Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (188)
İşte Mustafa Kemâl̃’in Tarih kitablarında yazdıklarında veyâ bunlardan el yazmaları hâl̃inde kalanlarında, herhangi bir orijinal̃̃ fikre rastlanmadan, sâdece mezk̃ûr -ve muhtemelen daha başka- Materyalist müelliflerin îzâh şekillerinin tekrâr edildiği görülür. O, mukallid seviyesini aşamadığı, hazır hâl̃de bulduğu malzeme üzerinde derinlemesine tefekkür etmediği, onları sorgulamadığı, ciddî bir tenk̆îd süzgecinden geçirmediği için, yukarıda zikrettiğimiz iki mütenâkız îzâhı bir arada benimser. Zâten derdi, Hak̆îkat̃e ulaşmak değil, tevârüs ettiği cemâat̃ taassubu içinde, ne sûretle olursa olsun, Müslümanlığı yıkmaktır.
Mesel̃â:
“Muhammet 40
yaşına geldiği zaman vatandaşlarını, kendinin bulduğu ve doğru olduğuna
inandığı yeni bir dine davete başladı.” (Tarih II 1931: 89)
“Muhammedin koyduğu esasların toplu
olduğu kitaba Kuran denir. […]
“O, Arapların ahlâk ve âdetlerinin
pek fena ve pek iptidaî ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha
yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde
vahiy ve ilham fikri doğmuştur.” (Tarih II 1931: 90)
“Muhammet uzun bir devirdeki
tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu.”
(Tarih II 1931: 91)
Bu son cümlenin geçtiği
metin, kitaba bu sûretle kısaltılarak ve mânâsı biraz setredilerek alınmıştır;
onun, Âfet Hanıma dikte ettiği hâl̃iyle gâyet vâzıhtır:
“Kuran sûreleri, Muhammede
açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan
inmiş değillerdir. Muhammedin beyan ettiği sûreler, uzun bir devirde dinî
tefekkürlerinin mahsulü olmuştur. Muhammet bu sûrelere bir çok çalıştıktan ve
tedkikler yaptıktan sonra edebî bir şekil vermiştir.” (Doğu Perinçek ekibinin
neşrettiği Saçak mecmûasının Mart 1986 târihli 26. sayısının 32.
sayfasındaki el yazmasından; Yeni
Söz, 16.3.2020/537)
(Milliyet,
15.12.1931, s. 1)
“Mutlak Şef”in emrindeki gazetelerden
(başında Siird Meb’ûsu Mahmut Soydan’ın ve Ethem İzzet Benice’nin bulunduğu) Milliyet’te, eski Mâbûdları Sabatay Sevi
hakkındaki tefrikanın anonsu (“Padişahı tahtından atıp yerine geçmek istiyen bu
Musevinin garip hikâyesi”) ile yine “Mutlak Şef”in tâlimâtıyle, “İstikl̃âl̃ Marşı”mız yerine Kemalist bir “Millî”
Marş hazırlanması teşebbüsü… Milliyet
gazetesi, bu nüshadan başlıyarak günlerce Kemalist bir Millî Marş
hazırlanmasını teşvîk̆ eden neşriyât yapacaktır:
“Bir millî marşa olan ihtiyacımız
etrafında yaptığımız neşriyat, şehrimiz musiki âleminde ve Darülfünun muhitinde
derin akisler uyandırmıştır. Bilhassa tanınmış bestekârlarımız, bu neşriyatla
derhal alâkadar olarak millî Türk marşında aranılması lâzım gelen vasıflara
dair aralarında münakaşalara başlamışlardır.” (Milliyet, 17.12.1931, s. 1)
“Hymne
[imn], milletlerin geçirdiği inkılâp heyecanından doğar… Son senelerde
cihanı hayrete düşüren büyük inkılâbımızı ve kurtuluş hareketlerini ifade
edecek henüz ortada bir eser yok…” (Milliyet,
18.12.1931, s. 6) İlh…
***
Fikrî intihâl̃ yapan Mustafa Kemâl̃, Hz. Muhammed hakkındaki
iki mütenâkız müddeâyı aynı ânda ileri sürüyordu
Kezâ, daha evvel, “Mustafa Kemâl’in
Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi” başlıklı araştırmamızda da işâret ettiğimiz
vechiyle, Âfet Hanım'ın talebesi Gürbüz D. Tüfekçi'nin Saçak'ta
neşrettiği el yazması vesîkalardan bir kısmı, “Tek Adam”ın Âfet Hanım'a
Caetani'nin İslâm Târihi'nden yaptırdığı birkaç sayfalık tercümedir. Bu
sayfalarda, Hz. Muhammed'in, “kendi dînini inşâ” ve bu çerçevede “Kur'ân'ı
têlîf ederken” istifâde ettiği başlıca mêhazın, “haham edebiyâtı ile İbrânî
edebiyâtı olduğu” iddiâsı vardır:
“…Peygamberden evel [Mustafa Kemâl̃’in
tel̃affuzu böyle; “evvel” değil, “evel”! Nasıl ki “sonra” da onun dilinde
“sora”dır…] putperestliğin haricinde bir Allah tanıyan din ve mezhep
saliklerini Hanif namı altında yad ederler. Bunları Muhammedin selefleri ve
islamiyet fikirlerinin ilk naşirleri gibi gösterirler.
“Bu Hanif kelimesi enasıl arapca değildir. Bu kelime İbranî,
Aramî ve Süryanî lisanlarında hemen hemen birbirinin aynı manada olmak üzere
mevcuttur. İbranî ve Aramî lisanlarında Hanif kelimesinin manası ‘Ahlaksız,
dinsiz', Süryanideki mana ise ‘murdar'dır. Bu manalar soraları ‘yalancı, müraî'
ve nihayet ‘müşrik' manasına tahavvül etmiştir.
“Muhammet tarafından bu tabire verilen esaslı mana ‘bir ve
hakiki Allaha tapan kimse' gibi görünüyor. Muhammet Kuranda Hanif kelimesini 12
defa yani altı defa Mekkî surelerde, 6 defa da Medenî surelerde kullanmıştır.
Bunların sekizinde Hanif tabirini İbrahim milletini yahut İbrahim dinini tasvir
ve tarif için kullanılmıştır [kullanmıştır].
“Hakikatta Muhammedin ilham aldığı
ihtimali olan, bu uydurma selefler değildir. Bu ilham vericiler Arabistanın
hıristiyanlığı kabûl eden sekenesi arasında da değildir. Bunları yahudiliğe
meyleden kimseler arasında aramak lazımdır.