Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (184)

- “Türkiyenin on dokuzuncu asırdanberi irtica ve istipdatla yaptığı mücadele, istiklâl harbi, [ve] Atatürk inkılâbile ezilmiş bir engerek yılanı vaziyetindedir. Artık irticaın hortlamıyacağına inanıyoruz. Bu kanaati bize veren, inkılâbın durmadan ilerlemesidir. Fakat tarihî tekâmüle, bu mücadelenin Avrupa mikyasında üç asırdanberi geçirdiği zıkzaklara bakarsak, çok nikbin olmanın bizi gaflete sürüklemesi tehlikesile karşılaşırız. İnkılâp yerleşmiştir, fakat irtica uyumamıştır. Zaman zaman basılan tekkeler, üfürükçüler, çok ehemmiyetsiz ârazı dahi olsa, halkın bir kısmı arasında mürteci fikirlerin, taassup kisvesine bürünen cehaletin devam ettiğini gösterir. Hariç âlemde tekrar hortlıyan irtica ve istipdat, yayılmak için her zaman bu kuvvetlerden istifade edecektir. […] Dahilden korkmuyoruz, fakat hariçten gelecek dalgaya karşı bütün gençlerin, entellektüellerin, devletin, milletin yekpare bir kale gibi göğsünü germesi, gelecek dalgaya karşı hürriyet ve demokrasi cephesini kuvvetlendirmesi lâzım.” (Sabiha Zekeriya Sertel’den, “Görüşler – İrtica hortlar mı?”, Tan, 3.1.1939, s. 5)

- “Korktular, sindiler, fırsat beklediler. Partiler çoğalıp rekabet ve mücadele başlayınca, iktidar mücadelesini kazanmak için her silâh meşru görüldü. İrticaa dayanarak iktidara gelme devrinde irticaın şımarmaması kabil olamazdı. İşte şimdi bu şımarıklığın dalgaları arasında çırpınıyoruz. İrtica, meydanı serbest bulmuştur.İrticaa karşı mevcut ceza hükümleri ihmal edilmiştir. Bundan başka partizanlık dolayısile Demokrat iktidar irticaı sanki âdetâ teşvik etmiştir. İşin nereye varacağı düşünülmemiştir. Muhalifler, en ufak vesilelerle askerî mahkemelere sevk olunacak derecede şiddet görürlerken, memleket ve inkılâbı mahvedecek neşriyat ulu orta yürüyebilmiştir. Bugünkü duruma esef edilir, fakat hayret edilmez. Bu hal önlenmezse neler olabileceğini anlamak için 31 mart vakasını hatırlamak, bu kâfi gelmiyorsa komşularımızın haline bakmak münasip olur. Tehlikeyi önlemek için, bütün inkılâp taraftarlarının, bir hayat ve memat mücadelesi içinde bulunduklarını anlayarak, samimî ve hakikî bir işbirliği yapmaları ve irtica ve taassuba karşı tek cephe vücuda getirmeleri lâzımdır.” (Hüseyin Cahid Yalçın’dan, Akşam, 12.12.1952, ss. 1 ve 2)

- “1951 de kütlelere dayanmak, münevverleri harcamak, Atatürkü ve inkılâplarını unutturmak fikrinin Demokrat Parti iktidarının demagogları tarafından ilk ortaya atıldığı günleri hatırlıyorum. Bunların karşısına kim çıkmış, yollarını kim kesmişti? Başlarında inkılâp, terakki ve Millî Birlik ideallerinin ebedî koruyucusu haline gelen Atatürk bulunduğu halde Atatürk gençliği… […] O günlerde Atatürk, Etnoloji müzesindeki muvakkat kabrinde yatıyordu. Bana öyle geldi ki Atatürk, irticaa karşı olan mukavemet hareketini, her zor durumda belirttiği üstün liderlik vasıflariyle yattığı yerden idare ediyordu. […] Gazetemiz o sıralarda irticala göğüs göğüse çarpışıyordu. Malatya suikasdı ile neticelenen bir hareketin ön saflarında, gençlikle omuz omuza mücadelemizi yürütüyorduk. O günlerde sık sık muvakkat kabri ziyaret ettim. Atatürk’ün mânevî varlığından kuvvet aldım, mücadeleye devamın tarzı hakkında ilham aldım. Günün birinde Anıt-Kabir tamamlanınca, Atatürk’ün oraya taşınması bana bir ölünün mezarına getirilmesi intibaını vermedi. Başkumandanı nihayet ebedî karargâhına götürdüğümüz hissinin tesiri altında idim. Yüz binlerce vatandaşın sokaklara döküldüğü, pencerelere dizildiği o gün binlerce kişi ile beraber Anıt-Kabre doğru adım adım yürürken, bana ebedîlik sahalarında ilerlemek imkânını bulmuşum gibi geldi. Derin bir vecd içinde unutulmaz saatler geçirdim. Nihayet 27 Nisan 1960 günü istibdada, irticaa karşı gençliğin meydan muharebesi başladı…” (Ahmet Emin Yalman’dan, “Yaşayan Kuvvet”, Vatan, 10.11.1960, ss. 1 ve 5)

- [Milliyetci Genclik, -Kemalist Totaliter Rejimin askerî têmînâtı olmuş- Kemalist Mareşal̃’in cenâzesine –bir gaflet eseri olarak- sâhib çıkıp onun tâbutunu eller üstünde ve Tekbîrler, Tehlîllerle –ki “Ebedî Şef” bunu suç kılmıştı- kabrine kadar taşıyınca, bu büyük bir “İrticâ” hâdisesi olmuş, “Millî Şef” Hük̃ûmeti birçok genci tevk̆îf edip kendilerine ezâ etmiş, bu meyânda, Mütehakkim Zümrenin gazete patronları da, bu “İrticâî kıyâm”a karşı bir beyânnâme neşretmişti:] “…Biz aşağıda imzaları bulunan İstanbul gazeteleri mümessilleri, millî matemler karşısında gençliğin ve halkımızın gösterdiği hassasiyeti ne derece büyük bir tasviple karşılarsak, yüz binleri aşan kalabalığın ortasında hâdiseleri maksatlarına göre istismara cür’et eden ve bu gibi tezahürleri tereddî ettirmeğe kalkan bir takım mahiyetleri meçhul unsurların da hareketlerini o derece şiddetle takbih ettiğimizi açıklarız. Bu pensipleri ortaya atarken kimden gelirse gelsin anarşiye kaçan hareketleri asla tasvip etmediğimiz gibi memleketimizde 1,5 asırlık bir mücadele mevzuu olan ve başarılı merhalesinde Atatürk’ten emanet alınan inkılâp prensiplerine her hal ve şartta bağlı kalacağımızı ve bunlara tevcih edilecek kasıt ve ihanetlere karşı parti ve zümre farkı gözetmeksizin şiddetle savaşacağımızı tekrar ve kuvvetle teyit ederiz… Akşam: Enis Tahsin [Til], Cumhuriyet: Nadir Nadi, Her Gün: Faruk Gürtunca, Gece Postası: Halûk Cemal, Milliyet: Ali Naci Karacan, Son Saat: Cihad Baban, Son Posta: Selim Ragıp [Emeç], Son Telgraf: Nureddin Uryan, Vatan: Ahmet Emin [Yalman], Yeni İstanbul: Refik Halit [Karay], Zaman: Nusret Safa.” (Zafer, 15.4.1950, ss. 1 ve 6)

 

hatsApp Image.jpeg

15 Ağustos 1857 Edirne doğumlu, kıymetli (fakat, maâlesef, Siyonist) bir âlim olan Edirne Hahambaşısı Abraham Danon, 22 Nisan 1925’te Pâris’te vefât ettiği zaman, Yahûdi Cemâat̃i, (24 Nisan 1935 günü) onun için büyük bir cenâze merâsimi tertîb etmiş, 1 Mayıs 1925 târihli L’Univers Israélite (Mûsevî Âlemi) mecmûası da, takrîben üç sayfasını bu hâdiseye ayırmıştı. Burada, mezk̃ûr mecmûanın, onun son fotoğraflarından birinin bulunduğu sayfasının alt kısmı görülüyor… (A. S., “Le Grand-Rabbin Abraham Danon”, L’Univers Israélite; Journal des Principes Conservateurs du Judaïsme; Fondé par S. Bloch; Paraissant le Vendredi, Paris, 1.5.1925, No 32, pp. 80-82)

***