06 Kasım 2019

Arayıp Bulamayanlar ve Bulup Yetinmeyenler

 

Her yeni eskir, her güzel çirkinleşir, her varoluş, bir yok oluşun nüvesidir. Malayani işlerle meşgulken, kısacık ömür sermayesi ansızın tükenir, söz uçar, yazı biter, mizan kurulur. İnsan, uyanır ömür uykusundan, kurtulur maddenin çelik zırhlı muhasarasından.

Postmodernizm sonrası toplumlara bakınca toplumun arayıp bulamayan ve bulup yetinmeyen insanlardan oluştuğunu görebiliriz. Bugün etrafıma baktığımda, bulup yetinmeyenlerin fazlaca olduğuna üzülerek şahitlik ediyorum. Zira insan huzuru aramakta değil bulmakta yakalayabilir ancak. Bu duruma bir örnek üzerinden bakacak olursak, kâinatta sayısını bilemeyeceğimiz kadar farklı renkte, kokuda ve güzellikte çiçek olsa gerek. Kendi bahçemizdeki çiçekleri görmek ve onların güzelliklerini keşfetmek yerine başka bahçeleri ve onların çiçeklerini hayal etmekle, onları aramakla geçiyor ömrümüz.

İnsanın zaaflarını bilen kapitalist sermaye sahipleri, bu en zayıf ve en doyumsuz yanımızdan yaklaşıyorlar bize. Modern insan, aldıkça mutlusun, harcadıkça huzurlusun, değiştirdikçe yenisin mesajını zerk ediyorlar zihnimize. Üstelik henüz masumiyet çağında, çocukluğumuzda başlıyor bu zihin ve duygu istilası. Bugün çocuklar dahi aldıkça, harcadıkça, tükettikçe mutlu olacaklarını düşünüyorlar.

Yılını doldurmadan değişen otomobiller, kullan at kıyafetler, günübirlik ilişkiler ve tüketerek mutlu olacağına inandırılmış bir insanlık. Kariyeri, işi, geliri, evi, kullandığı otomobili üzerinden saygınlık elde etmeye çalışan, en iyiye, en pahalı olana, en gösterişli olana sahip olma hırsıyla yaşayan, bu arayış ve kaygıların stresiyle boğulan, her elde edişiyle biraz daha kaybolan ve doyumsuzlaşan zavallı modern insan. Oysa dünya malına sahip olmak kadar onu korumakta insan için bir kaygı ve stres kaynağıdır.

Medya araçlarıyla dünyaya sunulan tüketim kültürü, maddi ve manevi olarak telafisi mümkün olmayan problemlere yol açıyor. Alışkanlıklarımız, kültürümüz ve kavramlarımız birer birer yıkılıyor. Oysa bizi güçlü kılan, ruhumuzu ve zihnimizi koruyan kavramlarımız vardır. Şükretmek, tamahkar olmamak, dünya malına karşı aşırı hırs göstermemek gibi mesela. 

Bugün bize biçilen rol, modern köleler olarak efendilerimizin refahını sürdürmek, onların zenginliklerini artırmaktır. Zira yaşamımıza bakınca kaygılarımızın daha lüks bir arabaya, daha geniş bir eve, markalı kıyafetlere ve tüketim ürünlerine dair olduğunu çok net görebiliriz. Bize öğretilen şey, aldıkça ve tükettikçe mutlu olabilirsin öğretisi değil mi. Efendilerimiz için daha fazla çalışmalı, daha fazla satın almalı ve daha fazla tüketmeliyiz!

Varoluşunu tüketim üzerine kurgulayan, mutluluğunu satın almak üzerine inşa eden bir insan, ebedi saadete fani ve geçici dünya lezzetleriyle ulaşabilir mi? Kâinatın en değerli varlığı olan insanı, bu kısır döngüye hapsetmek ona ve kâinata zulmetmek değil mi?

Postmodernizm çağ ile birlikte ruhu, düşünceleri ve kalbi nesneler tarafından kuşatılmış olan insan, bu muhasarayı ancak kanaatkâr olmakla, şükretmekle ve nefsinin doyumsuz istek ve arzularına bir sınır koymakla yenebilir. Aksi takdirde insanın yeni ve pahalı olanın ardındaki yolculuğu onun hem dünyasını hem de ahiretini helak edecek.

İnsan varoluşunun hikmetine ermedikçe, dünyadaki yolculuğunun sadece tüketmek üzerine olmadığını idrak etmedikçe, modern kölelikten kurtulamayacak ve asla özgürleşemeyecektir. İnsan sadece bir emanetçi olduğunu, yer yüzünün, gök yüzünün ve bunlar arasındaki her şeyin gerçek sahibinin Allah olduğunu bilerek ve kendisine geçimlik olarak verilene şükrederek özgürleşebilir. Aksi takdirde modern köleler olarak yaşamaya devam edeceğiz.

Vesselam…