Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (144)
“8- Umumî mânadaki bu ruh seciyesinden sonra Birinci Cumhur Reisi, pek, ama pek hususî mânada tam bir İslâmiyet düşmanıdır:
‘Mekkeliler Arapları kendi mâbetlerine çekebilmek için Arap
yarımadasının muhtelif yerlerinde mâbut tanılan 360 putu Kâbede
yerleştirmişlerdi. Kâbenin kutsiyetini Yahudi ananelerine de raptetmişlerdi. Bu
uydurmalara göre İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmail’i buraya getirmişti. […]
Bunların hepsi, bittabi, sonradan uydurulmuş masallardır.’ Cilt 2, sahife 85,
satır 19 ilâ 27.
“9- Birinci Cumhur Reisinin
bütün hayat, fikir ve hamlelerine hâkim olan en büyük nefret kutbu, bizzat
Allahın Sevgilisidir. Bu Tarih
kitabında, en küçük bir hürmet edası gösterilmeksizin sadece hâs ve mukaddes
ismiyle, polis zabıtlarındaki sanıklara ait üslûpla anılan Gaye-İnsan ve
Ufuk-Peygamber (Salât ve Selâm O’na olsun) hattâ kasden methediliyormuş gibi
durulduğu noktalarda bile sistemle [sistemli olarak?] düşürülmek istenmiştir.
Mukaddes ismi nokta nokta göstererek metinleri takdim ediyoruz:
‘…40 yaşına geldiği zaman, vatandaşlarını, kendisinin bulduğu
ve doğru olduğuna inandığı yeni bir dine davet etmeğe başladı.’ Cilt 2, sahife
89, satır 15 ilâ 18.
“10- Birinci Cumhur Reisince
her şey Allah Resulü tarafından (hâşâ) uydurulmuştur. Bu uydurmaların
(namütenahi defa hâşâ) mecmuası da Kur’andır; yoksa o, sanıldığı gibi, Allahın
kelâmı değildir:
‘…’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir.’
Cilt 2, sahife 90, satır 25 ilâ 26.
“Bakınız; uydurma diye iddia
ettiği mukaddes oluşların izahını nasıl yapıyor ve Peygambere nasıl bir hile
isnat ediyor:
‘O, Arapların ahlâk ve âdetlerinin pek fena ve pek iptidaî ve
ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunların ıslahı için tenha yerlere çekilerek
senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham
fikri doğmuştur.’ Cilt 2, sahife 40, satır 33 ilâ 36.
“Aynı hile isnadının devamı:
‘…uzun bir devredeki tefekkürlerin mahsulü olan âyetleri,
lüzum ve ihtiyaçlara göre takdir [takrîr] ediyordu.’ Cilt 2, sahife 41, satır
26 ilâ 27.
“11- O kadar İslâmiyet
düşmanıdır ki, bu dinde samimî olanları bile yabancılar kabul eder ve onun
kaynak teşkil ettiği ırk ve kavmi, İslâmiyetle beraber düşürmek ister:
‘Arap olmıyan kavimler İslâmiyeti hırsla benimsediler,
halbuki asıl Araplardan olan sınıflar İslâmiyeti tahakküm etmek için bir
siyaset vasıtası olarak kullandılar. Nihayet nüfuz ve iktidar Arap olmıyan
Müslüman kavimlerin ellerine geçti. Araplar âdeta çöllerine döndüler.’ Cilt 2,
sahife 93, satır 25 ilâ 29.
“12- Ve nihayet mahut Tarih’teki gayet sinsi (taktik),
Âlemlerin Efendisini bir kumandan ve devlet reisi olarak medheder gibi görünüp
O’nun aslî, ulvî ve münezzeh mâna ve hakikatine ağız dolusu sövmek, böylece
gûya yeni bir rütbe ve paye adına nihaî ve mefkûrevî rütbeyi, en haşin bir
küfür asabiyetiyle ayaklar altında çiğnemektir:
‘Aksi takdirde …’i her şeyi bir melekten alan ve aynen
muhitine tebliğ eden ümmî, cahil, hissiz, hareketsiz bir put derekesine
indirmek hatasından kurtulmak mümkün olmaz.’ Cilt 2, sahife 93, satır 32 ilâ
35.” (Büyük Doğu, 22.12.1950, altıncı yıl,
sayı 40, ss. 3, 6 ve 11)
Necip Fazıl’ın müddeâsına mesned tuttuğu
Tarih ders kitablarından mâadâ,
benzeri daha birçok vesîkaya müstenid muhtelif çalışmalarımızda Mustafa Kemâl̃’in amansız bir İsl̃âm aleyhdârı ve militan bir Ateist
olduğuna dikkat̃i çekmiş
bulunuyoruz… (Ateizmi kendisiyle kalmadığı, bütün Milletimize de –Sel̃âniklilik îcâbı, sinsi sinsi- kendi
bâtıl ak̆îdesini
aşılamayı istihdâf ettiği için “militan Ateist” diyoruz…) Burada,
çalışmalarımızdan seçtiğimiz üç vesîka:
- Mustafa Kemal̃’in, -kendi el yazısıyle- Türk Tarihi
Tetkik Cemiyeti Reîsi Tevfik Bıyıklıoğlu’na hitâben kaleme aldığı 16-17 Ağustos
1931 târihli -21 sayfalık- mektûbdan –Kur’ân-ı Hakîm’i “safsata” olarak
vasıflandıran- bir sayfa… (Bu mektubu ilk def’a –fotokopisiyle berâber- tam
metin hâl̃inde neşretme şerefi Atilla Oral’a âiddir: Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu, İstanbul: Demkar Ye., 2013, 2.
baskı –ilk baskısı: 2011-, 98 s. Aynı vesîkayı, biz de, ondan ik̆tibâs ederek,
ilk def’a Milletimize Revâ Görülen Kültür
Jenosidi’nde –Ankara: Hitabevi Ye., 2014, ss. 189/203- dikkat̃ nazarlarına
arzetmiştik.)
- “Gazâba geldiği ânlarda şöyle
haykırıyordu: ‘- Türkiye’de, beş yüz seneden fazla bir zamandan beri, ihtiyar
bir Arab şeyhinin kâide ve nazariyeleri ile habîs ve echel ulemâ nesillerinin keyfî
tefsîrleridir ki medenî kânûn ile cezâ kânûnunun bütün tafsîl̃âtını tesbît ettiler. Kânûn-i Esâsînin
şeklini, her vatandaşın hayâtının bütün teferruâtını, en basît fiil ve
hareketlerini, yiyeceğini, yatma-kalkma sâat̃lerini, kılık-kıyâfetini, mektebde ne
öğreneceğini, âdetlerini, îtiyadlarını, hattâ en mahrem düşüncelerini dahi hep
bunlar tanzîm ettiler… Evet, ahl̃âksız bir bedevînin İsl̃âm denen o saçma il̃âhiyâtı, hayâtımızı zehirliyen çürümüş
bir leştir!’ ” (Fransa’nın sayılı târihçi, gazeteci, Devlet adamı ve diplomatlarından
Benoist-Méchin’in -1901/1983- “Mutlak Şef”in hayâtını, âdetâ bir destan
kahramanı gibi anlatan Mustapha Kémal ou
la mort d’un empire isimli kitabının 1956 Pâris baskısının - ilk baskısı:
1954- 323. sayfasından kendi tercümemiz; bu sözlerin Mustafa Kemâl̃’e âidiyetinin isbâtı için Yeni Söz, “Benoist-Méchin’in Mustafa
Kemal’e Atfettiği Söz Sahîh Miydi? ‘Evet,
ahlâksız bir bedevînin İslâm denen o saçma ilâhiyâtı, hayâtımızı zehirleyen
çürümüş bir leştir!’ ”, 6-7.11.2017, Tef No 1-2’ye mürâcaat)
- Yine Mustafa Kemal̃’in, (talebesi ve “Çankaya’nın bir
numaralı Hanımefendisi”) Âfet Hanım’a hazırlattığı Medenî Bilgiler kitabında, kendi el yazısıyle, “milleti meydana
getiren unsurlar”ı tartıştığı sayfalardan birisi: “Din birliğinin de bir millet
teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz
önündeki türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türkler Arapların
dinini kabul etmeden evvel de böyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten
sonra, bu din, ne arapların, ne aynı dinde bulunan acemlerin ve ne de
mısırlıların ve sairenin türklerle birleşüp bir millet teşkil etmelerine hiçbir
tesir etmedi. Bilakis, türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî
hislerini, millî heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabiî idi. Çünkü, Muhammedin
kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir arap milliyeti
siyasetine müncer oluyordu. İlh…” (Prof. Dr. Afet İnan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Ankara: T.
Tarih Kurumu Yl., 1969 –“ilk baskısı 1931’de okullar için yapılmıştır”-, ss.
364-365; Milletimize Revâ Görülen Kültür
Jenosidi kitabımız, 2014: 178-184)
***
2 Nisan 1951: Türk
Milliyetçiler Derneği’nin têsîsi
Yukarıda,
“Millî Şef” Türkiye’sinde, II. Cihân Harbi sonrasının beynelmilel konjonktürüne
bağlı olarak meydana çıkan nisbî hürriyet vasatında têsîs edilen şu beş
Derneğin, “ilmî bir Milliyetcilik tel̃âk̆k̆îsi ve birlikden kuvvet doğar
şiârıyle” bir araya gelmek sûretiyle, İstanbul’da, 1 Nisan 1950’de, Türkiye
Milliyetçiler Federasyonu’na vücûd verdiklerini, (hassaten Prof. Dr. Necmeddin
Sefercioğlu ile Turan Can’ın araştırmalarına istinâden) îzâh etmiştik: Türk
Kültür Ocağı, Türk Kültür Çalışmaları Derneği, Türk Gençlik Teşkilâtı, Genç
Türkler Cemiyeti ve Türk Kültür Derneği. Ayrıca, Umûmî Reîsliğini (Avukat)
Bekir Berk’in deruhde ettiği Federasyon’un, efkârıumûmiyede de geniş yankı
yapan faâliyetleri cümlesinden olarak “Mehmedcik Günü”nden de uzunca bahsettik.
(Kore’de, “Kızıl Emperyalizm”le çarpışan Îmânlı Mehmedciğimize mânen destek
olmak ve halkımızı Komünist Totalitarizme karşı daha fazla şuûrlandırmak
maksadıyle 14 Aralık 1950 târihinde, İstanbul-Tepebaşı Şehir Tiyatrosu’nda
tertîb edilen ve Maârif Vekîli Tevfik İleri ile daha başka bâzı resmî zevâtın
iştirâk ettiği toplantı…)