Annales
Tarih, varlığımızın evi. Köklerimizden halimize kendilik bilincimizin temel bilgi kaynaklarından olmanın yanında bunlara dair algımızın da temel kaynağıdır. Bu varoluş bilgisine dair insanın düşünce tarihi eski zamanlardan günümüze kadar insanlar tarihe dair düşündüler. Modern zamanlarda da buna muvazi değerlendirmeleri görmekteyiz. İşte bu cümleden ülkemizde de etkisi görülen Annales ekolü modern zamanlarda dikkat çeken akımlardan biri oldu.
Modern devirlerde
tarihçiliğin geliştiği mecra devrin fikir cereyanlarından ayrı ve kopuk
gerçekleşmemiştir. Bu yolda öncelikli görünenlerden biri Sorbonne
Üniversitesinde 1812’lerde bir tarih kürsüsün tesisidir ve tarih yazım işi de
süreçte açıklama ve belgelendirme odaklı olarak ve pozitivist mecrada bir meslek
haline gelir. Bu meyanda Charles Seignobos (1854-1942) ve Victor Langlois
(1863- 1929), Tarih Tetkiklerine Giriş isimli kitabı kaleme alırlar. Bu çalışmalarında vesikaya istinat
etmeyen tarihçiliğin ancak edebiyat olacağı vurgulanır. Bu aşama sonrasında
bugün tarih bölümlerinde modern tarihçiliğin ana meseleleri olarak öğretilen
dış tenkidin, kaynakların – geçmişin izlerinin– doğruluğunun denetlenmesi; iç tenkit olaraksa,
olayların tutarlı ve mantıki ele alınmasının imkânlarının gereğine işaret
ederler. Tarihin çağlara ayrılma hadisesi bunlarda da görülür. Burada tarihe
yardımcı ilimler tespiti de söz konusudur. Paleografya, nümizmatik gibi
alanlarda da ihtisasın önemini ortaya koyarlar.
Bu genel çerçeve
teşekkül ederken Annales dediğimiz ekolü oluşturacak ve modern tarihçiliği
etkileyerek ülkemizde de Ömer Lütfi Barkan, Halil İnalcık gibi isimlerle temsil
edilecek zemin ortaya çıkar. Bu akımın öncü isimlerinden Lucien Febvre 1930’lardan
1950’lere kadarki metodoloji çalışmalarında yukarıda gösterilen belge merkezli
pozitivist bakışa ve bunun bir fetişe dönüşmesine karşı çıkarak pozitivist
tarihçiliği sert bir şekilde eleştirir. Tarihin sadece yazılı belgelerle yazılabileceği
fikrini tenkit eder. "...Tarihçi olmak asla
başeğmemektir. Edinilen bilgilerin eksiklerini doldurmak için herşeyi denemek,
her işe girişmektir. Büyük bir kelime için çaba göstermektir. Yanılmak, veya
defalarca vaat edilmiş şeylerin peşinden ilk seferin coşkusuyla koşturmaktır ve
sonunda girilen yolun istenenden çok farklı olduğunu farketmektir.(Lucien Febvre, 'Başka Bir
Tarihe Doğru', Çev: Ali Boratav, Tarih ve Tarihçi (Derleme), s. 58-59)”
Onunla birlikte
bu ekolde öne çıkacak olan March Bloch mazi ile hal arasında ayrılık olduğu
fikrini kabul etmeyerek; tarihi geçmişin bilimi olmanın ötesinden süreç
içerisinde akıp giden zamanda insanı anlatan bir bilim olarak görür/tanımlar; meseleyi
insan, onun teşkilatlanma şekilleri ve toplum olarak ortaya koyar. Şimdiki zaman
ve mazi değişimler sebebiyle hal oluş içinde geçmiş olurken şimdi ve mazi iç
içe bir durum gösterirler. Belgelerin ele alınması gerçekte bir zihniyet
çözümlemesidir O belgenin kaldığı topluma dair bir değerlendirmedir. Veriler
toplandıktan sonra eleştiri aşaması söz konusu olacaktır.. "
... gözlerimizin önünde tüm açıklıklarıyla birdenbire belirivermeleri için
sadece metinleri ya da dev eserleri okumak yeterli değil midir? Kuşkusuz doğru.
Fakat yine de okumayı bilmek gerekmez mi? Belge bir tanıktır ve tanıkların çoğu
gibi soru sorulmadıkça pek konuşmaya niyetli değildir. Güç olan soru dizisini
hazırlamaktır. İşte, orada, o anda, karşılaştırma, tarihçiye çok kesinleşmiş
bir yardımı, var olduğu müddetçe hizmet görecek bir soru yargıcını sağlar.(Marc Bloch, 'Avrupa Toplumlarının
Karşılaştırmalı Tarihi İçin', Çev: Ali Boratav, Tarifı ve Tarihçi (Derleme),
İstanbul 1985, s. 24)” Bu eleştiri kaynak olan şeylerin olan ve olmayanı karşılıklı
ele almak onun için tarihçilik ve epistemoloji açısından son derece önemlidir. "
... zaman içinde tek bir insan bilimi vardır ve bu sürekli olarak, ölülerin
[geçmiş] incelenmesini canlıların [şimdi] incelenmesiyle birleştirmek
zorundadır.”,
der Bloch.
İşte
bu iki bilim adamı 1919’den itibaren Strasbourg Üniversitesinde birlikte
çalışmaya başlarlar. 1929 senesinde burada
Annales d’histoire économique et sociale adlı dergiyi yayınlamaya
başlarlar. Bu süreç sonraları bir ekolün doğacağı ve bir tarihçilik usulünün
gelişeceği ana zemini de göstermektedir. Fernand Braudel, Annales Okuluna 1946 yılında katılır. "Benim yaklaşımım onlarınkinden [M.Bloch,
L.Febvre] biraz farklı. Benim derdim, insan bilimlerini tarih içinde özümlemek
değil, tersine, tarihi insan bilimleri içinde eritmek. Asıl önemli olan, hem
tarih hem de öbür bilimleri içeren bilimlerüstü bir dal yaratma. Beni her
zaman, aralarındaki ilişkiler, karışımlar heyecanlandırdı.( 'Braudel
Destanı: Yavaş İlerleyen Tarihin Ustasıy a Yapılan Son Söyleşi', Çev: Şirin
Tekeli, Tarih ve Toplum Dergisi-26, İstanbul 1986, s.46-47)", diyerek
Braudel bu ekol içinde yerini tespit eder.
Annales
ekolü denildiği zaman şüphesiz akla gelen en meşhur isim Fernand
Braudel’dir. Onun zamana yaklaşımı da
pozitivist-ilerlemeci anlayışı kabul etmeyip bunun eleştirisine dairdir. "Bana göre tarih, mümkün tüm tarihlerin
toplamıdır -dünün, bugünün, yarının doktrinlerinin ve bakışlarının bir
kolleksiyonu-. Bana göre tek hata, bu tarihlerden birini, diğerlerini dışta
bırakacak bir şekilde tercih etmektir.( F.Braudel, 'Tarih ve Toplumsal
Bilimler: Uzun Süre', Çev: M.Ali Kılıçbay, Tarih Üzerine Yazılar (Derleme),
İstanbul 1992, s. 64-65)", der, Braudel. Zaman Braudel’e göre kapsayıcı
manada nesnele biçimde algılanabilmektedir. Lakin zaman içinde zihnin mahsulü
farklı düzemlerde yaşananların katmanlı olarak ele alınması kabildir. Buradan
yola çıkarak tarihi olayları değerlendirirken üç katmanlı bir zaman yaklaşımı
ortaya koyar: Braudel’in zaman katmanları içerisinde kısa dönemli/süreli
zaman oluşturmaktadır. Bu katman olaya tekabül eder ve müteakip hadise
silsilelerinden oluşur. Bu süreçte savaş,
diplomasi ve politika ortaya konulmaktadır. Bundan sonra ise Konjonktürel
ya da çevrimsel zaman toplum sürecinde yayıldığı katman yapısını
oluşturur. Uzun zamanlı süreçleri temsil eden bu katmanda toplumlar ve
sosyokültürel uygulamalar yer alır ve toplumsal tarih burada yer alır. Braudel,
tarihte pek çok olgunun ekonomi ve kurumların etkili olduğunu söylerken iklim
ve coğrafyanın zorunluluklarıyla bunlara şekil verdiğini ileri sürer. Yüzyıllara
hatta bin yıllara sari bu uzun süremli zaman en alt katmanı oluşturur.
İşte tarih dediğimi olguya bu katmanlar üzerinden bakarak bir yapıyı anlamak ve
açıklamak mümkün olacaktır. Coğrafyanın,
fertlerin ve toplumun üzerindeki etkilerini iyi anlamak gerekirdi.
Annales’a
göre basitçe tarih nedir o halde? "Geçmiş,
tanım gereği, artık hiçbir şeyin değiştirmeyeceği bir veridir. Fakat, geçmişin
bilgisi sürekli olarak değişen ve mükemmelleşen, gelişme halinde olan bir
şeydir.” (M.Bloch, Tarihin Savunusu Ya da Tarihçilik Mesleği, Çev. M. Ali
Kılıçbay, Ankara 1985, s. 37) "Tarih,
çevremizi saran ve bizi işgal eden bugünün sorunları --hatta kaygı ve
sıkıntıları-- adına geçmiş zamanların sürekli sorgulanmasından başka bir şey
değildir. İnsanların kendilerine yarattığı başka hiçbir dünya Akdeniz kadar
kanıtlayamaz bunu; çünkü Akdeniz'in kendini anlatmasının, kendini tekrar
yaşamasının sonu gelmez. Kuşkusuz zevki için olduğu kadar, gerektiği için de
yapar bunu. Geçmişte var olmuş olmak, varlığım bugün de sürdürmenin bir
koşuludur. Nedir bu Akdeniz? Bin bir şeyin hepsi birden. Bir peyzaj değil,
sayısız peyzajlar. Bir deniz değil, birbirini izleyen birçok deniz. Bir
uygarlık değil, birbiri üzerine yığılmış birçok uygarlık.(F.Braudel,
'Akdeniz', Çev: Necati Erkurt, Akdeniz: MSkan ve Tarih (Derleme), İstanbul
1990, s.7)”
Akdeniz’de
Türkler İslam oluşlarından sonra hassaten asırları kapsar şekilde devlet(ler)
düzeyinde roller üstlendiler, medeniyetler kurdular, yaşattılar; cihan hâkimiyeti
mefkûremizin önemli sahalarından biri de burasıdır ve hala da Doğu Akdeniz
rekabetinin tam ortasındayız. Kültürümüzde Akdeniz’in suyu, havası yok diye kim
diyebilir? Medeniyet tarihçileri büyük medeniyetin gölgesinde zamana
konuşuyorlar. Dipnot ve tercüme düzeyinde kalan
taklitçiler ise meseleyi taşeron düzeyinde ele alabiliyorlar. "Geçmişte sayısız medeniyetler kurmuş
bir milletin çocukları olduğumuzu ispatlamak için yapmamız gereken şeylerin
hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok
büyük işlerimiz var" diyen Gazi Mustafa Kemal’e kulak vermek için
gelişmeler önümüze birçok sebep koymuyor mu? Geçmişte kurduklarımızı ispatın
ötesinde gelecekte kuracağımız daha büyük bir medeniyet için hali hazırda
hasılamız nedir? Annales ekolüyle alakamız da bilgi aktarımının ötesinde, tarihi
düşünme ve açıklama üzerine düşünmeyi düşünmek olması durumunda sorumuz meşru
cevaplarına da ulaşabilecektir.
Tarihi
büyük düşünmezsek gelecek bizi küçük düşürecektir.
Vesselam