17 May 2016

Ateşten doğan sesler ve renkler; Umranın estetiği

Medeniyet, zamanı ve mekânı kendi tasavvurlarıyla anlamlandıran bir umranı kurarak insanı, evreni ve varlığı bu boyuttan manalandıran bir çerçeveyi gösterir. Bu bakımdan medeniyet kendi anahtar kavramları üzerinde yükselir ve gelişir. Tarihi süreçte sürgün veren bir ağaç gibi kendini yenileyerek sürer gider ya da kökleri çürüyen bir ağaç gibi ya geçmişiyle alakası koparak ölür veya zamanın yakıcı şuaları yukarıdan köklere doğru ağacı yok etmeye başlar. Bu süreçte medeniyet kendi için muhtelif umranlar oluşturur. Selçuklu ve Osmanlı devirlerindeki umranlarımız gibi muhtelif devirlerde millet ağacı dönüşerek gelişir.

Din medeniyetlerin zuhurunda önemli bir kurucu ve sürdürücü unsurdur. Din zamana yayılan ve mekânda gelişen insan aklına var edici ilhamın en önemli kaynaklarından biridir. Bir medeniyetin varlık kavrayışı, evren tasavvuru ve insan değerlendirmesi dini esasın maddi ve manevi tezahürlerinin tarihi seyrinde gözlenebilir. Bir kitaptan mimari esere kadar değişik sahalarda bu yansımaları okumak eğer o göze sahipsek mümkündür. Umran bu süreçte insanoğlunun medeniyet var ederken bireyden, şehre bilcümle hayat alanlarında maddi ve manevi şekillenmeleri, siyasetten devlet kurmasına, şehirlerdeki hayata dair oluşturduğu nizama dek pek çok alanda izlenir. Kültür kavramıyla modern zamanlarda değerlendirilen bu durum umranın tezahürünün isimlendirilmesinden başka bir şey değildir.

Bu noktada medeniyetimiz içinde umranın teşekkülünde muhtelif tezahürü izlemek mümkündür. Din kavramı, şekillendirici temel unsurlardan olmak hasebiyle değişik boyutlarda hayatın içinde tabii bir mecrada akıp gitmiştir. Bu konuyu somutlaştırmak gerekirse iki örnekle mesele ortaya konulabilir. Bunlardan birisi musiki, diğeri ise el zanaatları konusundan olabilir. Biri ile sese kendi medeniyet muhtevasınca bir şekil veriş varken, diğerinden madde bu ilham ile bedii bir zevke döner.

Dini hayatımızda tasavvuf içinde şekillenen ekoller şeriat, tarikat, marifet ve muhabbet olmak üzere dört kapıdan bahsederler. Bunlar “aşk”ın bilgi mertebelerindeki tasnifinden ibaret kategorilerdir ve hepsi bir varoluş durumunu anlatır. Sır aşkla aşikar olur, sırlanmadan aşikar olunmaz, sırrın aşikarlığı aşkın ateşinde yanmakla olur.

“Ey Gönül! Cânına üflenen nefhayla yan da kavrul! Amma lâle gibi ol ki, hâlinden sadece "yâr" haberdâr olsun.” der Hz. Mevlana. Lale, Allah'tır. Hakkı temsil eder. Gül Peygamberdir. Dört kapıdan aşka gidilir. Medeniyet kendi hayat çerçevesini kurarken gönül umranında var eder, var olur. Ateşin içinden bir bakarsın yanan bir derviş çıkar, bir bakarız bir çini tabloda laleler çıkar. Her şey O'ndandır, O'ndan gelir O'na gider.  Bu duygunun asabiyesi, imanı bir umran kurar.

Aşkın meydanında Mevleviler ateşe dalar, yanar pişer, devran eder ve Hakk'tan aldıklarıyla halka döner. Mevlevi ayinleri klasik musikimizin en büyük beste formunu teşkil ederler. Gönül umranının en büyük estetik tezahürlerinden biridir. Ayinler bir peşrev sonrası dört selamdan oluşur. Burada aşkın dört makamı anlatılır. Medeniyet kendi muhtevasıyla seslerden bir merdivenle Hakka yürür. Âyin-i Şerifte, Birinci selam, ilmi bilmeyi, insanın kendi kulluğunu müdrik olmasıdır. Bu şeriat makamıdır. İnsanın toprağı çamurdan karılmaya başlanır. İkinci selam, bildiğini gidip görmeyi, Allah'ın azameti karşısında hayran olmayı sembolize eder. Tarikat makamıdır burası; çamurdan insan sürati karılmaya başlar. Üçüncü selam, bildiğinle bir olmayı, hayranlık duygusunun aşka dönüşmesini temsil eder. Ayinin en yüksek ritme erdiği selam budur. Marifet makamı buradadır, dördüncü selam, tevhitle pişip bütünlenerek malum olanları geri dönüp anlatmayı ve bildiklerinle amil bir kul misali olmayı ifade etmektedir. Burası muhabbetin, hakikatin makamıdır. Ayin-i şerif son peşrev ve Yürükle biter. Medeniyet devranında umranda umman olur insan, gönül umranı kurulur; isteyene ver onları bana seni gerek seni denilen yere varılır. Bugün medeniyet sözleri edenlerin gönlünde ve aklında muhtevanın ahlaki ve estetik sahaya böylesine taşıp hayata dair olduğu perspektifler ne vaziyettedir bilinmez lakin mazinin ışıkları arasında seslerden aşka estetikten sanata yürünen yolda her şey siyaset, devlet, insan ve devran bu bezme dâhil olur döner durur. Selçuklu, Osmanlı zamanları hep bu seslerle ilhamlandı.

Duyana…

Medeniyet tasavvuru sesten ateşlere dalar; Galip Dede'min sözleriyle ateşten denizde mumdan gemiler yürütür. Ateşten laleler çıkarır ve sonsuzluğun duvarlarını bu aşkla süsler. Çini böyle bir şeydir işte. Dile kolay, gönle aydınlık bir haldir. Önce çini için gerekli hamule yani onun toprağı ham olan toprağı alınır ve ham olan hamur olur artık insan olan şeriat kapısından girmiştir. İman ile başlar toprağın insanlaşması. Sonra aşka yürüyüş devam eder. Toprak kıvam alır hamur olur, şekil alacak kıvama gelir; vazo, tabak, çini pano ne olacak o hale girer burası tarikat kapısıdır; adem oğlu yola girmiştir artık, mizaç oluşmuş şahsiyet teşekküle başlamıştır. Yolda olmak; yol odur ki Hakka vara. Akabinde bir el onun üstüne laleleri çizer, motiflerle süsler ve burada ateşlerde kıvam bulur iki defa çinimiz. Dökülür sütündeki yabancı gayrı madde bu üçüncü aşamada marifettir. İnsan oğlu adem aşkla tanışır, sırlanır, ateşlerde yanar ve devrana girer. Sonunda marifet ve hakikat ufkunda sırlanan can hamdım piştim elhamdülillah der ve halka döner. Renkler sırlanmış, ham çamur yollanmış, mekân tekbirlenmiştir artık. Hamur pişer, resimlenir renklenir, sırlanır ve halka gider. Selçuklu, Osmanlı mekânları hep bu irfanla süslendi.

Bilene…

Mevlevi dervişinin elleri semada açılır; Haktan alır halka aşk verir; çini ustasının elleri Hakkın verdiğini alır, halka aşk çiçekleri saçar.  Muhafazakar sanat!!?? arayanlara siyaset kavramları değil gönül kavramlarıdır yol; gönül umranı deriz naçizane.

Anlayana…

Medeniyet kendi muhtevasınca mekânlarını kendi hikmetiyle var ettiği sanat ile süsler ve o mekânda kendi hikmetiyle teşekkül ettirdiği sesler ile hakka döner. Umranda insan var olur; şar ile kendisi de yapılmak budur işte. Metaforlar, sembolizmler medeniyet olmak kendindekiyle varlığı yoğurmak bu olsa gerek. Müstakbele dair konuşmalar geçmişe dair bu ilhamların ışığında olursa gönül umranı kurmak yolunda beşeriyetle birlikte daha sağlıklı yol almak mümkün olacaktır.

Görene…

Doğuda hümanizm arayanlar boşuna uğraşmasınlar; Doğuda gönül vardır; dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim diyenin derdi ve mesajı da budur. Yunusumuz, Mevlanamız hep gönül umranının sözcüleridir. Onlarda hümanizm arayanlara söz odur ki gönül arayınız vesselam.