Az
-Ruzname; Kelime Günlüğü’nden-
“Çağdaş
erdemler ile öteki güney yelleri arasında yaşamaktansa, buzlar arasında yaşamak
yeğdir!” der Nietzsche, Deccal’de.
Bu
cümleyi ilk okuduğumda, ilk kez başka birinin satırlarında farazî kaçış planımı
bulmuştum. Ne zaman bir yerlerde ortalık karışsa en sakin ve güvenli yerin
buzullar olduğunu düşündüm hep.
Hileli
politikalar, amacını kaybetmiş ideolojiler, yalancı demokrasiler, tutarsız piyasa
dengeleri… -50 derecede yaşamlarını yitirerek yok olur. “Küresel aktörler”, bu
hezimeti yaşamaktansa rotalarını soğuk mevsimli memleketlerden uzakta tutmayı
yeğler. Bu yüzden Antarktika herkesindir.
Sanayi
Devrimi Avrupa’sının tam ortasındaki Nietzsche ise değişen dengeler arasında
yeşeren yeni burjuvazi ve “...tembel barışlar, korkak tavizler, modern Evet
ve Hayır’ın bütün kirliliği” ile hasta olan insanlığın karşısına buzul
insanlarını kondururken mutluluk manifestosunu; “Bir Evet, bir Hayır, düz
bir çizgi, bir hedef...” olarak açıklar.
Mikroplardan
arınmış bir hayatın, doğru kararlar almaya sevk eden kuvvet noktası olduğuna
yönelik tespiti, modern zamanların düzleri/düzgünleri devamlı “yamultan”
aşındırıcılığına dair hakikatli bir yaklaşımdır. “Ne ettiğimi bilmiyorum; ne
ettiğimi bilmeyen her şeyim ben’ diye iç geçirir modern insan...” sözü,
günümüz çoğunluğuna dair isabetli bir tariftir.
O
günün hastalıklı görünen manzarasına yönelik yazılmış bu metafor silsilesi,
güncelliğini hiç kaybetmeyerek uzay teknolojisinin canhıraş peşinden koşturan
insana dek uzanabiliyor. Zenginleşmenin başındaki ve sonundaki modernitenin
şikâyetleri aslında pek değişmemiş. Sadece kalabalıklaşmış, karmaşıklaşmış ve
derinleşmiş.
Temel
ihtiyaçlara eklenen ve teferruatları çoğaltan “gereksizler”, akla gelebilecek
her kesimden insanı etkisi altına almış durumda. İyice yerleşen trend
kaygıları, yaşam kalitesini moda üzerinden değerlendirirken “madde bağımlısı
insan” üstbaşlığında, hiçbirimizi ayırt etmeden etiketliyor. Sosyal yaşamın bel
kemiği kalabalıklar ve kalabalık sanal ortamlar, aynı gelir düzeyinden ve
meslek gruplarından insanların bir araya geldiği tüketim sınıflarına dönüşüyor.
Para, insanı imanın ya da erdemliliğin rotasından çıkarıyor, kendini ifade
etmesinde en önemli amaca dönüşüyor/dönüştü.
Yok
olmaya yüz tutan, ömrü kısa bir ihtimalden ibaret özgün/düzgün hayat. Kulun
günahı bile çoğunluğun ölçülü karması. Zaten kişi herhangi bir çizgiyi aşar,
bir “bağımlılıkta” aşırıya kaçarsa tövbesini aynı ahaliye sunarak dışlanma
korkusundan arınmış oluyor.
Şırınga
ile çekilmiş bir irade. Tamamen madde boyunduruğuna hapsolmuş bir insan. Her
satıhta özgürlüğü özlerken ondan tamamen vazgeçtiğinin farkına varamayan beşeriyet.
İmam-ı
Gazalî, İmam-ı Rabbanî ve daha birçok âlim, bugünlere karşı insanlığı uyardılar
ve okundukça uyarmaya devam ediyorlar. Dünyeviliği ve maddi bağımlılığını;
insanın kendi yaradılışını servetten, teknikten, icatlardan daha değersiz
görmesi olarak anlatıyorlar. Kendine bakışı zamanla tahrif ve tahrip olan
insan, mahiyetinden uzak beyhude işlerin peşine düşüyor, kendini hak ettiği meziyetlerin
ve muamelenin altında konumlandırıyor.
İmam-ı
Rabbanî (ks) ahir zaman insanını anlatırken ve özünden uzaklaşmasının izahını
yaparken bu meseleyi idrak edenlerin ve hayatı dosdoğru yaşayanların azlığına
vurgu yapar. Azlık meselesini, “Bu ümmetin son gelenleri arasında
baştakilere çok benzeyenler olacaktır. Fakat sayıları azdır, hatta azdan dahi
azdır. Ortada gelenlerde o kadar benzeyiş yok ise de miktarları çoktu, hem pek
çoktu. Fakat sondakilerin az oluşu kıymetlerini daha da arttırmış, öncekilere
daha da yaklaştırmıştır” şeklinde açıklar (Mektubat, 261. Mektub).
Nietzsche
de Deccal’de, dinlerin dedikodusunu yaparken “Bu kitap en azlarındır.”
der. “Buzul insanları” metaforuyla modern insanı silkeleme gayretindedir. Ancak
kendini ve kararlarını ihtiyaçlarından daha önemli görmeyenler için, kelimeleri
herhangi bir düşmandan farksızdır. Bu sebeple kitabını “en azlar”a yazmıştır.
Hatta neredeyse hiç kimsenin bunu gerçekten anlayabileceğini ummaz.
Bir
bakıyoruz ki iki karşıt ses, doğru noktaya farklı yordamlarla yaklaşabiliyor. İlahî
düsturun neferi İmam-ı Rabbanî’den (ks) yüzyıllar sonra maddeyi yaradılışa
karşı zulme dönüştüren materyalizmin kalbinde, doğduğuna bin pişman Nietzsche,
hakikatin farkına varmaya çabalıyor. Huzurunu kendi kendine inşa etmeye çalışan
bir adamın sözündeki doğruluğu tuhaflık gibi görmek yerine, belki hiçbir konuda
aynı fikirde olamayacağınız birinden bugünün gerçeğini işitmek için
tahammülleri zorlamanın yararlı olabileceğini düşündürüyor.
En
azından bir kusuru hem itiraf etmek hem de yok etmeye çabalamak için; çok
dışarıdan gelen bu aykırı sesin hayret verici haklılığı, ibrete vesile
olabilir. Kim bilir…
* * *
* *
Künye: Az,
nicelik, nitelik, güç, süre, sayı bakımından eksik, çok karşıtı; alışılmış
olandan, umulandan veya gerekenden eksik olarak anlamlarına gelir.