04 Ocak 2024

Ayaküstü yaşamak

Ayaküstü sohbet, ayaküstü atıştırma, ayaküstü alışveriş, ayaküstü ibadet, hülasa, ayaküstü yaşamak. Yavaş olan hiçbir şeyin istenmediği, sevilmediği, yavaş olan şeylere tahammülün mümkün olmadığı, modern asra özgü yeni bir yaşam formu. İçinde olanların bile bazen yaşayıp yaşamadığını, varoluşunu sorguladığı; soluk soluğa, koşuşturmacalarla, hınca hınç yaşamak.

 

Adına yaşamak denirse, modern insanın yaşamı ve ahvali budur. Yıllar var ki ayakları toprakla temas etmemiş, bir çiçeğin açmasını, bir kuşun yavrularını yumurtadan çıkarmasını, bir meyvenin olgunlaşmasını, gün batımını, sonbaharın kızıllığını, ince ince yağan karı, yıldızları, gökyüzünü, güneşi ve ayı temaşa etmemiş şehrin insanı. İnsan istifi şehirlerde, duyulmayan, fark edilmeyen, değer atfedilmeyen; sadece sayılardan ibaret, ben, sen, o; biz, siz, onlar…

 

Bir insanın gözlerinin içine bakarak, gözlerini bir insanın yüz hatlarında sabit tutarak, ekranların esaretine kapılmadan, acele etmeden, bir yere yetişme telaşı duymadan, yetiştirmesi gereken işleri olmadan; annesini, babasını, eşini, kardeşini, sevdiğini, çocuklarını ve belki hepsinden daha önemlisi, kendini duyurmaya çalışan içindeki sesi, ıstırabını, vicdanını dinleme fırsatı dahi bulamayan zavallı şehrin insanı.

 

“Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin,

Kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin,

Bozuk paraların insanı, sivilcelerin,

Pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin…”

 

İsmet Özel, bu dizelerle anlatır şehrin insanını. Şehirlerde değişen, adeta esaret hayatı yaşayan modern insanı. Bu ayaküstü yaşamda, bu koşuşturmaca ve telaş içerisinde, bir insanı gerçekten sevmeye, dinlemeye, anlamaya, yaralarını sarmaya, tahammül etmeye yer yok. Bu keşmekeş içerisinde durup düşünmeye, kendini muhasebe etmeye, etrafında olup biteni fark etmeye fırsatı yok şehrin insanının.

 

Kullanılıp atılan eşyalar, plastik çiçekler, yapay tatlandırıcılar ve sanal arkadaşlar. Ruhumuza ve bedenimize faydalı olan ne varsa onun sahte bir örneği üretilmiş. Bir maraton yarışçısı gibi mütemadiyen yarışın içinde ve koşar vaziyetteyiz. Okul öncesi eğitim kurumlarına giden çocuklar da meşgul üniversite öğrencileri de çalışanlar da hatta emekliler de.

 

Hepimizin biraz yavaşlamaya, biraz düşünmeye, anlamaya ihtiyacı var. Zira anlamak; çaba, özen ve sabır istiyor. Ayaküstü yaşamak, yorgunluğu, hiçbir şeyi tam yapamamanın pişmanlığını, düşük yaşam doyumunu, stresi ve depresyonu beraberinde getiriyor. Bu döngünün içinde mutlu olmak pek olası görünmüyor. Tren rayları üzerinde, aynı yönde ve aynı biçimde hareket eden bir oyuncak gibiyiz. Bu tekdüzelik ve koşuşturmaca içerisinde insanın; insanı, yaşamı, yaşamın içindeki hikmet ve manaları idrak etmesi pek olası görünmüyor.

 

Ayaküstü, tekdüze ve hızlandırılmış bu yeni yaşam formunda ruhumuz can çekişiyor. Bize medyanın tüm araçlarıyla ve gür bir sesle düşünmeden yaşamamız telkin ediliyor. “Düşünme, yaşa.” “Hissetme, tat.” “Üretme, tüket.” “Sorgulama, itaat et.” Oysa yaşamın bir sahibi ve yüce amaçları var. Yaşamın sahibi, yani Rabbimiz bize; “düşünmemizi (Nahl / 17), gayret etmemizi (Necm / 39), merhamet etmemizi (Beled / 17) ve şükretmemizi (Bakara / 152)” emrediyor.

 

Yavaşlamak ve fark etmek için hala bir fırsatımızın olduğunu düşünüyorum. En azından bu cümleleri okuyanların. Sözlerime İsmet Özel’in Naat şiirinden dizelerle son veriyorum…

 

“Dinleyin ey vakti duymak doruğuna varanlar

Sıyırın kahkaha sırçasını cildinizden

Omzunuzdan vaveyla heybesini atın

Boşa çıksın reislerin, kahinlerin, şairlerin kuvveti

Güler yüzlü olmak neydi onu hatırlayın

Neydi söğüt gölgesinde gülümsemek

Ağız dolusu gülmeden taşlıkta...”

 

Vesselam…