Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (186)

Asıl kötü olan şey, doğrudan doğruya o ‘öz’dür… Çünkü … hoşgörüsüzlük, bağnazlık, insan varlığına saygısızlık, aklı dışlamışlık, özgür düşünceye yabancılık vs... gibi her türlü olumsuzluk bu ‘öz’de yatmakta… Mensup bulunduğum(uz) toplumun geri kalmışlığının nedenleri, hep bu ‘öz’de yat(ıyor)… Kötü olan bu ‘öz’ü eleştiri yoluyla sergilemek bir insanlık görevidir. […] İslamcılar, islamın ‘hoşgörü’ dini olduğunu, zorlamaya başvurmayıp ikna yoluyla iş gördüğünü söylerler: yalandır […] Şeriatçılar, islamın ikna ve sevgi yoluyla yerleşmiş bir din olduğunu söylerler; yalandır! İslam şeriatı, korku, dehşet ve ölüm saçarak kılıç yoluyla yerleşmiş bir dindir. […] İslamın ilim öğrenimine önem verdiği ve batı dünyasının islam sayesinde ilme kavuştuğu da yalandır. […] Şşeriatçıların reformcu ve Atatürkçü görünüme özlem duymalarının, özentiden ileri geçen bir yönü yoktur. Hele ‘Atatürkçülük’ iddiasında hiçbirinin sözünü ciddiye almak doğru olmaz. Çünkü hiçbiri, Atatürk’ün aklı vahye üstün kılan ve akılcılığı her şeyin temeli yapan düşüncelerini ve hele hele din ve Tanrı anlayışını paylaşabilecek kerteye gelmiş değildir. Konuyu bu kısa yazı çerçevesine sığdırmak mümkün değil, fakat çarpıcı örnek olmak üzere her şeyden önce Atatürk’ün ‘Tanrı’ kavramı konusundaki şu sözlerini anımsatalım: Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah'a taptırmak veya Allah'ları muayyen (belli) gruplarda toplamak ve nihayet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir...” (İlhan Arsel’den, Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı, Haziran 2008 baskısı)

İlh…

İsl̃âm size ne yaptı da ona bu kadar husûmet besliyorsunuz?

Katolik İspanya’da Engizisyon işkenceleriyle can vermekden İsl̃âma ilticâ ederek kurtulmadınız mı?

Geldiniz, İsl̃âm topraklarında huzûr, rahat, refâh buldunuz.

Fakat, rahatlık sizi tepti… Hemen fesâda başladınız… Dünyâ çapında Mesîhî bir Krallık hayâl̃i kurdunuz… Pâdişâhın tahtına göz diktiniz ve o tahtın Sabatay Sevi’nin hakkı olduğuna inandınız…

Sinsi faâliyetlerle gelişen isyân hareketinizin cezâsı toptan katledilmek iken, Pâdişâh, bir Müslümanlık zaafı göstererek, îdâmlık “Mesîh”inize, bâtıl dâvâsından vazgeçip Müslüman olmayı teklîf etti… İkrâh yok, zorlama yok! “Lâ-ikrâh fî’d-dîn” diye haykıran bir Dîne muhâtabsınız! Mesîh’iniz dâvâsında sâbit-kadem durmak yerine, Müslümanlık ik̃rârında bulundu ve kendisine “Mehmed Azîz Efendi” ismi verilerek maaş bağlandı, îtibâr edildi…

Bu ihsâna karşı o ve siz, hepiniz ne yaptınız? Hiçbir cebir bahis mevzûu değilken, topyek̃ûn İsl̃âmı kabûl̃ ettiğinizi îl̃ân ettiniz… Fakat sâdece zâhiren! Gizlide sapkın birer Yahûdi kaldınız ve İsl̃âma karşı hadsiz bir nefret beslediniz, âşik̃ârda ise Müslüman göründünüz, Münâfıklığı dîn hâline getirdiniz! Bütün dünyâda acabâ sizin gibi bir başka cemâat̃ mevcûd olmuş mudur? (Elbette ki sizi, Marranolar, Moriskolar gibi mazl̃ûm cemâat̃lerle bir tutmıya imk̃ân yok!)

Ne büyük nankörlük! Ne büyük denâet!

 

İsl̃âm size ne kötülük yaptı da ona bu kadar düşman kesildiniz? Hiç! İyiliğe, l̃utfa karşı sönmez bir kînle cevâb verdiniz! “Mesîh”inizin “On Altı Emri”, Müslüman Türklere karşı bir Münâfıklık ve nefret beyânnâmesidir:

“[18 Emrin] on altıncısı şudur ki Türklerin âdetlerine riâyete îtinâ edilsin; zîrâ bu sûretle onların gözleri kör edilecekdir! Ve Ramazan orucunu tutmak için sıkıntıya girmesinler! Kezâ onların şeytan için kesdikleri kurban hakkında da! Gözle görülen her şey îfâ edilsin!

“On yedincisi şudur ki onlarla (Müslümanlarla) nik̃âh akdedilmemeli,  münâsebette bulunulmamalı, hayâtta veyâ memâtta kendileriyle hiçbir yakınlık kurulmamalıdır. Zîrâ onlar murdardır, kadınları sürüngendir ve Kitâb-ı Mukaddes’deki şu Âyet bu mevzû ile al̃âkalıdır: ‘Bir dört ayaklı ile yatana l̃ânet olsun!’ ” (Sabatay Sevi’nin “On Sekiz Emr”inden; Abraham Galanté ve Abraham Danon’dan naklen; Prof. Abraham Galanté, Nouveaux Documents sur Sabbétaï Sévi. Organisation et us et coutumes de ses adeptes, İstanbul, 1935, pp. 45-46; Abraham Danon, “Une Secte Judéo-Musulmane en Turquie”, Actes du 11e Congrès International des Orientalistes -1897-, Paris, 1899, p. 65)

Edirne Hahambaşısı Abraham Danon’un müşâhede ettiği gibi, bu emirlere uyarak Münâfıklık denâetini millî seciye hâl̃ine getirdiniz:

“3. Dönmelerin seciyesi: Başlıca kusûrları, müdhîş bir kendini gizleme kabiliyetine sâhib olmalarıdır. Öyle ki (biraz aşağıda bahis mevzûu edeceğimiz 18 Emr’in 16’ıncısının bir l̃âzımesi olan) bu kâbiliyet, tabîat̃lerinin bir parçası hâl̃ine gelmiştir. Hayâtları, nüfûz edilemez bir sır perdesiyle çevrilidir. Hak̆îk̆î Müslümanlar karşısında nasıl davranacaklarını çok iyi bilirler. Onların hayât tarzına uymak, dâimâ onların dost halkasında yer almak, alenen onların bütün mezîyet ve kusûrlarını taklîd etmek, zâhiren dâvâlarına hizmet etmek, l̃âkin kendi derûnlarında Müslüman vatandaşlarından fersah fersah uzak olmak… Bu ne büyük bir vicdân esnekliği, bu ne büyük bir irâde kuvvetidir!

“4. Dönmelerle Türkler arasındaki münâsebetler: Dönmeler ile Türkler arasında, görünüşteki dostâne, hattâ kardeşçe münâsebetlere rağmen, saklı bir husûmet, insiyâk̆î ve karşılıklı bir tiksinti mevcûddur. Türkler, hâl̃lerinde sahtelik olduğunu hissettikleri bu zâhirî Müslümanlardan nefret etmekle berâber, onlarla meşrû zemînde mücâdele edebilmek için lüzûmlu hiçbir maddî delîle de sâhib bulunmuyorlar…” (Rabbi Abraham Danon, “Une Secte Judéo-Musulmane en Turquie”, Actes du 11e Congrès International des Orientalistes -1897-, Paris, 1899, p. 60-61)

Sûiniyet sâhibi olmıyan, hâince emeller beslemiyen bir ferd veyâ cemâat̃, durup dururken neden kendini gizler, neden olduğundan başka türlü görünür?

 Asırlarca Sabatay Sevi’ye taptınız; 20. asra gelince, Mâbûdunuzu değiştirdiniz, bu sefer Mustafa Kemâl̃’i Sabatay Sevi yerine koydunuz!

Kime tapınırsanız tapının! Sizin dîniniz size, bizim Dînimiz bize!

Şu var ki siz buna da râzı değilsiniz: İll̃â bizi de kendi putunuza taptırmak istiyorsunuz! Bütün düzeni bu esâs üzerine kurdunuz ve bir asırdır Milletimizi ifsâd edip duruyorsunuz!

Bunun sonu nereye varacak?

Bize zarârı dokunmadıkça dîninize de, cemâat̃inize de karışmak istemiyoruz ve aynı tavrı sizden de bekliyoruz! Buna mukâbil siz, bir buçuk asırdır, Müslümanlığı kasdederek “Dîn terakkîye mânidir!” düstûrunu beyinlere zerketmiye, biteviye Dînimiz aleyhinde yalan-yanlış neşriyât yapmıya, garezk̃âr reddiyelerle zihinleri bulandırmıya, Dîn-i Mübînimize hâince saldırmıya devâm ediyor ve bizi ill̃â ki Kemâl̃perest olmıya zorluyorsunuz!

Bunun sonu nereye varacak?

Şerrinizden Rabb’imize sığınıyoruz:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki onlar: ‘- Allâh’a ve Âhiret Gününe îmân ettik!’ derler; hâl̃buki onlar mü’min değildirler.

“Allâh’ı ve Îmân Edenleri aldatmıya çalışırlar. Farkında değiller ki ancak kendilerini aldatmaktadırlar!

“Onların kalblerinde maraz vardır. Allâh da onların marazını arttırmıştır. Yalan söylemeleri sebebiyle onlara elîm bir azâb vardır!

“Onlara: ‘- Yeryüzünde fesâd çıkarmayın!’ dendiği zamân: ‘- Biz ancak muslihleriz!’ derler.

“Onlar müfsidlerin tâ kendileridir vel̃âkin bunun farkında değiller!

“Onlara: ‘- İnsanların îmân ettikleri gibi siz de îmân edin!’ denildiği zamân: ‘- Biz de o aklıkıtların îmân ettiği gibi mi îmân edelim?’ derler. Asıl aklıkıt olanlar kendileridir! Vel̃âkin bilmezler!

“Îmân etmiş olanlara rastladıkları zamân: ‘- Îmân ettik!’ derler. Fakat şeytânlarıyle baş başa kalınca da: ‘- Biz sizinle berâberiz; onlarla sâdece istihzâ ediyorduk!’ derler.

“Asıl Allâh onlarla istihzâ eder de tuğyân içinde kör gibi dolaşmalarına mühlet verir.” (Bakare -2-: 8-15)