12 May 2019

Annelik hiç bu kadar zor olmamıştı!

Hayatın normal akışında gittiği zamanlarda; yani köylerin ve mahallelerin kentlerce yutulmadığı, her yeri fabrikaların kaplamadığı güzel zamanlarda insanlar bir arada yaşıyordu. Geleneksel aile modeli neredeyse tüm dünyaya hakimdi. Akrabalar birbirine yakındı ve komşuluk bağları güçlüydü.

Anneler yalnız değildi böylece. Ailedeki çocuk sayısından daha çok yetişkin nüfusu vardı. İnsanlar uzun yıllardır aynı yerlerde yaşadıkları için, hem akrabalık hem de komşuluk bağlarını güçlendirmişlerdi. Birbirlerine güveniyor ve birbirlerinin çocuklarına büyük iyilikleri dokunuyordu. Annelerin yardım alabilecekleri bir elin parmaklarından daha çok tecrübeli insan vardı. Çocuklar için her bir yetişkin, ilgili ve şefkatli bir barınak olabiliyordu. Bu güven ortamı içinde annelerin psikolojileri ve diğer sağlık durumları için çok fazla tehdit unsuru da yoktu.

Derken endüstrileşme adında bir şey çıktı. İnsanlar bulundukları yerlerden göç ederek fabrikalara yakın kentlere yerleşmeye başladılar. Babalar vakitlerinin büyük çoğunluğunu, evin dışında çalışarak geçirmeye ve eve yorgun dönmeye başladılar. Hatta kısa zamanda annelerde, bazen çocuklar bile ömürlerini makinelerin arasında geçirmek zorunda bırakıldılar. Annenin bebeğine ayırması gereken kıymetli vakitlere göz dikti sistem. Biberon çıktı, hazır mamalar çıktı. 5-10 çocuğa 1 yetişkinin baktığı bakım evleri icat edildi. Böylece anneler, yuvasından ve evladından sökülerek sistemin çarklarına sıkıştırıldı.

Annelik her zaman yüceltilirken, çocuklarla ilgili neredeyse her şey anneden beklenir oldu. Çoğu olumsuz durumda yine anne suçlu görülüyordu. 24 saatlik dur durak bilmeyen bir tempo karşısında herkesi memnun etmek ve çocuğuna da stresini belli etmeden sevecen davranmak için mücadele eden anneler, yardım almak konusunda ise yalnız bırakıldılar.

Anne üzerinden insanlığın tükenişine karşı, direnişi çökertmek; şeytani sistemin en sinsi planlarından biriydi elbet. “Özgür kadın” imajını medya gücünü kullanarak en başta kadınlara empoze ettiler. Kendisi olmak yerine, erkeğin yapabildiği her işi kadının da yapabileceğini savunarak, umutsuzca mücadele eden mutsuz bir kadın topluluğu oluştu. Hatta bazı feminist kadınlar aşırı bir tepkiselliği benimseyerek erkeklerinde sahip oldukları dışındaki bütün rolleri reddederek, bebeklerini emzirmeyi bile terk ettiler. Bu psikolojik baskıların amacı kadını yaratılıştan kendisine bahşedilen öz potansiyelini terk etmeye zorlamaktı.

Özetle geçtiğimiz bütün bu zulümler, aslında sadece anneye değil bütün insanlığa yapılıyordu.

Bir insanın yetişmesi için, gıdadan ve bakımdan çok daha öte olan gerçek ihtiyacı alınıyordu elinden. Sevgi.

Anne sevgisiydi insanı insan yapan. Ve bu sevginin ta kendisine verdiğimiz isimdir annelik. Yoksa bir bebeğin karnını doyurup altını değiştirmek değildir.

Bir insan evladının bedensel gelişimi yanında, sağlıklı ruhsal gelişimi için, bir veya birkaç yetişkine güvenli bağlanmış (Mary Ainsworth, “yabancı durum” testi) olmaları gerekir. Bunun için özellikle ilk senesinde bütün ihtiyaçlarının geciktirilmeden karşılanması, sevgi ve merhametle gösterilen özel ilgi. Ve tabii ki biberondan ziyade annesi tarafından bizzat anne sütüyle emzirilmesi, sık sık kucağa alınması, göz teması, masaj yapılması gibi yakın temas unsurları güvenli bağlanmanın en temel faktörleridir.

Diğer, güvensiz olarak nitelenen, kaygılı ve kaçınmalı bağlanma türleri, günümüz modern insanının ve daha fazla oranda annesi çalışmak zorunda bırakılmış veya çalışmak zorunda olduğunu inandırılmış nesillerin artan bağlanma biçimidir.

Bunun sonucunda öfkeli, istekleri bitmeyen, kaygıları dinmeyen, güvensiz çocuklar karşısında ebeveynler çaresizlik sancılar çekmeye devam etmektedirler.

Çare annelik müessesinin seneden seneye maddi çıkar için hatırlayan modern kültürün terk edilmesidir. Çare İslamiyet'i sözde değil özde yaşamaktır.

*Bütün babalar vakitlerinin önemli bir kısmını eşlerine yardım edebilecek sosyal ekonomik kaliteyi yakalamalıdır. Buda zekât müessesesinin tam ve doğru işlemesi ve gerçek İslam cemaati olmakla olur.

*Yaşlılar kilometrelerce uzakta torun sevgisiyle yanarken, anneler bakım evi ve bakıcı aramaya mahkûm edilmemelidir. Sıla-i rahim güçlendirilmeli, bunun için dede, nine ve akrabalarla aynı muhitlerde yaşanılan Osmanlı mahalle kültürüne geçilmelidir.

*Sanayileşme, büyüme gibi toplumu eriten global hedefler yerine, kendi kendine üreten-yeten aile-sülale-köy temelli tarım ve zanaata dayalı toplum için mücadele edilmelidir.

Unutmayalım!

Ümmet, anneden doğar. Ümmeti, ümmet yapan annelerdir.

Allah hiçbir insan evladını annesiz bırakmasın. Amin.