkat çekici ve basit örneği Ortaçağ olarak üretilen kavrama modern
zamanlarda Avrupalı bakışın oluşturduğu ironik ve anakronik bakış açısının doğudaki
akisleridir. Batı kendi tarihi serencamı sürecinde, ihtiyaç duyduğu bazı meşrulaştırmalar
yolunda geçmişiyle hesaplaşırken bazı devrileri farklı mefhumlar üzerinden
okuyarak “yeniyi” geçerli kırma çabasına girişmiştir. İşte burada oluşan bakış
açısı, önüne arkasına bakmadan doğuya aksederken; tefekkürü ve kendi düşünce
zemini olmayan bir mukallit anlayış, aynıyla doğunun “Ortaçağ”ı denen bir
döneme tatbik ederek burada oluşan yeniyi/mevcudu meşrulaştırma yoluna
gitmiştir. Bu yetmediği gibi ortaçağ zihniyeti gibi kakafonik ve olgu
karşılıkları tartışmalı kavramlar üreterek olayı siyasileştirmekten de geri
durmamıştır. İşte bu bilgi ile zihnini geliştiren bireylerde anakronik bir
kimlik oluşmuştur.
Bu
dışarıdan oluşan zaaf durumudur. Bunun bir de tersten yapının kendi içinden
kendisini zaafa uğrattığı durumlar vardır. Geçmişin sembolleri, şekilleri
mutlak bir şablon gibi dondurularak, güne taşınmaya çalışılarak şimdi dediğimiz
an ve hayat için etkinliği meçhul dayatmalar söz konusu olmuştur, olmaktadır. Mesela
belirli bir giyim tarzı bir devrin hayat ve kültür gerçeği iken, din gibi zaman
üstü kavramları tespit, temsil ve tarif için, bir devre ait, bir kültür
çevresinde oluşan giyimin dinin bir mutlak nâsı gibi sunularak merkezi konuma
gelip bir de kaba güç ile teyit edilen bir yapı tarafından dayatılması söz
konusu olduğundan ahenk ve düzen yerini anakronik tiyatroya bırakmaktadır. Toplumun
sorunlarını halledip, hayatta sağduyu ve makuliyet oluşturamayan, meseleleri
çözemeyen lakin zora dayalı bir çatık kaş üslubu ile hakikat olduğunu düşünen bir
üslup ve davranış kalıbı ve pratiği anakronik kimliğin oluşturduğu bu zihin kaosun
içinde hayatı yok etmiştir, edecektir. Bu tasarruf iyi bir niyet bile taşısa
yanlış anahtarla kapı açmaya çalışmak gibi bir halde bulunduğundan ya kapıya ya
anahtara kızacak ama kendisinin hata yaptığını bir türlü göremeyecek ve kısır
döngü devam edip gidecektir. İşte bu bakış açısı da bir başka anakronik kimlik
oluşturmakta din, milliyet, ideoloji vs namına kılıç savuran tipler ortaya çıkacaktır.
Bugün Afganistan’da oluşan duruma da bu açıdan bakmak da fayda olacağını
düşünüyoruz. Zira bu iç zaaf ortaçağ zihniyeti olarak ötekileştiren zihne yakıt
taşıyan bir pratik oluşturmaktan öte İslamofobya gibi çerçevelerin de haklılık
karinesi olarak insanlığın zihnine pompalanmaktadır.
Anakronik
kimlik dolayısıyla bir dış gözün ötekine dair kurgusal bakışı olabildiği gibi
bir iç gözün kendisine dair kurgulu bir bakışı olarak farklı/çarpık/yoz
zihniyet ve kimlikleri doğurmaktadır. Bu durum vasat bir zeminde makul bir
bütünlük sağlanmasına mani bir hal oluşturmaktadır. Anakronik zihin geçmişi ve
anı yanlış anladığından açıklamaları da aynı doğrultuda geçersiz bir çerçeveyi
oluşturmaktadır. Lakin insan zihni dinamiktir; z kuşağı diye tuhaf ad takılan
evlad-ı vatanın bilerek yahut insiyaki olarak itirazı tüm makul zihinler gibi
bu anakronik halleri görme, sezme yahut doğal olmayan bir şeyleri fark
etmesinin sonucudur diye düşünüyoruz. Hele de Foucalut’ın bahsettiği iktidar
ilişkilerinin kurgusu olarak bir ötekilik yahut kendilik oluşturup bunu normal
ilan eden bir otoritenin patinajlarının çıkardığı kötü sesler ve kirli kokular
makbul bir şey değildir.
Bunca
karamsar sözden sonra tarihimizden hoş bir hadise ile bu anakronik halin yahut
bir şeyi olduğunun dışında görmeye dair hali gösteren bir misali sunarak
yazımızı bitirelim. Sisli Kır, Sultan II. Osman'ın (1618-1622) sevgili atıdır
ve Padişah ölünce ona bir mezar yaptırır. Siz gelin görün ki bir süre sonra
halk muhayyilesi tersten işler. Selimiye
Mahallesi’nin ortaya çıkıp genişlemesiyle bahsedilen mezar burada yapılan
binaların arasında sıkışır kalır; lakin meselenin akla ziyan tarafı bundan
sonra başlar ve mezar halk arasında “At Evliyası” namla şöhretlenir; ünü
İstanbul’a yayılır; hasta ve sancılı hayvanlar şifa bulur ümidiyle buraya
getirilir. Etrafında üçer defa dolaştırılan hastaların derman bulacağına inanılır;
adeta Türklerin ocak kültürünün de oluşturduğu bir pratik at mezarını evliya
kavramının anakronik tezahürü ile ele geçirir; Sisli Kır’ın mezarı medet
dilenilen bir türbe olup çıkmıştır. (Bkz. Esra Keskinkılıç, Bir At mezarı:
“Sisli Kır”,
https://turkcetarih.com/tarihte-turkler/devlet-teskilatina-gore-turkler/turk-imparatorluklari/bir-at-mezari-sisli-kir/)
Görüleceği gibi bir at mezarı “evliya” haline dönüşerek şifa beklenen bir yer
haline gelmiştir. Tarih içinde yaşanan bir olay, bir mekân zaman içerisinde
paranormal bir içerik kazanmış, bunun ötesinde şifa gibi tıbbi bir kavramın da
yerini almıştır. İşte anakronik kimlik pek çok kaygan zeminin bir zihinde
sıkıştığı at mezarında şifa arayan bir kimliğin şaşırtıcı, gülünç halini
doğurmaktadır. Bu kültün bir kişi tarafından istismarı ile buradan aldığı
bilgiler yahut rüyalarla toplum kesimlerinin etkilenerek neler yapılabileceğini
varın tahayyül edin. Bir at mezarı halk muhayyilesini böyle etkilediyse siz
varın düşününüz daha ciddi kavram, kişi, olgu ve semboller üzerinden neler
neler olmaz!
Anakronik kimlik ve
zihin zaman ve hayat içinde değer üretecek tüm birikimin maksadını ve mefhumunu
yozlaştırarak sahip olduğu şeyi bir puta dönüştürerek konuyu bir çıkar yahut
kavga meselesi haline, iradi yahut gayri iradi olarak, dönüştürerek var olduğu
yeri ve maksadını tahrip etmektedir. Doğuda zahirinde medeniyet gördüğümüz pek
çok yerden fitne zuhurunun izahlarını ararken bu meseleyi de dikkate almak
gerekmiyor mu?
Kendiliğimizi ve
kendimizi bilmek yolunda “kendini düşün” diyebileceğimiz bir pratik ile şimdiye,
geçmişe ve geleceğe bakarak ütopya-distopya geriliminde savrulmadan övme-sövme
çukurlarına yuvarlanmadan makul bir üçüncü yolun içinden hayatı, oluşu ve
insanı izlemek ve illaki iyi niyeti, samimiyeti kaybetmemek zamanımızda aklın,
kalbin ve zevkin selim kalması noktasında önemlidir, diye düşünüyoruz.
Köklerin muğlaklaşıp
çatıştığı, lafızların mefhumlarla tenakuz ilişkisi kurduğu yere bir de
anakronik kimlikler eklenince nizamın varlığı yerini kısır döngü bir yoksunluk
ve yorgunluğa bırakmaz mı? At mezarında şifa aramaya mütebessim belki müstehzi bakan
gözlerimiz ve zihinlerimiz kaç at mezarı simülasyonuna maruz bilen var mıdır?
Vesselam.