Arşiv

-Ruzname; Kelime Günlüğü'nden-

Herkes için başka bir cevabı olabileceğini bal gibi biliyorken sık sık yöneltmekten kendimi alamadığım bir soru var. Yığınla kitabı teşhir eden açık raflı bir kütüphanede çalıştığım, sipariş edilmiş ve sahibini bekleyen kitap yığınlarının arasında kendine yalnızca bir not kâğıdına yazıp çizecek kadar alan ayırmış ve kitap gömüsünde kaybolmuş kitapçılara gittiğim, yerdeki Amerikan bezinin üstünde ve bu azımsanış içinde beklenmedik eserlere kavuşturan konargöçer eski kitap satıcılarıyla karşılaştığım her seferde soruyorum: Bir ömre kaç kitap sığar?

Okunacakları kara kara düşünürken önce Balzac geliyor aklıma, sonra Ahmed Midhat Efendi. İkisi de yazarken nefes almamışçasına eser verdi. Peki ne zaman okudular? Ne kadar okudular? Okuma meselesi söz konusu olduğunda Ali Emirî Efendi'yi düşünüyorum. Dede Korkut'u gün yüzüne çıkaran kitap arkeolojisi tutkusu, koleksiyon oluşturma ve yazılı birikim adına bugüne çok önemli mesajlar veriyor. Osmanlı'nın hafız-ı kütüpleri ise başka bir âlem. Onlar ilmin yükselişi ve yayılışına dair mekânlarda hem taban hem de çatı sayıldı. Zira görev aldıkları kütüphanelerdeki bütün eserleri ve içeriklerini hafızalarında taşımakla yükümlüydüler.

Ne her şeyden haberli olabilirsiniz ne de haberdar olduklarınızın tamamının zihninize tutunma ihtimali kesindir. Ne kendi hafızanızdan emin olabilirsiniz ne de içinde yaşadığınız toplumun hafızasından. Stuart Kelly, Kayıp Kitaplar Kitabı'nın girişinde arkeolojik bir gayretle peşine düştüğü ve izini sürdüğü kaybolmuş kitapların yalnızca küçük bir kısmını kitabına sığdırabildiğini itiraf ediyor. Bu durumda, onun izini süremedikleri, kaybolmadığı halde kaybolmuş muamelesi gören unutulmuşlar kim bilir ne kadar? Kim bilir...

Kimsenin bilmediği, daha doğrusu bilmenin zamanla unutmaya döndüğü malumat kültüre tutunamayınca hafızalarda yer bulamıyor kendine. Bizimse zamaneler olarak şu sıralar ferdî çabamız kısaca şöyle:

-Hatıraları kaydetmek için gösterilen yoğun çaba. Fotoğraflamak, not almak, ses kaydı yapmak, video kaydı yapmak.

-Bunları çeşitli cihazlara yüklemek. Cihazların göçme, bozulma, verileri bozma gibi kötü şakaları olduğundan yedek başka cihazlara yüklemek.

-Hafıza kapasiteleri sınırlandırılmış cihazlara sığmamaya başlayan verileri daha geniş hafızalı cihazlara taşımak. Sonra onların kötü şakalarına maruz kalmamak için bir defa daha yedeklemek.

-Bütün bu cihazlarla haşır neşir olan herkesin başına geldiği üzere, daha büyük ve daha kötü şakalara maruz kalmak. Ya bir hırsızın hedefi olmak ya da cihazların virüse yenilgisini tatmak veya veri kurtarma işlemlerine büyük paralar harcamak.

Cebinizde taşıyabileceğiniz bir hafıza cihazına, kütüphaneler dolusu kitap sığdırabilirsiniz. Ama bu teknoloji-hız-zaman keşmekeşi, onların kaçta kaçına yalnızca açıp bakmanız için bile yeterli zaman bırakır ki size…

Geçenlerde Yahya Kemal'i düşündüm yetişemediğim kitaplara bakarken. Peşinden gittiği Baudelaire, Rimbaud gibi şairler vardı. Ondan önce Osmanlı'yı ve diğer Türk devletlerini, Anadolu, Balkan, İslam ve buna nispet dünya tarihini hazmetmişti. Hem öncülerimize hem de milletimize dair yaptığı tahliller onu köprü insan yapacak kadar derindi. Bizse Yahya Kemal devrinden yaklaşık bir asır sonrasını yaşıyorduk. Onun değer ve kulak verdiği eserler belki bir masaya sığabiliyorken bizim durumumuz beğenme, seçme ve sığdırabilme noktasında da içler acısıydı. Yeni basılan ve değerli olduğuna dair tahmin yürüttüklerimizi, hazmetmek bir tarafa henüz okuyup mukayese edebilecek düzeye getirememiştik ki… Yahya Kemal büyük bir şair ve bilgeydi fakat bunca kitap kalabalığıyla sınanmayacak kadar da nasipli bir kuldu.

Bugün en az yüz yıllık bir geçmişten kalma toplum içinde ya da entelektüel ortamda değer bulamamış basılı, yazılı veriyi, özene bezene saklama ihtiyacı duyuyoruz. Müzeciliğimiz, kütüphaneciliğimiz ya da müze kütüphaneciliğimiz olgunlaşma safhasını tamamlamamış olmasına rağmen, geçmişin değerini anlamaya başladık ki yazma eser ya da Cumhuriyet öncesi matbu eserler parmakla gösteriliyor, hatta yarım asır öncesinden kalan ilk basım eserlerin koleksiyonlarını yapanların sayısı gün geçtikçe artıyor. Sahaflardaki değerli kitap sayısı azalmasına rağmen sahaflara ilgi çoğalıyor. İnsanlar kitle/toplum/kesim/sokak/şehir hafızasında biriken yahut biriktirilmesi ihmal edilmiş “geçmişe dair” aidiyetler içeren eşya ya da dokümana özenle yaklaşıyor.

Bir taraftan bitpazarına nur yağıyor, bir taraftan hazmetmekte zorlandığımız bilgi çeşitleniyor, bir taraftan kütüphane romantizmi evlere sığmıyor, bir taraftan ne yüklediğimizi bile unutacak kadar bilgi depolayabilen dijital hafızalar genişliyor.

“Hafızanın -ister bizim bireysel hafızamız olsun, ister kültür denen ortak hafıza olsun- çifte bir işlevi vardır. Bunlardan biri gerçekten de bazı verileri muhafaza etmektir; öbürü, işimize yaramayan ve beyinlerimizde boşu boşuna yer işgal edecek malumatın, unutuşun derin sularına gömülmesine izin vermektir.” diyen Umberto Eco, ardında çok kıymetli nüshalar ihtiva eden bir kütüphane bırakıp gitti. Ne kadarını okuyabildi bilmiyorum. Ama tek nüshalara yönelik özel bir takıntısı olduğunu kendi söylüyordu.

Biriktirmeden önce işe yarayan-yaramayan ayrımı için hangi yolu seçmek gerekir? Okunmaya değer olup elde tutmamayı yeğlediklerimiz mi, okunmaya vakit bulunmayan ancak varlığı elzem olanlar mı ferdî ve toplumsal hafızada yer etmeyi hak ediyor? Geçmişi biriktirirken bugünle ilişkimizi nasıl kurmalıyız? Gündelikler içinden değerliler nasıl ayırt edilebilir?

Herkesin biriktirdikleri birbirinden farklı. Kimimizin bir sürü misketi, kimimizin üzerinde futbolcu çıkartmaları olan kartları, kimimizin duvar yazıları, kimimizin hatıra defteri, kimimizin oyuncak bebekleri var… Kaçımızın hayatında ve hayalinde dört başı mamur bir kütüphane var ki toplumun da hatırında tutmak istedikleri velev ki kitaplar olsun…

***

Künye: Arşiv, Fransızca kökenli bir kelime olup belli bir konuya âit biriktirilmiş eski ve önemli evrak, defter, senet ve belgeler; ferman, berat, evrak, defter gibi târihî ve resmî belgelerin saklandığı yer, hazîne-i evrak, mahzen-i evrak anlamlarına gelmektedir. (Kubbealtı Lugatı)