15 Ağustos 2015

Arap Baharı’ndan tarihin sonuna mı?

‘Arap Baharı' kavramı son yılların en revaçta süreçlerinden birinin adı oldu. Şüphesiz bu “baharı” başlangıcı ve devamı sürecinde sorular ve şüpheler çevrelemekte.

Kimilerine göre bu bahar bir emperyal aklın kendisini perdelemek amacıyla halkları öne çıkarıp demokrasi ve özgürlük gibi çağımızın kült kavramlarıyla destekleyerek grupsal arzuları olumlayan bir süper egonun ya da emperyal projenin estetize edilmiş süslü adıdır.

Diğer bir bakış ise son yüzyılını sömürge ve dikta altında ezilerek geçiren toplumların artık ulaştıkları belirli bir toplumsal bilinç ve farkındalık ile yıllardır birey ve toplum bazında önlerini kapatan idarecilere tarihin yol açtığı bir dönemde sosyal ve milli bir bilinçle dur demeleridir.

İslam Dünyası zor günlerden geçiyor.

Düşünce ve hareket planında yerel ve küre dengelerinden düşünce ve eylem boyutunda çekilmiş bir topluluk için tarihin sonu gelmiş demektir. Fukuyama'nın İslam dünyasını

demokrasinin temel esaslarından olan dini müsamahayı reddeden tek yapı olarak diğer

kültürlerden ayıran bir yapı olarak ötekileştirmesi, batıda devletin dinle arasındaki mesafeyi hoşgörü ve çoğulculuğu uygulayarak sağladığı ve bunun İslam'a uymadığı şeklinde hülasa edilebilecek tezleri ne yazık ki Suriye pratiğinde özellikle IŞİD faaliyetleri ile tasdik edilmiş gibi duruyor. İslamafobya söylemine önemli bir kaynak oluşturan bu durum İslam dünyasında demokrasinin imkânsızlığı üzerine yapılan yaklaşımları da kendi retoriği içinde doğrulmaktadır.

Bu durum özne konumunu tarihte görünmemek durumuna dönüştürerek adeta tarihin sonunu getiriyor.

Mısır kadim zamanlardan bugüne medeniyetin merkezlerinden. Osmanlı sonrası dönemde yaşanan krizlerin eşlik ettiği modern zaman macerası yeni bir sürece evrilmiş bulunuyor.

Süveyş Kanalı'nın 1869'taki açılışı ve 1858'te kurulan Uluslararası Süveyş Kanalı şirketinin idaresinin 99 yıllığına İngiliz-Fransız yönetimindeki şirkete bırakılışı; Mısır'ın Osmanlı sonrası döneminin, sömürgenin saklanmış yüzüyle süren kaderini anlatır gibidir.

El-Mahrusa Hidiv İsmail yönetimindeki Mısır'ın ifade ettiği ekonomik mananın sembol taşıyıcısı gibidir. Mısır artık örtük bir sömürgeleşme sürecindedir. Kanal, Mısır'ın küresel bir siyaset ve ekonominin parçası oluşunun sembolüdür aynı zamanda.

Dünya denizciliğine faydaya adanmış olan bu kanaldan geçip giden çıkarların kimleri zengin ettiğini, el-Mahrusa'nın üzerinde yapılan ışıklı törenlerin Mısır'ı hangi limanlara götürdüğünü tarih bugün bize anlatıyor.

Sisi darbesi yaşananların muhtevası ile dünkü gelişmelerin yapısı çok farklı değil. Osmanlı sonrası Mısır'ın tarihi iddialarından soyutlanıp nihayetinde Camp David yürütücüsü konumuyla tarihten çekilmesi Mısır için tarihin sonu oldu. Mursi döneminin ardında yaşananlar şaşaalı kanal açılışları küresel EGOmanyanın hegomon aklının son zaferlerinden biri olarak Mısır'ı tarihin dışına itiyor.

Suriye'de yaşananlar ise bu manada bölgemizin tarihi akışının diğer bir karanlık sayfası

olarak iç ve dış siyasetimizi ilgilendirmeye devam ediyor. Burada ortaya çıkan göçmenler, PYD ve nihayet DAİŞ/IŞİD gibi sorunlar sınırlarımızda içeri duhul etmeyi sürdürüyor.

Zaman artık Suriye'de selefi-Şii bölgesel rekabetinin küresel üst başlıklarının ABD-Rusya tandeminde akıyor.

Türkiye bu süreçte Suriye ve halkı için en hayırlıyı temin etmekte ısrarcı. Lakin iç ve dış dinamikler bunun tersine süreçleri zorlamaya devam etmekte. Tarih, Suriye içinde de sonlanmış ve insan görünmez olmuş durumda.

İnsandan kastımız kendilik bilinci ile kendisi için kendisi olan şahsiyetli bireydir. Tarihi yapan da tarihten çekilen de bir yerde bu konumun görünmesi ya da maduniyetidir. Tarihin bize öğrettiklerinden biri de budur.