Aydın Çözülmesi
6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6 şiddetinde iki büyük depremle sarsıldık. Bedenen, ruhen, kalben… Kelimenin bütün boyutlarıyla kendini gösterdiği bir sarsıntıydı bu. Nasıl olmasın ki?
Sonrasında 10 binlerce insanımız
vefat etti, daha çok insanımız yaralı olarak kurtarıldı. Yüzlerce çocuğumuz
yetim ve öksüz, yüzbinlerce insanımız evsiz-barksız kaldı. Milyonlarca insan
için acil barınma, yeme, içme ihtiyacı oluştu. Hâsılı çok büyük bir felaketti
bu. Ne diyelim, Allah bir daha yaşatmasın.
Necip milletimiz her zaman olduğu
gibi bu felakette de kenetlenerek adeta tek yürek oldu. Kalbi, gönlü bizimle
olan ümmet-i Muhammed ile soydaşlarımız da elinden geleni ardına koymadı. Hatta
gönül dünyamızda olmasa da beşeri dünyamızda birlikte olduğumuz insanlar da
yardıma koştular. Hepsine minnettarız.
Büyük felaket sonrasında Türk
halkı, Seneca’nın “Küçük acılar konuşabilir, büyük kederler ise dilsizdir.“
sözünde ifade ettiği gibi sessiz-sedasız danasını / davarını satıp yardıma
koşarken maalesef bazı aydınlarımız henüz enkazın altında kurtarılmayı bekleyen
insanlar varken öteyi / beriyi suçlayıp eleştirerek adeta bu büyük yaramızın
üstüne tuz biber ekti.
Depremle ilgi söyleyecek çok şey
var ama yazımızın mevzusunu bozmayalım. Mevzu dışarda kıyamet koparken bizim
derdimizin ne olduğudur. Mevzu bu büyük keder karşısındaki hislerimiz ve buna
bağlı olarak hareketimizin ne olduğudur. Mevzu kışta, kıyamette dışarıda kalan
çocuklara, kadınlara, yaşlılara biz nasıl yardım edebiliriz, onlara nasıl katkı
sunabiliriz? diye çareler aramak yerine sadece kuru eleştiri yapılmasıdır.
Asıl mevzu ise okuyan-yazan insanımızın
veya başka bir ifadeyle okumuşlarımızın yani aydınlarımızın halktan / milletten
koparılmış hâlidir. Cemil Meriç, bu kesimin toplumun en hassas bölümü olduğunu
ve vücut hasta olunca deride yaraların belirmeye başlaması gibi aydın
çözülmesinin de vücutta bir hastalık belirtisi olarak görülebileceğini ifade
ederek Türk toplumunda 1839’dan itibaren bu hastalığın görülmeye başladığını
söyler.
Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre de bu
hâl yeni bir hâldir. Tanpınar, Osmanlı toplumunun en tepedeki yöneticisi (sultan,
vezir vb.), âlimi, sanatkârı, esnafına kadar toplumun bütün katmanlarının aynı
duygu ve düşünce istikametinde yer aldığını ifade ettikten sonra bu duruma
imrendiğini belirtir. Beş Şehir yazarı, bunu müderrislerin hem medresede hem de
camide ders vermesine bağlar.
Aydınımızın halktan koparılmış hâlinin
göstergesi nedir?
Efendim bugün, bunun en iyi ispatı
işte yaşadığımız bu büyük deprem felaketidir. Malum, depremin üzerinden henüz
bir hafta bile geçmeden depremzedelerin barınmasına yönelik yatak kapasitesi
850 bin civarında olan öğrenci yurtlarının boşaltılması ve yükseköğretimde eğitimin
uzaktan yapılması kararı alındı. Ve sayıları 4-5 milyon olacağı tahmin edilen
depremzedeler hızlı bir şekilde bu mekânlara yerleştirilmeye başlandı.
Bu karar üzerine eli kalem tutan
aydın eğitimci kitlesi, birbiriyle yarışırcasına bu karara karşı çıkarak sosyal
medya ortamında adeta kıyameti kopardı. Bu kitle tarafından bir anda depremi
unutuldu. “Uzaktan eğitim kötüdür, eğitim değildir. / Karar yanlıştır. / Bu
karardan vazgeçilsin…” daha bir sürü lakırdı.
İstiklal şairimizin yaklaşık bir
asır önce “bir kuru dil” olarak nitelendirdiği bu tavır maalesef günlerce devam
etti. Sanki oteller, misafirhaneler,
kamplar kullanılmıyor veya kullanılmayacak gibi durumdan bihaber düşünceler,
görüşler serdedildi. Hatta bunlardan birkaçı, gaflet ve hatta hıyanetle,
devletin doğru karar aldığını savunan az sayıdaki vicdan ve iz’an sahibi
meslektaşını bilim insanı olmamakla suçladı. Sanki bu insanlar, hiç deprem
olmamış gibi konuşuyorlardı. Sanki bunlar depremi tatbikat olarak algılamışlardı.
Sanki…
Sizce bir insan kendi milletinden,
halkından daha ne kadar uzaklaşabilir?
Ya da daha doğru bir ifadeyle
kendine ne kadar yabancılaşabilir?
Bizimkilerin bu yabancılaşması
karşısında adı bende saklı olan yabancı bir bilim insanının düşüncelerini görüp
okumasam, tabiri caizse gam yemezdim. Hatta belki bu yazıyı da kaleme almazdım.
Konuyla ilgili olarak bu bilim insanı özetle “insan hayatının ve güvenliğinin öncelikli
olduğunu” ifade etti.
Ama kim anladı, ya da anlamak
istedi?
Şimdi size “Kim yerli, kim yabancı?”
diye sorsam, bu sefer bizimkilerden bazısının yabancı yerine konmaktan bile
sevindiklerine şahit olacaksınız.
Gerisini siz düşünün!
…..
Artık depremin üzerinden epey zaman
geçtiği için söyleyebilirim.
Konuyla ilgili benim görüşüm:
Finlandiya’da uzaktan eğitim
yapılamaz!