Ayasofya Câmii'ne "Bizans Müzesi" hakâretinin sahîh târihçesi (191)
(Fikret Salim Sanlı, Türkçülük
Hareketinde Din Olgusu Üzerine Aykırı Bir Yaklaşım: Hüseyin Nihal Atsız ve
Fikirleri, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üni., 2010, 154 s.;
Ötüken mecmûasının Kasım 1970 târihli 11 / 83. sayısında Nihal Atsız’ın
Müslümanlığı reddeden makâlesi… 1930’lu
senelerin (onun tâbiriyle “tımarhâne metoduyle” yazılmış) Kemalist Tarih ders kitablarındaki Materyalist
iddiâları tekrâr eden, müsbit kıymeti hâiz olmıyan dogmatik bir makâle…
Makâlenin başına konulmuş Hil̃âl̃li Bozkurt amblemi,
Atsız’ın fikrî insicâmsızlığının bir in’ik̃âsı gibidir… Birbiriyle
têlîfi kâbil olmıyan iki remiz: “Hil̃âl̃”, (Türkleri yükselten, medeniyet ve irfân pl̃anında “Büyük Millet” yapan) Dîn-i Mübîni, “Bozkurt” ise,
Totemizmi, Câhiliyet Türklerini, müfsid Siyonist-Kemalist telk̃înleri, hurâfî bir târih tel̃âk̆k̆îsini, Irkçılığı temsîl
ediyor…
***
Atsız’ın “İsl̃âmın, bir milletin
yükselişine âmil olmadığı” iddiâsı
Nihal Atsız, hiçbir delîl
serdetmeden, bir nass hükmüyle, kestirip atıyor: İslâm, ne Türk Milletinin, ne de
onu kabûl̃ eden başka milletlerin yükselişinde bir âmildir;
bilakis, İsl̃âm, Türkler sâyesinde yükselmiştir:
“İslâmiyet Türkler sayesinde
yaşadı ve yükseldi. İslâmiyet Türkleri değil, Türkler İslâmiyet’i
yüceltti. Biz İslâm olmadan önce de büyüktük. Keramet İslâmiyet’te olsaydı
her Müslüman millet yükselirdi. Hele tarafımızdan birkaç kere
tekrarlandığı gibi İslâmiyet’ten önce büyük devlet olan İran, İslâm
olduktan sonra bugünkü durumuna düşmezdi.” (Nihal Atsız, “Yobazlık Bir Fikir
Müstehâsesidir”, Ötüken, Kasım 1970, sayı 11 / 83)
Atsız’ın bu
iddiâsının menşêi, Léon Cahun ile Moïse Cohen (Munis Tekinalp)’dir. (Bu husûsta
mevsûk tafsîl̃ât, şu çalışmalarımızdadır: Türkçenin
Istılâh Mes’elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar, Ankara: Kurtuba Yl.,
2013, ss. 354-355, 383, 397-403, 440-441; “Mâhir Bir Stratejist: Munis Tekinalp veyâ Moiz Kohen”, Yeni Söz gazetesinin
27 Mayıs 2018 ilâ 21 Haziran 2018 târihli nüshalarında toplam 24 tefrika; kezâ Yeni Söz, 26-27.2.2022/16-17)
Atsız’ın Mustafa
Kemâl’dan intihâl̃ ettiği iddiâ, onlardan bu berikine geçmiştir.
“Türk tarih yazma sanatında cihanşümul
bir inkılâp yapan ve milliğ kültür tarihimizin seyrinde bütün istikballere
şamil bir dönüm noktası yaratan ilmiğ deha”, âşik̃âr vâkıa hil̃âfına, “dînin
milleti teşkîl eden unsurlardan biri olmadığını” iddiâ ederken, Cahun ile
Cohen’in peşi sıra, Türklerin İsl̃âmdan evvel de “böyük bir millet” olduğunu,
bilakis, Müslümanlığı kabûl edince, “Muhammed’in Arab emperyalizmine” hizmet
eden bu “Arab dîni”nin onların “millî râbıtalarını gevşettiğini”, millî
şahsıyetlerine zarâr verdiğini iddiâ eder:
“Din birliğinin de bir
millet teşkilinde
müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki türk
milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.
“Türkler Arapların
dinini kabul etmeden evvel de böyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten
sonra, bu din, ne arapların, ne aynı dinde bulunan acemlerin ve ne de mısırlıların
ve sairenin türklerle birleşüp bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi.
“Bilakis,
türk milletinin millî rabıtalarını gevşetti; millî hislerini, millî heyecanını
uyuşturdu. Bu pek tabiî idi. Çünkü, Muhammedin kurduğu dinin gayesi, bütün
milliyetlerin fevkinde, şamil bir arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu
arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammedin dinini kabul edenler,
kendilerini unutmağa, hayatlarını allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine
hasr etmeğe mecburdular. Bununla beraber, allaha kendi millî lisanında değil,
allahın arap kavmine gönderdiğ arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı.
Arapça öğrenmedikçe, Allaha ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyyet karşısında
türk milleti, bir çok asırlar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin, adeta,
bir kelimesinin manasını bilmediği halde kuranı [Kur’ân’ı] ezberlemekten beyni sulanmış, hafızlara döndüler.
Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, türk milletince, karışık, cahil
hocalar ağziyle, ateş ve azap ile müdhiş bir muamma halinde kalan dini, hırs ve
siyasetlerine alet ittihaz ettiler. Bir taraftan arapları zorla emirleri altına
aldılar, bir taraftan avrupada, allah kelimesinin ilası parolası altında,
hıristiyan milletlerini idareleri altına geçirdiler, fakat onların dinlerine ve
milliyetlerine ilişmeği düşünmediler. Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla
birleşerek bir kuvvetli millet yaptılar. İlh…” (Prof. Dr. Afet İnan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El
Yazıları, Ankara: T. Tarih Kurumu Yl., 1969, “ilk baskısı, 1931’de okullar
için yapılmıştır”, ss. 364-367; Yesevîzâde Alparslan Yasa, Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi, Ankara: Hitabevi Yl.,
2014, ss. 179-180)
Atsız’ın Allâh’ı dolaylı ink̃ârı
Nihal Atsız’ın
fikirlerindeki insicâmsızlık, muayyen bir Ul̃ûhiyet mefhûmunu reddedip kendi
metafizik inancını ortaya koyarken de tezâhür ediyor.
İsl̃âmın Allâh
ak̆îdesini reddetmek sadedinde sarfettiği bir söz şudur:
“Tanrı insan idraki
dışındadır.”