20 Temmuz 2021

​Ankara Kalesinden aşağı yürürken

Bir elma, çekirdeğine ne kadar benzer?

Mekân/coğrafya zihin ve tasavvur dünyamızdakilerin, ruhumuzda parlayanların somutlaştığı bir yer olarak şehirler ve bu cümleden umumi tüm tezahürler tarihte konduğumuz yerdeki izlerimizdir. Bu cümleden milletler yahut milletler mecmuası topluluklar kimi halen ayakta kimisi ise yıkıntılarını gezdiğimiz bakiyeleri ile tarihteki akislerini gösterirler. Hayat denilen dinamik sürece kültür ile mukabele eden insan varlığı matematik, fizik, mühendislik gibi gözle görülmez güçleri yöneten akılları, buna içerik kazandıran sosyal manaları ve nihayet estetik bir duygu ile bezedikleri ile hayata dokunur geçer, giderler. Mekândaki izler zamanın karşısında ne kadar tutunabilirse hayat içinde o kadar görünür kalmaya devam ederler. Elma var eden tohumlar oldukça meyve görünmeye devam eder.  

Öz ile form şekil olarak birbirine mutabık mıdır?

Bir Safranbolu evine bakarken öze mi bakarız yoksa şekle mi? Burada mutlaklaştırılması gerekeni tespite dair yöntem ve kavram donanımımız bizi 21. Yüzyılda  hayatın içinde kendi kimlik ve şahsiyet esasımıza taşıyor mu? Müze saplantılı bir zihin içinde tarihin belirli bir döneminde zuhur eden şekilleri mutlak ve özün kendisi sanmak gelecek bakışımıza nasıl bir katkı sağlayabilir. Bu bakımdan kültürümüzün hayatımıza akislerini düşünürken günümüz ve gelecek için mutabakat ve müşterek var edecek yeni formlar arayışı olmadan taklit zihniyeti ile kendi geçmişimize sıkışıp kalmak belki de günde yaşadığımız kabz halinin mühendislerini en çok sevindirecek olan konulardan biridir. Batıyı taklit ettik fena oldu ama ya kendimizi işlevsiz taklit bize fiili ve ameli nasıl bir fayda sağlar? Bir “cafe” adı olarak kullanılan eski dil tamlaması yahut eski zamanın süslemelerini bir cafeye yerleştirmek bizi maziyle ne manada irtibatlandırır? Yahut tarihi sürecin formları bizi öze taşıyarak geleceğin içinde şahsiyet kılmıyorsa abesle iştigal demektir. Elmadan tohumu görememek formu öz sanmak insanı ve hayatı ıskalamak olmaz mı?

Şekilperestliği Fark Etmek?

Söğütteki Yörük çadırları, Bursa’daki ilk Türk eserleri, İstanbul’da Topkapı ve Dolmabahçe sarayı şeklinde tecessüm eden Osmanlı’nın hangisi onun esası veya özüdür. Hepsi mi hiçbiri mi? Cumalıkızık köyünde gezmekle Asos’da gezmek arasında zamanımız insanı açısından yaşadığımız şehirleri düşünürsek ne fark vardır? Ankara’da Kale’nin aşağısında ilk Meclis ve çevresindeki o ilk mimari hareketliliği çok severim. Kale’deki Selçuklu ve Osmanlı sonrasında Cumhuriyet kendisi olarak kültür zemini ve süreklilik içerisinde yeni bir vecheyle zuhur eder gibidir. Ama bu çok kısa süren bir hayaldir. Kökleri kuruyan kültür ağacımız modern aşılarla artık amorf meyveler vermeye başlar; günümüz Türkleri iki arada bir derede yaşamaya çabalar durur. Bütün maddi kültürde eskimeyen bir yan varsa o nedir? Şehrimize bu gözle bakarsak hakikatimiz ile gerçeğimizin mutabakat yahut tenakuzunu görerek zihinlerimiz bir nefes almaz mı? Divan edebiyatı formları ile mesela Marksist kavramları, mazmunları, hayatı ve değerleri anlatırsak; aşklarımız, kavgalarımız, hayallerimiz Divan edebiyatı formu içinde bize neyi, hangi hayatı ve gerçeği anlatır? Yahut tam tersi modern bir şiir formunda gelenekli içerikler söz konusu edilirse öz ile şekil arasındaki ilişki bizi nereye taşır? Gelenekli görünüp yabancılaşmak, modern görünüp gelenekli bir öze ulaşmak arasında çelişki bizi belki de kayıp geleceğimizin kapısına götürür.

İthal tohumlar bir defa çiçek açıyor ve sonrası kısır ise bu suyla değirmen ne kadar döner? Kale’den aşağıda görünen beton denizine bakarken yerde taşı delip baş veren bir papatya kadar güzel herşey!

Bi’l-vesile Kurban Bayramınızı kalpten kutlarım. Hayra vesile olsun…

Vesselam.