Aşıkpaşa Garipnamesi yahut Alp'ın Dokuz Nesnesi/Töresi
Selçuklu sonrasında Osmanlı’nın kuruluş sürecinde eserini yazan Aşık Paşa (1272-1332) Garipname adlı eserinde alpliğe dair önemli bilgiler verir. İşbu tokuz nesnedür alp âleti / Bu tokuzsuz olmaz alplık hâleti (Aşık Paşa, Garipname, Haz. Kemal Yavuz, İst., 2000, s. 430-432) diyerek alpliğin dokuz nesnesini/gereğini ortaya koyar. Askeri tarihimiz açısından alp kelimesinin kazandığı itibar dolayısıyla kimdir bu alp, ne özellikler taşır ve neyle savaşır sorusuna Aşık Paşa üzerinden bilgi vererek Aşık Paşazade tasnifinde yer alan Gâziyân-ı Rum denilen Türkiye’deki dört ana sosyal yapıdan birinin içeriği hakkında fikir edinmiş olacağız. Nizam-ı alem uğrunda Selçuklu ve Osmanlı devri telakkisini anlamak bakımından onun verdiği malumat önemlidir. Hülasa Âşık Paşa bize alplık töresini anlatıyor dersek hata etmeyiz
Âşık
Paşa’nın hayat serencamı yazdıklarını Selçuklu ve Osmanlı arasında önemli bir
yere koyar: “Âşık Paşa, âlim ve zâhid bir şeyh olarak yaşamış ama devrinin
siyasi faaliyetlerini yakından takip etmiş ve hatta bazen bu faaliyetlere
katılmıştı. Soylu bir aileden geldiği için sosyal çevresi geniş ve etkisi
büyüktü. Şeyh olarak anılıyordu. Osman Gazi’nin istiklâlini ilan ettiği
törenlerde bulunduğu, Orhan Gazi’nin tahta geçtiği zaman Aşık Paşa’nın onun
yanında yer aldığı, savaşlara katıldığı, Ankara ve Kırşehir’in Osmanlı
Devleti’ne katılmasında büyük rol oynadığı, hatta bir aralık Kırşehir Bey’i
olarak görev yaptığı, devrinin büyükleri arasında zikredildiği iddia edilir.
Âşık Paşa’nın çocukluğu, III. Gıyaseddin Keyhüsrev, gençlik yılları da Sultan
II. Mesud ile III. Alaaddin Keykubad zamanlarında geçmiştir. Osman Bey
döneminde olgunluk yıllarını yaşamıştır. Ömrünün son yedi senesini ise Orhan
Bey zamanında geçirmiştir. Bu durumda o, üç Selçuklu ve iki Osmanlı hükümdarı
zamanlarında ömür sürmüştür. (Ethem Erkoç, Âşık Paşa ve oğlu Elvan Çelebi,
Çorum, 2020, s. 50-51.)“ Alplık ile alakalı aktardıkları da o zamanın bu
bahsedilen bütünlüğü içinde telakki olunabilir. Aşık Paşa, Osmanlı Devleti’nin
kuruluş devresinde yazdığı Garibnâme’sinde Alplik ve birlik konusundaki
düşünceleriyle siyasi mesajlar vermeyi ilke edinmiştir. Bu sebeple onun alplığa
dair verdiği bilgiler sosyo-politik bir çerçevede gaza ve yiğitlik merkezinde
oluşan bir zihniyetin arka planının anlatır mahiyettedir.
Âşık
Paşa’ya göre öncelikle alp sağlam yürekli
olmalıdır: Evveli şol kim ola muhkem yürek Pes yürekdür alplıguñ ilk âleti /
Anuñ-ıla olur alplık hâleti. Alp halinin oluşmasının ilk şartı kalbim
selameti olarak görülmüştür. Hülasa alplik iddiası için öncelikle muhkem yürek
taşımak gereklidir. Haline giremediğimiz şeyin kavlinde olmak kuru bir
mukallitlik ötesinde mana ifade eder mi?
Kalp
gücünden sonra alp için öngörülen ikinci özellik pazı gücüdür: Pes ikinçi, bâzuda kuvvet gerek. Türkler
yaşadıkları hayat şartlarında hep bozkırın sert şartlarında güçlü insanlar
oldular. Bu onları askerlik özelliğine de aksetti. Alpın güçlü bir beden
taşıması ve kuvvetli olması o devirde beklenen bir özellikti ki askerlik için
bu her devrin değişmez kurallarından biridir.
Âşık
Paşa hamiyetin aslı olarak gayreti
görür. Alp kalbi ve bazusu güçlü, kendi ve milli onurunu koruyacak gayrette
biri olmalıydı: Alp ere gayret-durur üçinçi hâl / Gayreti olmaz-ısa alplık
muhâl. Alpin bu üçüncü özelliği ruhi ve bedeni tamamiyeti olan kişinin
hareket zemini gibidir. Kutsal bildikleri, mukaddesatı üzerine gayretli olmak
alplığın esasıdır. Kalbi ve pazısı güçlü olanın halinde gayrette olmalıdır.
Âşık
Paşa bundan sonra alplığın savaştaki teçhizatı diyeceğimiz hususları sayar: Alplara
dördinçi âlet at-durur. At, Türk’ün kanadıdır diyordu Kaşgarlı Mahmud. Bu
durum Osmanlı’nın kuruluş evresinde de aynen devam etmektedir. At ve süvari
savaşı Türk askerlik kültürünün esaslarından olması hasebiyle Türkistan’da
Türkiye’ye modern zamanlara kadar savaşçının yahut alpın ayrılmaz parçası
olmuştur. Kahramanlar adını atından alır geleneğinin alplık bağlamında
zikredildiği de burada kaydedilmelidir.
Orta
Çağlarda askerlerin giydiği zırhlar çeşitli idi. Lakin her alpın bu manada
zırhı olması bunun alpın beşinci aleti olduğu anlatılır: Pes bişinçi âlet
alpa ton-durur / Alpa alplık adını ton bildürür Tonı oldı biligin daksun bile /
Okını vü yayını alsun ele. Savaşçı harp donanımı içerisinde elbisesi ve
zırhıyla bir bütündür. Zira savaş meydanı gündelik hayat dışında bir ortamdır. Bu
bakımdan ton denilerek bahsedilen alet alpın gereklerinden birisi olarak
görülmekteydi. Dede Korkut hikâyelerinde de gördüğümüz bu savaş teçhizatı Âşık
Paşa’nın kayıtlarında da bir süreklilik olarak görülmektedir.
Ok
ve yay Türk’ün eli ve koludur. Destanlardan modern zamanlara kadar uzun asırlar
ok ve yay Türk savaş kültürünün esasını teşkil etmiştir. Atlı okçular bu
bağlamda son derece merkezi bir yerde konumlanmışlardı. Alp için de ok ve yay
dönemin muktezasında olarak aletler arasında sayılmaktadır: Alp erenler
eline çün yay ala / Alplıgı anuñ cihânda yayıla
Alplara altınçı âlet yay olur / Anuñ-ıla çavı ile yayılur. Giyisi ve zırhını alan kişi ok ve yayını
ele almalıdır; Toni oldı biligin alsun bile Okını vü yayını alsun ele.
Alp denilince akla gelen hususlardan birisi de ok ve yay idi. Katı yay
çekmek uzak atmak ere Key hünerdür kime kim Tengri vire Alp kişiye yay yaraşur
yagıda Yay ile ol nice dirnek tagıda Alplara pes yay key alet durur Düşmene
karşu okı ol atdurur.
Alpın
diğer bir aleti ise kılıçtır: Pes kılıçdur âletüñ yidinçisi / Oldur alpuñ
altunı vü inçüsi. Bundan sonra ise mızrak alpın diğer bir silahı olarak
ortaya konulur: Süñü sekzinçi âletidür alp erüñ / Pes süñüsi olsa gerek
alplaruñ. Bunlar Âşık Paşa’ya çağdaş Memlûk furusiyye kültüründe de savaş
aletleri olarak gördüğümüz aletlerdir. Orta Çağ Türk-İslam dünyasının muhtevası
bakımında karşılaştırmalar da yapıldığında aktarılanların önemli bir yapıyı
ifade ettiği görülecektir.
Bahsedilen
bu sekiz aletten sonra alp için son olarak: Alplara tokzunçı âlet yâr-durur
/ Düşmanı yâr kuvvetiyle arıdur, denilerek iyi arkadaş, yoldaş alpın dokuzuncu
aleti olarak zikredilir. Yoldaşı eksik olan alplık töresinde tam
görülmemektedir. Dayanışma ve birlik ile düşmana karşı durarak yeniden nizam
kurma düşüncesi içinde olan bir devirde bu yaklaşımları anlamak önemlidir.
Kimde
varsa bu tokuz nesne tamâm / Alp adıyla okır anı hâs u ‘âm
diyerek alp adını alacak kişini kalp ve beden sağlamlığı taşıyan ve bahsedilen
savaş alet edevatında usta kişi olması olarak ortaya konuyor.
Destanlar
çağından Türkistan’a oradan Türkiye’ye akan derin tarih nehri alplığın töresini
de Osmanlı kuruluş devrinin şafağına taşımıştır. Tarihi bütünlüğümüz içinde kendimizi
görmedikçe, tarihimizi bölerek ve kategorik düşündükçe zaman bizim için terse
akmaya devam edecektir. Yüreği alp, bedeni alp, gayreti alp olan cümleye selam
olsun! Bu alpların ruhunda yanan ışıklarla birlikte alperen kavramı ortaya
çıkar. Âşık Paşa’nın zahir yahut dünya alplığı dediği ve yukarıdaki dokuz
özellikle anlattığının yanında bir de din alplığı dediği ve içe doğru
derinleşen adeta küçük cihattan büyük cihada yönelen alplığı anlattığı kısım da
göz önüne alınınca alperen kavramı tamamlanır. Velilik, riyazet yani şahsın
dünyevi isteklerinden, maddeden uzaklaşması, hırs ve tamahtan kurtulabilmesi,
tevekkülün, din bilgisinin, din yolunda himmet ve çaba, nihayet bu yolda dost
edinmek gibi hususlarla din alplığı dediği husus açıklanarak alperen kavramı gösterilir.
Türkistan’dan
Selçuklu’ya oradan Osmanlı’ya gelip geçen cümle alperenlere selam olsun…
Vesselam