22 May 2015

AYASOFYA 6 ASIRLIK PRANGAYI KIRIYOR MU?

30 Mayıs 2015 günü Yenikapı'daki Fetih kutlamalarına dair beklenti büyük. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın katılacağı kutlama programında gözler Ayasofya tartışmalarına çevrildi. Hal böyle olunca, geçmişte kaleme aldığım bir yazının bir bölümünü aktarmak için tam fırsat dedim. İşte 2010 Ocak ayında kaleme aldığım yazının bir bölümü:


Başbakan makam aracından inerek hızlı adımlarla Karargahın merdivenlerini tırmandı ikişer üçer.

Paşa esas duruşta karşıladı onu.

"- Hoş geldiniz.

- Teşekkür ederim.

- Sayın Başbakan, üzerimizde kara bulutlar dolaşıyor. Ülke alev alev. Dış mihraklar yine iş başında.

- Maalesef.

- Bir çıkış yolu biliyorum.

- Nasıl yani?

- Bakın, lafı uzatmadan söyleyeceğim.

- Lütfen buyurun.

- Bakanlar Kurulu'nu hemen toplayın ve Ayasofya'yı ibadete açın.

- Ne diyorsunuz?

- Yanlış duymadınız hemen yapın bunu.

- Hiçbir şey demeyin, Allah deyin ve Ayasofya'yı ibadete açın. Yarın Cuma namazını orada kılsın insanlar. Hatta ben de kılacağım, lütfen siz de gelin."

Uzayıp giden bu konuşmaların ardından, Paşa Başbakan'ı ikna etmek için kendisine gönderilen CD'yi izletir.

Bir masanın etrafına toplanmış takım elbiseli kravatlı şahıslar, liderleri olduğu belli kişinin emirlerini dinlemektedir. Üstelik lider hariç masa tarafında bulunan herkesi tanımaktadır Başbakan. Daha bir gün evvel onlardan çoğuyla bir aradadır.

Yapılan konuşmalarda hükümete yönelik ve ülkeyi kaosa sürükleyecek bir planın tartışmasıyla iş bölümü yapılmaktadır. Görev verilen her kişi de "emredersiniz" vurgusuyla görevini teslim almaktadır.

İzlediği CD'den sonra paşanın ne demek istediğini anlayan Başbakan Bakanlar Kurulu'nu toplamasına yönelik telkinlere ikna olur.

Uzun uğraşılar sonrasında Bakanlar Kurulu'na, Ayasofya'nın ibadete açılmasına dair kararnameyi imzalatır Başbakan.

Geriye bunu Türk ve dünya kamuoyuna duyurulacak basın toplantısı kalmıştır.

Acil ve önemli kodla Başbakan'ın basın toplantısı ilan edilir.

Medya da şaşkındır.

Toplantının yapılacağı salona giriş yapan Başbakan'ın mimiklerinde manevi bir huzur, gözbebeklerine kadar hakim olan gülümseme vardır.

"Bir süre önce toplanan Bakanlar Kurulumuz, Ayasofya'nın ibadete açılması kararını almıştır. Ayasofya şu andan itibaren camidir ve ibadete açılmıştır"

Tüm habercilerin gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Bu hiç beklenmedik bir şeydi. Hükümet istifasını açıklasa bile böyle bir şaşkınlığa neden olmazdı. Televizyonları başında Başbakan'ı dinleyen halk bile donup kalmıştı.

Televizyonlarda gelişmeyi değerlendiren yorumcular askerlerin tepkisinden söz edip durdular uzun süre. Hükümetin ateşle oynadığını savunup, askeri darbeyi ima ettiler.


Genelkurmay Başkanı onlarca kameranın önüne çıkıp;

"Ayasofya'nın ibadete açılması doğru bir karardır. Genelkurmay olarak hükümetin arkasındayız."

Haberciler ve tüm ülke şok içindeydi. Şok olanların yanında çılgına dönenler de vardı. Onlara göre Genelkurmay Başkanı başka bir şey söylemeliydi.

Sokak ise tam tersiydi. Dindarlar, komünistler, ateistler, namaz kılanlar kılmayanlar, inananlar, inanmayanlar, ulusalcılar, milliyetçiler, ülkücüler, Kürtler, Çerkezler, Lazlar, ve  romanlar... Herkes bu kararı destekliyordu. Bitkin, bezgin, heyecansız bir halk yığını irkilip kendine gelmişti adeta. Camlara Türk bayrakları asıldı. Herkes sevinçli bir telaş halindeydi. Ama halktan kopuk olan medya ve gazeteler farklı bir havadaydı ertesi gün.

Manşetler bildikti yine: "Ayasofya intiharı!", "Hükümet çıldırmış olmalı.", "Genelkurmay tehdit mi edildi?"

Tıpkı küçük bir mutabakat ve uzlaşma resmi görüldüğünde dışa vuran öfkenin yansımaları gibi. Tam da bu sırada Amerika Başkanı dünyanın beklediği açıklamayı nihayet yaptı:

"Eğer Türkiye Ayasofya'yı ibadete açma kararını hayata geçirirse, bunu savaş sebebi sayarız." Tüm Hıristiyan batı ABD'nin bu açıklamasıyla paralel bir tavır aldı. Olaylar ilerledikçe İslam Dünyası da Türkiye'den yana tavır almaya başladı. Batının ekonomik ambargolarının yaraları, İslam dünyasından gelen yardımlarla sarılmaya çalışılıyordu. ABD ve batı korkusuyla Türkiye'ye destek uzak duran İslam ülkeleri liderlerini, kendi halkı iç isyanla tehdit ediyordu açıkça.

Türkiye'nin sömürü düzenine onurlu başkaldırısı ezilmiş İslam dünyasını da kendine getirmişti.


Beklenen gün geldi çattı. Cumhurbaşkanı, başbakan ve Genelkurmay Başkanı yaklaşık 6 asır sonra Ayasofya'dan göğe yükselen ezan sesiyle beraber aynı safta Cuma namazı kılıyordu. Her renkten, her etnik kökenden, her ideolojiden bir araya gelen milyonların yüreği tek atıyordu. Okunan ezan sadece Cuma namazına değil; iki milyar Müslümanı da uyanmaya davet ediyordu.

Ayasofya etrafında çıkacak olası provokasyonu önlemek içinse asker ve polis omuz omuza vermiş düzeni sağlamaya çalışıyordu. Özlenen tablo hem Ayasofya içinde hem de dışında bizzat yaşanıyordu şimdi."


Hayalleri olmayanın geleceği olmaz. Bir milletin hayallerini elinden aldığınızda, geleceğini de almış olursunuz.

Gazeteci Turgay Güler'in Mehdix kitabından alıntıladığım ister hayaller deyin ister 'olasılık'lar, ne kadar etkileyici değil mi? Sizleri bilmem ama benim yukarıda anlatılanan olasılıkla bile tüylerim diken diken oldu. Böyle bir birliktelik, böyle bir kardeşlik, böyle bir dayanışma ruhuna karşı zafer kazanacak, ne bir askeri teknoloji ne de savaş stratejisi var.