Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (116)

WhatsApp Image 2023-03-04 at 11.47.00.jpeg

(Bozkurt 2019: 20)

Velîd Ebüzziyâ’nın neşrettiği Tasvîr-i Efk̃âr gazetesinin 22 Teşrînisânî 1344 (22 Kasım 1918) târihli nüshasında, Yüzbaşı Cevâd Rifat Bey’in “Sûriye Hezîmet-i Fecîası” başlıklı tedk̆îk̆inin ertesi günden îtibâren tefrika edileceğine dâir manşet haber: “Filistin Hezîmeti Nasıl Oldu?”

***  

 

Yüzbaşı Cevâd Rifat Bey’in Filistin Hezîmetine dâir şahâdeti fevkal̃âde kıymetlidir; onu neşreden araştırmacının bunu takdîr etmesi l̃âzım gelirdi

“Güney Cephesi Savaşları” başlıklı İkinci Bölümde, Müellif, (paylaşmadığımız bir perspektifle) Filistin Harbini bahis mevzûu etmiştir. Bu kısım, ana hatlarıyle, resmî târihin bir tekrârıdır ve akla şu suâl̃i getiriyor: Mâdemki 4. Ordu Kumandanının Yâveri Yüzbaşı Cevâd Rifat Bey’in Filistin Harbine, hassaten Filistin Hezîmetine dâir şâhidliğinin bir kıymeti yoktu, öyleyse onca zahmete girip bunları bir kitabda neşretmenin ne lüzûmu vardı? Hâl̃buki böyle bir çalışma yapan araştırmacıdan beklenen, en azından resmî târihin iddiâlarıyle Cevâd Rifat’ın iddiâlarını mukâyese etmek, hepsini bir tenk̆îd süzgecinden geçirmek ve netîce olarak, hak̆îkat̃in ne olabileceğine dâir bir kanâat̃e varmaktır…

Aslında, Bozkurt, bir kanâat̃e varmıştır; ama bu kanâat̃inde, Cevâd Rifat’ın şahâdetinin hiçbir têsîri görülmüyor. Onun zannınca, Cevâd Rifat’ın şahâdetine îtibâr edenler, sırf Antikemalist oldukları için Mustafa Kemâl̃’e iftirâ edenlerdir:

“Cevat Rifat Bey (Atilhan), 1950’de Necip Fazıl Kısakürek’in sahibi olduğu Büyük Doğu dergisinde ‘Dedektif X” imzasıyla bir yazı kaleme alır. Yazıda, Mustafa Kemal Paşa’nın Filistin Cephesi’ndeki faaliyetleri tartışılır, hatta kendisi Osmanlı Devleti’ni yıkan adam derecesinde ‘ihanet’le suçlanır. Böylelikle, Mütareke döneminin gizemli polemiği yaklaşık 32 yıl sonra Türk kamuoyunda yeniden alevlenir. Fakat, bu sefer tek taraflı olarak… Atilhan’ın, Mustafa Kemal Paşa hakkında ileri sürdüğü iddialar, sonradan Atatürk aleyhtarı çevreler tarafından bir karalama kampanyasına dönüştürülür.” (Bozkurt 2019: 11)

Bozkurt, kitabının 40. sayfasında, Antikemalistlerin Cevâd Rifat’ın iddiâlarını dahi tahrîf ederek bir iftirâ kampanyasına giriştiklerini iddiâ ediyor (hâl̃buki yukarıdaki pasajda, Mustafa Kemâl̃’i ihânetle ithâm edenin, Cevâd Rifat olduğunu ifâde etmişti):

“[1918 K̃ânûnuevvel’inde, Mustafa Kemal̃ ile Cevâd Rifat arasındaki] polemikten ilham alan kimi çevreler, iddiaları çarpıtarak Atatürk aleyhinde bir karalama kampanyasına dönüştürmüştür.”

Bozkurt, bu paragrafın ilk cümlesinde, Necip Fazıl’ın –Büyük Doğu’nun 8 Eyl̃ûl̃ 1950 târihli 25. sayısında- “Dedektif X Bir” (“Dedektif X” değil) imzâsıyle kaleme aldığı “Hakikat; Hakikat İçin Hakikat!” başlıklı makâlesini Cevat Rifat’a atfetmekle şâyân-ı hayret bir hatâ yapmıştır. Hattâ bu iddiâsının bir mesnedi, makâledeki üsl̃ûbun Cevat Rifat’a âid olduğudur:

“[“Hakikat; Hakikat İçin Hakikat!” başlıklı] yazıda verilen askerî detaylar, sergilenen üslup ve tonlama, bu yazının Cevat Rifat Beye ait olduğunu göstermektedir. Büyük Doğu dergisinin aynı sayısında yayına başlanan ve Cevat Rifat Atilhan’ın Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Dönemi hatıralarını anlatan ‘Görünmeyen İnkılâp’ başlıklı tefrika, bu tespiti teyit etmektedir. Nitekim, Cevat Rifat Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya yaptığı suçlamaları burada da yineleyecektir.” (Bozkurt 2019: 39-40)

Müellifin, Necip Fazıl’ın üsl̃ûbuna pek yabancı olduğu anlaşılıyor; yoksa, Necip Fazıl’ın üsl̃ûbuna âşinâ bir araştırmacı, hattâ alel̃âde bir okur, “Hakikat; Hakikat İçin Hakikat!” başlıklı makâlenin Necip Fazıl’ın kaleminden çıktığını hemen anlardı. (Şu başlık dahi ona mahsûstur!) Üstelik, yukarıda, “Görünmeyen İnkılâp”taki bâzı üsl̃ûb husûsiyetlerine dikkat̃ ederek, misâl̃lerle, bu makâle dizisinin, muhtemelen Necip Fazıl’ın rötuşundan geçtiğini ileri sürmüştük… Dahası, “Dedektif X Bir”in Necip Fazıl’ın sayısız nâmımüsteârından biri olduğu âşik̃âr ve cümlenin mâl̃ûmudur. Nitekim, o, bu imzâyle, sâdece mezk̃ûr makâleyi yazmış da değildir; o devredeki Büyük Doğu nüshalarının hepsinde, bu imzâyle, 3. sayfada başlıyan ve muhtelif mevzûlar işliyen makâleler mündericdir… (Yukarıda, onun, aynı nâmımüsteâr ile –Yalman aleyhinde, Büyük Doğu’nun 8 Haziran 1951 târihli 59. sayısında- kaleme aldığı “Vatan’cı” başlıklı makâlesinin de mühim bir kısmını nakletmiştik…)

Resmî Târih mi, yoksa Yüzbaşı Cevâd Rifat mı doğru söylüyor?

Dîğer taraftan, Celil Bozkurt’un, Filistin Hezîmetinin başlangıcı için, (umûmiyetle) resmî târih bilgilerine dayanarak kaydettiği îzâhat şudur:

“İngilizler, 19 Eylül sabahında 8. Ordu’nun bulunduğu sahil şeridinden kara ve deniz topçu ateşi altında kapsamlı bir hareket başlattı. 20 Eylül’de 8. Ordu’nun sağ kolu tamamıyla ezildi ve geri kalanı dağınık vazıyette çekilmeye zorlandı. İngiliz atlı birlikleri, Nasıra’da Yıldırım Komutanı Liman Von Sanders’ın karargahını basmayı başardı. Cepheden ve sağ kanattan baskıya uğrayan 7. Ordu’nun geri dönüş hattı, İngilizlerce kesildi. 4. Ordu, güvenli bir şekilde Kuzey’e doğru çekildi. Fakat, Amman’da İngiliz baskınına uğrayan ordunun neredeyse yarısı yok edildi. İngilizler, 20 Eylül’de Nasıra, 25 Eylül’de de Akka ve Yafa’yı ele geçirdi. 27 Eylül’de ise İngiliz birlikleri, Suriye’ye girmiş bulunmaktaydı. [Kaynak:] (Ali Satan, 100 Soruda 1. Dünya Savaşı, İstanbul: Rumuz Yl., 2014, s. 169)” (Bozkurt 2019: 71-72)

Hâl̃buki İngiliz-Siyonist Ordusu, 8. Orduya “sâhil şeridinden” hücûm etse, onu kuşatıp (Kumandanının ve karârg̃âhının dahi düşmanın eline geçmekden ancak apar topar kaçarak kurtulabilmeleri derecesinde) kısm-ı âzamıyle imhâ edemezdi. Zîrâ, bu cenâhtan taarruza uğrıyan 8. Ordu, 7. Ordu da yerinde sâbit-kadem kalmak şartıyle, en fazla, o tarafa yönelir, ona sığınırdı ve –hiç olmazsa- berâber bir müdâfaa muhârebesi yaparak şimâlî şark istikâmetinde ric’at̃ eder ve birkaç gün içinde de 4. Orduyle birleşir, şimâl̃de, daha emniyetli bir hatta toparlanıp düşmana topluca karşı koyarlardı… Dîğer taraftan, resmî târih dahi, 7. Ordunun ric’at̃ hattının kesilmediğini (“kesildiyse”, ne oldu, imhâ mı edildi?), Mersinli Cemâl Paşa’nın bu ordunun dümdârı olarak vazîfelendirdiği 3. Süvâri Fırkasının da çok müessir yardımıyle, nisbeten fazla zâyiât vermeden ve oldukça muntazam bir şekilde şimâlî şarka doğru ric’at̃ ettiğini, Şerîa nehrini geçip şimâl̃e doğru yoluna devâm ettiğini kaydediyor…