Babalar ve oğulların hikâyesi
Bizim ülkemizde babalar ve oğullar hikâyesinin hayırlı ve anlamlı tarafının yanında, medeniyet ve kimlik anlayışı bakımından çatışmalı hâle gelen bir yönü de var. Tanzimat’la başlayan Batılılaşma mâceramızın ardından özellikle aydınlarda ve çocuklarında acıklı sonlarla biten medeniyet ve kimlik değiştirme hâdiseleri başlı başına kültürel bir inkıraz mevzuudur. Batılılaşmayla birlikte babalarla oğullarının kültür ve şahsiyet farklılarının artması cemiyet yapımızı sarsan ciddî bir mesele…
BABALAR VE OĞULLARIN HİKÂYESİ DERTLİ BİR HİKÂYE…
Babalar
ve oğulların arası nasıldır? Babalar ve oğulların yolları aynı olmayabiliyor.
Bütüne şâmil olmasa da dünyaları ayrı olan oğullar babalarının yolundan
gitmiyor ve sözünü dinlemiyorlar. Baba “oğul” diyor, oğul “baba” demiyor.
Babaların yüreğinde oğullar çok zaman vardır, oğulların yüreğinde babalar her
zaman yoktur. Baba oğuldan oğul babadan ne talep ediyor? Baba oğlundan kendine
benzemesini istiyor. Kadîm zamanlardan modern döneme kadar babalar ve oğulların
hikâyesi dertli bir hikâye. Dinî kıssalar, sosyal ve psikolojik romanlara,
toplum ve aile yapısı araştırmalarına konu olmuştur. Gelenekli toplumları
kasırga gibi sarsan modern hayat tarzından dolayı birbirinden uzaklaşan farklı
karakterlerdeki baba-oğul hikâyeleri yürek yakıcılığının yanında sosyal bir
tehlikeyi de hatırlatıyor. İlk baba olarak oğluyla imtihanı Hazret-i Âdem
aleyhisselâm yaşadı. İki oğlundan Kabil onun yolundan gitmedi ve sözünü
dinlemedi. Nuh aleyhisselâm (Hud sûresi
/ 46. âyet) tufan günü oğlunu da gemiye çağırdı. Oğlu ona inanmadı ve gemiye
binmedi, “ben kendimi korurum” dedi, babasının ikazını dinlemedi ve boğuldu
gitti. Çocuk sahibi olmak için çok dua eden İbrahim aleyhisselâm’a Allah (c.c.)
bir oğul nasip eyledi ve oğul sevgisiyle imtihan edildi. “Ey oğlum! Rüyamda
seni boğazladığımı görüyorum” dediğinde, “Babacığım sana emredileni yap! Beni
inşallah sabırlı bulacaksın!” dedi oğul İsmail. İnsanlık, varoluşundan bu yana
böylesine ulvî bir baba-oğul beraberliğine hasret… Bu imtihanın başka cephesi
de var. İbrahim aleyhisselâm babası Âzeri “Ey babacağım! Beni dinle, gittiğin
yol yol değil” diye ikaz etse de baba oğlunu dinlemedi, bâtıl yolda olan
kavminin yolunda gitti ve helâk oldu. İnsan-ı kâmiller “Zâlimden âlim
doğabilir” demişler. Yakub aleyhisselâm baba olarak, diğer oğullarına nazaran
Hazret-i Yusuf’un hasretiyle yanıp kavruldu. İkisi de birbirinden râzı ve aynı
ulvî yol için yaratılmışlardı, istikâmetleri birdi. Osmanlı devletinde hükümdar
olan babaların “nizâm-ı âlem” için oğullarıyla yaşadıkları “siyaseten katl”
vak’aları hiçbir babanın kaderi olmasa ve hiçbir oğul da bu kaderi yaşamasa ne
güzel olurdu.
“STATÜKOCU BABALARIN
OĞULLARI DEVRİMCİ OLABİLİR”
Modernleşmenin
hızlanmasıyla babalar ve oğulların arası iyice açılıyor. Modern dünyada “baba
demek, çatışma demektir.” Batılılaşma dönemi romanlarının ekseriyeti baba-oğul
çatışması üstünedir. Meslek tercihi, hayat tarzı, meşrep ve ideolojik
farklılıklar gibi sebepler hayli çok. Prof. Dr. Kemal Sayar’a göre baba ve oğul
meselesi toplum hayatımızın sancılı meselelerinden biridir. Baba oğlundan kendi
hayâl ve arzularını gerçekleştirmesini ve beklentilerinin yaşatılmasını görmek
ister. Oğul, çocukluk ve ilk gençliğinde babasına bağlıdır, hayrandır. Sokak,
tahsil ve toplum hayatına katıldıkça, babasının hayallerine uymaz, otoritesini
sarsar ve baba oğul münasebeti çatışmaya döner. Statükocu babaların oğulları
devrimci olabilir.
“BÜYÜK İNANMIŞLARDAN
İNANÇSIZ EVLÂT ÇIKABİLİR”
Kemal
Sayar hülâsa olarak diyor ki: Babalar oğulların kim olduğunu, hayatta nasıl
duracağını, nereye nasıl bakacağını tayin ederler. Oğullar için hayat babanın
çizdiği bir mâceradır. Baba, oğlunun kişiliğine o kadar tesir etmiştir ki oğul
bir türlü yetişkinliğe adım atamaz, ebedî bir ergen olarak kalır. Bunun tersi
de olabilir. Büyük inanmışlardan inançsız evlât çıkabilir. Öyle oğul vardır ki
hep bir baba azarı yiyebileceği endişesiyle hayatını kendi arzusu istikametinde
yaşayamaz. Babasının bir uzvu, bir gölgesi gibi yaşar. Çünkü içinde babasına
karşı mağlubiyet psikolojisi vardır. Güçlü babaların altında ezilmiş oğulların,
babalarının tam aksi yönde siyasî anlayışları, inanışları da olabiliyor.(
(Yavaşla / Bu Dünyadan Bir Defa Geçeceksin, s. 127-18)
MODERNLEŞME DÖNEMİNDE
BABALARIN DA OĞULLARIN DA KAFASI KARIŞIK
Serveti
Fünun Dönemi şairlerinden Ali Ekrem Bolayır (Nâmık Kemâl’in oğlu) “İki gözüm
Cezmi” diye hitap ettiği oğlunu Avrupa fen ve kültürünü öğrensin diye Lozan’a
tahsile gönderir. İstediği şudur: “Dünyada en ziyade senin için yaşadığımı
herkesten iyi anlayıp bilirsin oğlum. (…)
İnşallah insan gibi çalışırsın. Nâmık Kemâl'e layık evlat olursun.
Elbette gayet ahlâklı, terbiyeli, çalışkan bir çocuk olacaksın...” Özel mekteplerde okutulan Cezmi ana dili
kadar iyi konuştuğu Fransızca’sı ile Avrupa kültürüne âşinadır. İstanbul’da
Belçikalı bir mûsiki öğretmeni hanımdan dersler de alan Cezmi evli öğretmenine
âşık olur. Vuslatı olmayan bu sevda sonunda tabancayla kendini vurarak intihar
eder.
OSMANLICI BABALARIN BATICI
OĞULLARI
Ali
Ekrem modernleşmeci bir devlet ve sanat adamı bir babadır, oğul Cezmi gelenekli
kültür değerlerinden uzaklaştırıcı Avrupaîleşmenin kurbanıdır. Babanın hayâli
yeni Osmanlı bir Cezmi’ydi. Oğul babasının dediği gibi olmadı. Bolayır’ın
trajik kaderi bununla da bitmez. Kızı Selma Ekrem’in hikâyesi daha trajik.
Amerikan Koleji'nde okutulan Selma önce dinî aidiyetinden uzaklaşır, sonra anasının
peçesine ve babasının fesine itiraz eder. “Hür yaşamak için gidiyorum” diyen
bir mektup bırakarak Avrupa’ya kaçar ve sonra Amerika’ya gider. Ömrünün sonuna
kadar orada hıristiyan olarak yaşar ve kendi isteğiyle cesedi yakılır.
Meşhur
Osmanlı devlet adamı ve Mecelle’nin yazarı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı ilk kadın
romancılardan Fatma Aliye’nin kızı İsmet Hanım’ın hikâyesi “Allah başlara
vermesin” diyecek bir hikâye. Baba ve annesinin karşı çıkmasına rağmen
Fransa’da kilise mektebinde okur ve sonra manastırda rahibe olur. Ünlü
edebiyatçıların hayatlarını okuyanlar bilirler. Romancı Halit Ziya Uşaklıgil'in
“biricik sevgili oğlu Vedat” hem hariciye okumuş, hem de Batı mûsikisi eğitimi
almış bir piyanisttir. Yaşadığı sıkıntılardan dolayı hariciyeci olarak vazife
yaptığı Tiran'da Ali Ekrem Bolayır’ın “iki gözüm dediği” oğlu Cezmi gibi
intihar eder. Baba Halit Ziya’nın oğluyla yaşadığı trajedi başlı başına bir
roman konusu. Tevfik Fikret’in “inkılâp ordusunun kahramanı” olarak yetiştirmek
istediği oğlu Halûk'un mâcerası daha feci. Halûk ilim ve fenni getirmesi için
gönderildiği İskoçya'dan geri dönmez, hıristiyan olur ve hayatını Amerika'da
papaz olarak sürdürür. Baba Fikret deistti, agnostikti; ateizme yakındı. Oğul
Hâluk ise kilise papazlığını tercih etmişti. Kader bu; babaya da ve oğula da
kendi medeniyet köklerinden uzaklaşmak düşmüş.
IRKÇI TÜRKÇÜ BABANIN SOSYAL
DEMOKRAT OĞLU
Irkçı
bir Türkçü olan, Türk’ten başka bütün kavimleri düşman sayan, İslâm’a bigane
kalan Nihal Atsız da ilk oğlu Yağmur Atsız’la benzeşmeyen bir insan.
Fikirlerinde o kadar kararlıydı ki, oğluna vasiyetnâme bile yazar: “Yağmur
Oğlum! Bugün tam bir buçuk yaşındasın. (…) Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol. (…)
Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler,
Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar,
İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar,
Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar ve
Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar,
Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler
içer(de)ki düşmanlarımızdır…”
Vasiyetnâmesine
bağlı kalmayan oğlu, Türklüğü sevse de demokrasi taraftarı sosyal demokrat bir
insan. 10 Mart 2012 tarihli Star gazetesinde Hirant Dink’i öldürülmesine tepki
göstererek “Ben Ermeniyim” başlıklı yazı yazar. “Bu memlekette gayrimüslimlere
ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıldığı gayrı-kaabil-i inkâr bir vâkıadır.
İstediğimiz kadar ‘Efendim, Türk kelimesi vatandaşlık bağlamında bir kavram
olarak kullanılmaktadır. Yâni kavmî değil siyâsidir’ diyelim, biz bu kelimeyi
bal gibi kavmî anlamda kullanıyoruz. Türk toplumu için büyük tehlikedir.
İleride bu toplumun çözülüp yıkılmasına ve yok olmasına önayak olabilir.”
İSLÂM ŞAİRİ DİNDAR BABANIN
ALKOLİK DERBEDER OĞLU
Ah,
oğluyla imtihan olan hüzünlü Âkif bey! Onun oğul hikâyesini anlatmak
istemezdim. Türk milletince büyük hürmeti haiz İstiklâl Marşı’mızın şairi
Mehmed Âkif'in Tophâne'de yatıp kalktığı kamyon karoserinde alkol ve
uyuşturucudan ölen derbeder oğlu Emin Ersoy’un hayat hikâyesi muhterem babasına
hiç benzemiyordu. İslâm şairi Mehmed Âkif oğluyla imtihan oldu. Kur’ân-ı Kerim,
Arapça ve İngilizce bilen oğul Emin’den çok şeyler ümit etmişti. Emin
istikrarsız, sebatsız, derbeder bir hayat yaşadı ve babasının ümitlerini boşa
çıkardı. Yaşadığı döneme dair baba ve oğul meselelerini “Fatih Câmii”, “Hasta”,
“Küfe” ve “Meyhâne” gibi şiirlerinde çokça anlatmıştı. Reşat Nuri Güntekin’in
Yaprak Dökümü romanında anlatılan muhafazakâr bürokrat baba Ali Rıza Beyin oğlu
Şevketle yaşadığı çatışmalı hayat ne kadar hazindir! Oğlu Şevket önce babası
gibi olmak ister, sonra babasının otoritesinden uzaklaşır ve babasının arzu
etmediği bir kadın ve hayatın içinde erir gider.
BABALARINI ÖLDÜRME ARZUSU
TAŞIYAN OĞULLAR
İçimizdeki ecnebî
hayranlarının Kafkaseverliği malûm. Praglı romancı Franz Kafka’nın hastalıklı
kafa yapısını ve ömrü boyunca babasını öldürmeyi arzu ettiğini bilmiyorlar.
Kafka ve babası birbirine son derece zıt iki tip. Baba statükocu, oğul ise
sosyalist ve ateizme yakın. İri yarı, uzun boylu, gösterişli, para ve ticaret
erbabı olan babası, içine kapanık, hayli zayıf, kavruk yüzlü oğlu Kafka’nın
edebiyat ve yazma tutkusunu “kaçık, “zıpır” ve “züppece” boş işler olarak
görmektedir. “Babaya Mektup” da babasına duyduğu nefreti dile getirir.
Babasının gösterişli, zengin ve otoriter yapısı karşısında kendini böcek gibi
hissetmesi ve sürekli babasını öldürme arzusu taşıması bu ülkenin oğullarına
hiç de iyi bir örnek değil.
Rus
edebiyatının ünlü yazarı Dostoyevski’nin doktor olan babası aşırı alkol
müptelâlığı yüzünden hanımına döven ve başka kadınlarla düşüp kalkan bir adam…
Bundan dolayı babasından nefret eden ve ölmesini isteyen Dostoyevski, babasının
aksine “Tanrı” inancıyla ve insan ruhuyla ilgilenen, kötü huyları olmayan ve
ahlâkı esas alan bir romancı. Öyle ki, Ortodoks mezhebine ait Tanrı inancını
felsefeleştiren, Hz. Îsa'nın yeryüzünde indiğinde döneceği tek yer Rusya
toprakları diyen bir insan. Baba ve oğul zıtlığı demek ki her yerde her zaman
var. Rus romancı İvan Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar” romanı baba-oğul
çatışmasını farklı bir cephesiyle dile getirir. Tanrıya, otoriteye,
aristokrasiye karşı çıkan oğul Vasilyiç Bazarov, statükocu, muhafazakâr ve
tanrıya bağlılığını ifade eden, Ortodoks geleneğe sahip akerî doktor babası
İvanoviç Bazarov’dan nefret eden devrimci ve nihilist biridir. Rus toplumunun
19. asrı bir yönüyle baba-oğul çatışmasının tarihidir.
AYNI MEŞREP VE FİKİRDE OLAN
BABA OĞUL DA VAR
Tek
Parti Dönemi’nin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel zihniyetini beğenmediğim
bir insan. Onun baba olarak oğluyla canciğer oluşu, aynı meşrebe, aynı dünya
görüşüne sahip olması ilginç bir örnek. Keza oğul Can Yücel de babasına olan
aidiyetini aynı ölçüde mısralarında dile getiriyor: “Hayatta ben en çok babamı
sevdim / (…) Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi!-/ Çağın en güzel gözlü
maarif müfettişi / Atlastan bakardım nereye gitti / Öyle öyle ezber ettim
gurbeti / Sevinçten uçardım hasta oldum mu / 40’ı geçerse ateş, çağırırlar
İstanbul'a / Bi helalleşmek ister elbet, diğ'mi oğluyla!..” Can Yücel babasına
olan sevgisini ömrünün sonuna kadar eksiltmedi. Bu da bir nasip…
OĞULLARININ NEFRET ETTİĞİ
ŞAİR BABALAR
1960
ve 70’li yıllarda arabesk şiirleriyle lümpen gençlik ve seküler zümreler
tarafından çok okunan şair Ümit Yaşar Oğuzcan sürekli alkol alan, istikrarsız,
geçimsiz, evini ihmal eden bohem bir tip. Çok kez intihara teşebbüs eder. Oğlu
Vedat Oğuzcan 17 yaşındadır. Babasının melankolik hayatından erken yaşta bunalıma
düşer. Babasının bunca intihar teşebbüsünün ardından dengesiz hayatına devam
etmesi onu ruhen iyice sarsar. Elinde, “Baba öyle intihar edilmez, böyle
edilir” yazılı bir notla Galata Kulesi’nden kendini aşağı atar ve ölür.
Babasının adam olamayışına sitem ederek intihar eden bir oğuldu Vedat. Oğlunun
ölümüne şiir yazan psikopat ve manyak bir babadır Ümit Yaşar Oğuzcan: “Bir adam
düştü o gün galata kulesinde / kendini bir anda bıraktı boşluğa / ömrünün
baharında, bütün umutlarıyla birlikte paramparça oldu / (…) bu adam benim
oğlumdu gencecikti Vedat / ışıl ışıldı
gözleri / içi bütün insanlar için sevgiyle doluydu / çıktı apansız o dönülmez
yolculuğa / kendini bir anda bıraktı boşluğa / söndü güneş, karardı yeryüzü
bütün zaman durdu / bu adam benim oğlumdu / küçücüktü bir zaman / kucağıma alır
ninniler söylerdim ona / uyu oğlum, uyu oğlum, ninni / bir daha uyanmamak üzere
uyudu Vedat”
Şairler
hiç de umulduğu gibi olmayabiliyor. Geleneğe ve irfanımıza bigane, başıbozuk,
inançları savruk ve modernleşmeci “İkinci Yeni” şiir akımında yer alan Cemal
Süreya’nın gençlerimize ve cemiyetimizin ahlâkî ölçülerine uygun bir baba
olduğunu söylemek zor. Birkaç kez evlenmesi, eve değişik kadınlar getirmesi,
evde şiddetli kavgaların olması, bunun dışında sürekli kitaplarla meşgul olup
şiirler yazması oğlu Emrah’ın ruh sağlığını bozar. Babasının kendisine hususi
ilgisi dahi onu memnun etmez. Solcu, seküler ve agnostik olan babasının aksine
katı bir İslâmcı olur. Eve İslâmcı ve dinî kitaplar getirir, babasının
Fransızca kitaplarını kaldırıp yerlerine onları koyar. Aşırı derecede alkol
kullanan babasının yüzünden evde hep kavga ve huzursuzluk vardır. Böyle bir
esnada Emrah babasını fena bir şekilde döver. Son dövdüğünde baba Süreya
hastaneye kaldırılır ve ölür. Oğul Emrah kısa sonra babasının kitaplarını da
satar. Tuhaf olan bir şey daha var. Oğlunun gözünde iyi bir baba olamayan
Süreya kendi babası öldüğünde farklı duygular içindeydi: “Sizin hiç babanız
öldü mü? / Benim bir kere öldü kör oldum / Yıkadılar aldılar
götürdüler…”
BABALAR MI HAKLI OĞULLAR MI?
Babalar
mı haklı oğullar mı? Cevabını millet ve medeniyet değerlerimizin hayatı kuşatıp
kuşatmadığında aramak lâzım. Oğuzcan ve Süreya hâdisesinde görüldüğü üzere
geleneğinden kopan babalar ile babalarının hayat tarzından cinnet getiren
oğullar var. Öte yandan evden, aidiyetten, yâni babalarının dünyasından
uzaklaşan oğullar daha çok, hattâ büyüyen bir sosyal bir mesele… Sözün özü:
Baba ve oğul çatışması modernleşmenin milletimizde yaptığı tahribatlardan
biridir. Modernizmin hızlanmasıyla baba ile oğul arasında otorite ve benlik
kavgası gittikçe artıyor. Batı’da modern kültürün oluşturduğu seküler aile ve
hayat tarzının sebep olduğu baba-oğul çatışmasının bizde de olmadığını
söyleyemeyiz.
*****
BİR AÇIKLAMA
“Sığınmacılara bir selâm” başlıklı bir önceki
yazımızın muhteva ve gayesi bâzı okuyucular tarafından anlaşılmamış olmalı ki,
“Şu kadar yıl besledik yetmez mi? Toplumda fitneye sebep oluyorlar, vatana
hizmetleri yok, niye tutalım ki…? şeklinde, e. posta adresimize tarizler ve
sitemler geldi. Yazı başlığımız ilmine ve irfanına hürmet ettiğim Ali Hocamın
yazısından iktibastı. O yazıda sığınmacılarla selâmlaşma mevzu ediliyor.
Hazret-i Peygamber Efendimiz’den itibaren Müslüman irfanında selâmlaşmanın
önemi, insanlar arasındaki muhabbeti artıcı yönü ele alınıyor. Bu bağlamda
sığınmacılar, sosyal ve idarî ve başka türlü sıkıntılara sebep olsalar da,
selâmlaşarak gönüllerini almak, ünsiyet kurmak bakımından selâm vermenin
güzelliği anlatılmaktadır. Devlet, sığınmacılar için zaten sınırın hemen
dışında yeni iskân alanları oluşturmakta ve peyderpey göndermeye karar vermiş
durumda. Bu, ayrı bir mevzu… Girizgâh yaparak iktibas ettiğimiz yazıda
sığınmacıların sosyal ve ekonomik olarak oluşturdukları meseleler değil, o insanları
gönderirken bile selâmlaşarak, yâni kalplerini kırmadan, hor görmeden
ayrılmaları anlatılmak isteniyor. Bin yıldır İslâm’ın bayraktarı olan ve
hâdimülharameyn sıfatına sahip ve Müslümanla aynı mânaya gelen, Müslüman
milletlerin en şereflisi Türklerin irfanına, şânına, heybetine de bu
yakışır.(ilbeyali@hotmail.com)